24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sızlananlar ve nefret kusanlar: Yankı odasının müdavimleri

Nadir Temeloğlu

Nadir Temeloğlu

Site Yazarı

A+ A-

Camekânda kadın satan ülkelerin göbeğinde çıktı kürsüye. Cezayir’de, Libya’da, Vietnam'da, Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de, Afrika’da ve Asya’da kadınlara tecavüz edenlerin göbeğinde çıktı kürsüye. Pedofilinin serbestleştirilmesi için imza atan aydınların ülkesinin göbeğinde çıktı kürsüye. Cinsiyetsizliği dayatıp “kadın”ı tarihten silmeye çalışanların göbeğinde çıktı kürsüye.

Parklarda, köprü altlarında, sahillerde, alışveriş merkezlerinde sığınmacılar yatmasın diye çiviler döşeyenlerin göbeğinde çıktı kürsüye.

Dünyaya kan kusturan üstün beyaz adamların göbeğinde çıktı kürsüye.

Peki, ne dedi:

“Filmde canlandırdığım Nuray karakteri inandığı şeyler ve varoluşu için mücadele veren ve bu uğurda bedeller ödemek zorunda bırakılmış bir kadın. Onu tanımak ve anlamak için uzun uzun çalışmak isterdim ama ne yazık ki yaşadığım coğrafyada bir kadın olmak Nuray'ın ve Nuraylar'ın duygusunu doğduğum günden beri ezbere bilmeyi gerektiriyor. Ödülü Nuray ve onun gibi kadınların mücadelesine güç verebilmek için, kendine layık görülenlere boyun eğmeyip eyleme geçen, bu uğurda her şeyi göze alan ve ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeyen tüm kız kardeşlerime ve Türkiye'de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara armağan ediyorum.”

İKİ BAŞARI KONUŞMASI ARASINDAKİ FARK

Ödül konusunu tartışmayacağız. O başka bir yazının konusu. Ödüller, dünyada ve Türkiye’de hegemonyacı kültürün ürünü haline geldi, deyip tek cümle ile geçelim.

Dizdar'ın konuşması eleştirilince hemen pastoral senfoni başladı: “Dünya çapında başarı. Ne güzel. Hepimiz mutlu olmalıyız. Önyargılı eleştirilere gerek yok. Konuşmada ters bir şey yok. Hem coğrafya demiş, Türkiye dememiş ki… Niye üstümüze alınıyorsak…” Fakat bu o kadar kolay üstünden atlanacak mesele değil.

Bambaşka bir konuşma yapmak mümkün değil mi? Mümkün. Bu kadar konuşulmayanlar var. Örneğin oyuncu Burak Özçivit, 2016'da Seul Drama Ödülleri’nde jüri özel ödülüne layık görüldü. Şöyle bir konuşma yaptı: “Yaşadığı onca soruna rağmen, aslanlar gibi dimdik duran yüce Türk halkına selamlar iletiyorum.” Özçivit, ödülünü şöyle havaya kaldırmıştı: “Ne mutlu Türk'üm diyene!”

Dizdar'ın konuşmasına bakarak “Ne var bunda” veya “o kadar da kötü değil” diyebiliriz. Evet, ülkemizde her şey istediğimiz gibi değil. Yanlışlar büyük. Sorunlar yakıcı. Peki, bu durum dünyanın en gerici, en kan emici merkezlerde ülkemizi, coğrafyamızı yere çalmaya gerekçe mi?

Maalesef bir kesim sanatçıda, ödül törenleri “şikâyet etme”, “eziklenme” törenlerine dönüştü. Ödül törenleri ağlama duvarı oldu. Bu gerçeği göz önüne almadan meseleyi anlayamayız.

