26 Kasım 2024 Salı
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sizler de dolduruşa getirebildiklerimizden misiniz? Dünyayı ‘Dolduruşa Getirme’ Genel Müdürlüğü: Facebook vs.

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Bugün konumuz “dolduruşa gelmek!” Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve elimize geçen tüm sözlüklerde aradık. Bakın neler bulduk bu kısacık araştırmamızda:

“Gaza Gelmek, doldola gelmek, zokayı yutmak, kışkırtılmak, pohpohlanarak yönlendirilmek (bu ikisi TDK), oltaya takılmak” ve daha niceleri. Belli ki Türk milleti tarihten gelen bir kültürel refleks ile bu konuda oldukça yüklü bir deyim listesi yaratmış. Acaba çok fazla dolduruşa geldiğimizden mi ki?
Bu konuda hemen her gün duyduğumuz şu deyim, aslında olan biteni en iyi anlatanlardan:
“Dolduruşa gelmem, dolmuşa binmem!” Fakat Rusya’nın Ukrayna operasyonuna başlaması ile “dolduruşa gelmek” deyiminin tüm insanlık için geçerli bir anlamı olduğunu daha ilk günden anlamış olduk. İngilizce sözlüklerde bu konudaki en meşhur deyimin de “rise to the bait”, yani “oltaya gelmek” gibi bir şey olduğunu da hatırladık.

EKRANLARIN SÖZDE UZMANLARI

Haritada Ukrayna’nın yerini bile gösteremeyecek olanlar, birdenbire derin ve sarsılmaz bir Ukrayna aşkına sahip oluverdiler, bu “dolduruş” sonucunda. Evrende her olguda bir sebep-sonuç ilişkisi olduğu gerçeğini anında unutan milyonlar, sadece o anda gördükleri, ya da birilerinin kulaklarına fısıldadığı şeyleri gerçeğin yerine koyup, en derininden ahkam kesme yetkisini kendilerinde görüverdiler. Televizyon ekranlarını dolduran sözde “uzmanlar”dan tutun da, Facebook’u babasının oturma odası gibi gören milyonlarca insan, bir anda birer özgürlük savaşçısı olup çıktılar.
Bu, sevgili memleketimizin insanında olduğu gibi, dünyanın dört bir yanında da varmış meğer ki. Çünkü, yıllardır birlikte siyaset tartıştığımız yabancı arkadaşlarımız bile, “oltaya gelip” bizi “ diktatör sevici” olmakla suçlayabildiler. Yahu dedik, bir dakika, sen ne biliyorsun olan biten hakkında, hayatında hiç tarih kitabı falan okudun mu ki? Zahmet edip Oliver Stone’in “Ukrayna Yanıyor” videosunu gönderdik kendilerine. Seyretmedikleri belli oldu, çünkü Facebook’taki mesajımıza “beğen” attılar iki dakika sonra! Ama iş ciddi tartışmaya gelince, düşüncelerinde zerre kadar değişiklik olmadığını gördük.
Bu konudaki analizimizi daha da derinleştirmek için, bir deneme yaptık geçen hafta. Facebook’ta kim Ukrayna konusunda gözü yaşlı destek mesajları koymuşsa, onlara Oliver Stone videosunun bağlantı adresini gönderdik. İstisnasız 100 kişiden 95 tanesi, ilk 5 dakika içinde “beğen” düğmesine basıp teşekkür ettiler. Bunda galiba filmin adının “Ukrayna’da Yangın” olması başrolü oynadı. Öyle ya, filmin afişine ve adına bakmak yetti, bu çokbilmişlere. Tam 87 dakikalık bu videoyu 5 dakikada seyredip, mesajını alıp, kendi düşünceleri ile tartıştırıp bir sonuca varmak, normal bir insan için mümkün olamazdı. Ama bu 95 şahıs, “dolduruşa geldikleri” düşüncelerden zerre kadar ödün vermeden, yalan yanlış Ukrayna fotoğrafları, düşürülen uçaklar, Putin’in karikatürleri, her dilden lanet okumalar ve küfürlerine devam ettiler ve hala da aynı çizgide yola devam etmekteler.