ÇÖZÜM ÜRETMEK YERİNE 'HELP' DİYE BAĞIRANLAR

Yukarıda birbirine ters iki konuşma verdik. Peki, bu iki farklı tutumdan hangisi övüncümüze övünç katıyor? Niye sürekli ele karşı şikâyetçi, yakınmacı, sızlanmacıyız? Elbette bir aydın, oyuncu, sanatçı hissettiği, yaşadığı sorunlara gözünü kapatsın demiyoruz. Ama her ciddi konuda, ülkemize yönelik her saldırıda susanlar, kürsülerde bir anda demokrasi, kadın, özgürlük hakları savunucusu oluyor. Çünkü kolay alkış alacakları noktalarda söz söylüyorlar. Batı’nın da tam istediği bugün bu. Bağımsızlık, terör, üretim, aydınlanma konuşma. Kadın ve çevre sorunlarına sıkış, burada oyalan. İşte bu rüzgârı arkasına alıyorlar. Maalesef bu esintinin tersine koyabilen bir avuç sanatçı kaldı.

Aydın ve sanatçı şu gerçekten kaçamaz: Çözümsüzlük içinde yakınmalar sadece yankı odası haline geliyor. O şikâyetler, büyüyen yankılar olarak size dönüyor. Bahsettiğimiz bir örnek değil. Kişilerin tavırlarıyla ilgilenmiyoruz. Ama gelenek haline gelen durumlar var. Niye sürekli dışarıya yardım çağrısı yapıyoruz? Bunun en çarpıcı örneklerinden bir tanesini, orman yangınlarıyla boğuşurken Batı'ya “Help” yani yardım çağrısı yapanlarda gördük. Türk milleti canla başla yangına su taşırken, bir kova alıp bir su dökmeyen bir kesim, ellerini yağmur duası gibi havaya kaldırıp, Batı'dan yardım yalvardı. Bu ezikliği silkinip üstümüzden atamaz mıyız?

Sızlananlar ve nefret kusanlar: Yankı odasının müdavimleri - Resim : 1

BATI’NIN FANTEZİSİNİ DİLE GETİRDİ

Aslında Dizdar ve “help” çağrısı yapanlar Batı’nın beklentilerine karşılık veriyor. O merkezlerde duyulmak istenileni dile getiriyorlar. Bugün Batı’nın en büyük fantezisi, doğunun ve “coğrafyamızın” kadınlarını, insanlarını, ülkelerini “özgürleşmek”tir. Bunun için gelmediler mi Vietnam’a, Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya… Sadece Napalm, Tomahawk, Himars, Harpoon, Hellfire bombaları ve füzeleri atmadılar insanların tepelerine. İşgalleri meşrulaştırmak için “Demokrasi”, “İnsan Hakları” gibi içi boşaltılmış kavramları vurdular coğrafyamızın alnının çatına. Feminizm, LGBT gibi ideolojik bombalar da attılar.

Bu oryantalizmin sürdüğünün en açık kanıtıdır. Oryantalist eserlerde cinsellik önemli bir yer tutar. Doğu haz aranan yerdir. Ülkelerinden kalkarlar ve Doğu’ya cinsellik arayaşına gelirler. Yani haz için Doğu’ya seyahat ederler. Oryantalistlerin hazzı bugün şiddete evrilmiştir. Dünün cinsel fantezilerini gerçekleştirerek haz aldığı Doğu, bugün şiddet göstererek haz aldığı bir yerdir. Kökleri Haçlı Seferlerine kadar gitmektedir. Batılı için doğu, bir objedir. O obje üzerinde her türlü güç gösterisini dener. Bunun için de çeşitli ideolojik araçları kullanır.

IŞİD’e karşı yapılan propagandanın ve reklamların temelinde bile bu vardır. PKK/YPG parlatmaları “kadın” üzerinden yürütülür. “Kadın”la terör örtülür, şirinleştirilir. Aslında kendi yetiştirdiği, silahlandırdığı güçler sahaya sürülmüştür. Doğulunun gücü bunları yenmeye yetmez. O halde Batılı silah kuşanacak ve “coğrafyamızdaki” kadını özgürleştirerek fantezisini gerçekleştirecektir. Bu yüzden IŞİD’den kaçarken sınırı geçince çarşafını, burkasını çıkaran kadınlar “özgürlüğün” sembolü olarak reklamlaştırılmıştır. Batı ekranlarında Irak işgali öncesi dönen “kara bataklar” Suriye işgali öncesi “kara çarşaflılara” dönüşmüştür. Karalık, coğrafyanın kaderidir. Karalıktan aklığa ancak Batı’nın yardımıyla geçilebilir. Aslında o çarşafla, emperyalizmin prangaları örtülmektedir. ABD Afganistan’dan kaçarken, Amerikancılar uçaklarının tekerleri altında can verirken, “Taliban canavarına kadınları teslim etmeyin” propagandası ve reklamlarıyla, işgalciler geri çağrılmıştır. ABD gidiyorsa, kadına özgürlük de gidiyordur. Batı yoksa kadın yoktur. O kadınlar kendilerini kurtaracak çareyi bulamazlar ve üretmezler. Bu aslında en çok kadını aciz gören, ezeni yok sayan bir anlayıştır. Ben yoksam sen de yoksun. Bana boğun eğ!

İşte Dizdar eziklenen, yardım çağrısında bulunan sözleriyle bu fantezinin reklam yüzlerinden bir tanesi olmayı seçmiştir. Batı’nın hegemonyasının kültürel alandaki sözcüsü haline gelmiştir. Açık konuşalım.  Bunu kendi tercih etti. Türk milleti değil. Orhan Pamuk kadar doğrudan hedef almıyor belki ama arka planda Orhan Pamuk, Elif Şafak gibilerle şikâyette ortaklaşıyor. Pamuk ve Şafak olmanın yolunu açıyor.

GÖREMEDİKLERİ COĞRAFYA

Tüm ödüllerin altında yatan bir gerçek var: Bugün Batı’ya karşı çıkarak “sanat dünyasında” elde edebileceğiniz bir yer yok. Dışlanırsınız ve sürülürsünüz. Sahneler size kapanır. Ancak Batı’nın fantezilerine göz kırparsanız, o mahallenin figüranı olursanız başınız okşanır, kırmızı halılar önünüze serilir ve merdivenleri çok daha kolay tırmanırsınız.

Batı’nın gerçek yüzünü Rusya’nın Ukrayna’ya özel askerî harekâtında gördük. Rus kadın sporcuları, Rus kadın öğrencileri, orkestra şeflerini, Dostoyevskileri, Prokofievleri, Gogol’leri, Çaykovskiy’nin Kuğu Gölü Balesini, votkasını, kedisini bile yasaklayan zihniyetten ne bekleyebilirsiniz? Ne sorunu çözebilirsiniz? Şikâyet ettiniz ve alkışlandınız. Bu kadar.

Sahte bir “kız kardeşlik” türküsü tutturmuşlar. Utku Reyhan, 2 Haziran tarihli yazısında değindiği için açmıyoruz. Ama şunu ekleyelim. “Kız kardeşlikleri” herkese sökmüyor. Dizdar gibilerin “kız kardeşliği”, konserleri iptal edilen, New York Metropolitan Operası'nın kadrosundan çıkarılan Rus asıllı soprano  Anna Netrebko için geçerli olmuyor. Her ödül töreninde “kız kardeşlik” vurgusu yapanların kardeşliğinin hangi coğrafyada kime karşı olduğunu görüyoruz. Sömürücü merkezlerin kız kardeşliği, direnen ve gelişen dünyanın kız kardeşliğine karşıdır.

Dizdar gibilerin bir gördükleri coğrafya var, bir de göremedikleri coğrafyalar var. Yazının girişinde belirttik. O görüş, nerede konumlandığınıza ve göz ucunuza neyi hedef olarak koyduğunuza göre değişiyor. O kürsüde Batı’ya karşı tek bir söz söyleseniz, o coğrafyanın vicdansızlığının dili olsanız alkış alabilir miydiniz? Kendi coğrafyasını ezikleme cesaretiniz kadar, kadını yok eden Batı’ya karşı duracak cesaretiniz var mı?

Sızlananlar ve nefret kusanlar: Yankı odasının müdavimleri - Resim : 2

MİTRALYÖZÜ HALKA DOĞRULTANLAR

Bu tavrın başka bir boyutu da var. Aslında yakın zamanda daha vahim örnekleri de gördük. Dizdar kadar konuşulmayan… Batı’ya el açanların yanı sıra kendi halkına ateş açanlar.

Twitter kürsüsüne çıkanlar örneğin. Onlardan biri Ataol Behramoğlu. Makineli tüfek gibi saydırdı halkın üstüne fikirlerini: “Aydınlanmanın ulaşamadığı köylü, çıkarcı-tutucu kasabalı, yoksul-bilinçsiz varoş...” Peki, kendileri kimdi: “Aydınlanmış, bilinçli ve kentli.” Bunun ölçütü neydi? Oy tercihleri.

Sorsanız “saray rejimine” karşı mücadele ediyor. Ama aslında saraylı fikre sahip olanlar kendileri. Kaf dağına çıkmışlar. Aydın-sanatçı sarayındalar. Sırça köşklerinde tahtlarına kurulmuşlar. Üsten izliyorlar. Fakat artık tırmanabilecekleri daha yüksek bir dağ bulamıyorlar kendilerine. Bu çözümsüzlük, kendi mevzisini korumaya itiyor bu tip aydını. Kendinden olanlar -aydınlanmış, bilinçli ve kentli- ve kendinden olmayanlar -aydınlanmanın ulaşamadığı köylü, çıkarcı, tutucu, kasabalı, yoksul, bilinçsiz varoş- arasındaki farkın korunması gerekiyor. Burada görülen tek şey var. Vicdansızlık, kibir, nasırlaşmış yürekler. Üzgünlükleriyle, devam eden yazılarıyla hâlâ faturayı halka kesmeye devam ediyorlar.

Tabiî bir anda bu noktaya gelinmiyor. Önce her şey şikâyetle başlıyor. Şikâyet yerini zamanla acımasızlığa, üstenciliğe bırakıyor. Müzeyyen Senar’ın seslendirdiği o şarkıdaki gibi istikbal ve ikbalini düşündükçe titreyen ama yine de kimseye şikâyet etmeyen tavır bile bunların yanında daha insanî kalıyor.

DEVRİMCİLEŞMEK DIŞINDA ÇÖZÜM YOK

Sorunları tespit etmek, çözüm üretmek başka bir şey. Şikâyet etmek başka… Şikâyetle sorunlar çözülmüyor. Aydın tavrı, sanatçı tavrı ile devrimci aydın ve devrimci sanatçı tavrı arasında bir fark var. Devrimci sanatçı ve aydın öncüleşerek, bilinçlenerek ve kitleleri bilinçlendirerek hareket ediyor. Sıradan aydın ve sanatçı yankı odasında kendini dövüyor.

Attilâ İlhan’ın “Aydınlar bitti. Aydın diye bir şey yok Türkiye'de. Halk aydınların önündedir. Türk halkı uyandı.” dediği noktadayız. Biz kendimizi bilelim. Kendi coğrafyamızı tanıyalım. İnsanımızı anlayalım. Öncüleşerek kitelelere bilinç aşılayalım. Sorunlarımızı kendimiz çözelim. Vicdansızlığın çukurlarını dolduralım.

Aydın günü tahlil edemeyince, eskiyle günü anlamaya çalışınca, çağı yakalayamayınca, devrimcileşemeyince, teorisini güncelleyemeyince geri kalıyor. Kendi üstüne toprak atıyor. Devrimcileşen aydına ihtiyacımız var. Yoksa üstten baktıkları halka düşecek tek şey, ruhlarına El Fatiha okumak olacak.