ORTAÇAĞDA BALONLAR ŞİMDİLERDE SOSYAL MEDYA

Eski zamanlarda, bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış milyarlarca insanı “dolduruşa getirmek” o kadar kolay olmuyordu. Düşünün ki Nazi Almanya’sındaki kendini adamış Alman halkının, Hitler hakkındaki fikirilerini etkilemek ve değiştirmek için sadece kısa dalga radyo yayınları ve uçaklardan atacağınız bildiriler vardı, “dolduruş” malzemesi olarak. Onun da ne denli etkili olamadığını, savaş sırasında Hitlerin kuyruğundan bir türlü ayrılmayan milyonlarca Alman insanının varlığı gösterdi dünyaya.
Daha da eskiden, mesela 1490’larda, imparator Maximillian, savaştığı Venedik ordusunun üzerinde balonlar uçurup bildiri atarak, Venedikli askerleri dolduruşa getirmeye çalışmak zorunda kalmıştı.
Halbuki şimdilerde öyle mi? Küreselleşmeyi başlatan emperyalist merkezler, küreselleşme felsefesi ve politikası ile beraber, onun “dolduruşa getirme” aletlerini de en mükemmel şekilde yaratmakta hiç de gecikmediler. Eğer Facebook, Twitter, Instagram, WhatsApp gibi sosyal medya araçlarının kuruluş tarihlerine bir bakarsanız, küreselleşme ideolojisinin tüm dünyaya satılmasına paralel bir tarihi zamanda olduğunu göreceksiniz.
Artık kitap okumanın, hele de ciddi tarih veya politika eserlerine dalmanın hemen hemen antik bir eylem haline geldiği günümüzde, insanların “dikkat etme” süresi yirmi sene içinde her yıl azalarak, iki üç dakikaya kadar indi. Şimdilerde üzerinde fotoğraf olmayan hiçbir yazıyı okumuyor bile insanlar.

ÇARPICI FOTO VARSA BELKİ OKUNABİLİRSİNİZ

Bunun testini bizzat yaptık Facebookta. El emeği göz nuru siyasi veya sanatsal analizleri elden geldiği kadar araştırıp yazıya döküyoruz. Oradan Facebook’a koyuyoruz. Var olduğu bize Facebook tarafından bildirilen 2800 “arkadaşımızdan”, en iyi şartlarda 50 tanesinin sadece “beğen” düğmesine bastığını görüyoruz. Bunların içinden en fazla 5 kişi ise kısaca bir mesaj bırakıp gidiyorlar. İyi ki arada bir tüm yazıyı okuyan oluyor. Biz de “diktatör sevici mi oldun Latif?” diyeni bile görünce seviniyoruz. En azından yazıyı okumuş olduklarını anlıyoruz bu sevimli hakaretten.
“Dolduruşa gelmek” evrensel bir olay dedik ya, bakın Ukrayna’nın cumhurbaşkanı genç komedyen Zelenski, belki de en dolduruşa gelen bu hengamede! Hatta buna “dolduruşa getirilmek” demek daha doğru. Genç komedyen ve daha da genç politikacı olan Zelenski, bir yandan ABD, bir yandan AB, bir yandan da etrafını saran neo-naziler tarafından o denli dolduruşa getirilmiş ki, ancak aradan 15 kanlı gün geçtikten sonra, biraz uyanabiliyor ve “Nato’yla ilgili hevesim kaçtı” deyip şaşkınlığını ortaya döküyor.

TARİHTEN BİR ÖRNEK

“Danışmanlar” eskiden beri kralların, sultanların, başbakanların ve başkanların “dolduruşa gelmesinde’ en büyük rolü oynayan çevreler olagelmişlerdir. Bahsedeceğimiz kişi, Hindistan’daki ünlü Çağatay Türkü Mughal İmparatorluğunun son büyük imparatoru Muhi-ud-Din Muhammad Aurangzeb ya da imparatorluk adı ile Alamgir’di. Taj Mahal’ı inşa eden Şah Cihan’ın oğlu olarak Mughal İmparatoru olup, 49 sene dünyanın en zengin ülkelerinden birini yönetmişti. Ömrünün sonunda ise, kendisine sürekli olarak abartılmış raporlar ve tavsiyelerde bulunan başvezirini şiddetle eleştirip “beni durmadan pohpohlayıp yalanlarla avutacağına, düşmanın durumu konusunda daha düzgün tavsiyelerde bulunsaydın ya” diyerek hayal kırıklığını belirtmiş, belki de “dolduruşa getirildiğini” böylece ifade etmişti. Öyle ki 90 yaşına geldiği ömrünün son günlerinde oğlu Azam’a “ Bu dünyaya yalnız geldim ve bir yabancı olarak gidiyorum. Kim olduğumu, veya ne yaptığımı bilmiyorum” diyerek 50 senelik iktidarının özetini yapıvermişti.
Sıradan kişilerin Facebook’ta ya da başka sosyal medya kanallarında “dolduruşa gelmeleri” o kadar vahim sonuçlara sebep olmaz elbette. Sadece o kişilerin günün birinde hayal kırıklığı yaşamalarına yol açabilir. Ama ülke yöneticilerinin, ordu komutanlarının, şirket genel müdürlerinin, başbakanların, cumhurbaşkanlarının dolduruşa gelme lüksü olamaz elbette. Bunu kendi tarihimizden de çok açık bilmekteyiz. Hatta, 2 Ağustos 1990’da, ABD büyükelçisi April Glaspie’nin “dolduruşa getirmesiyle” Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’in, hem kendi hayatına hem de yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olan, çok yakın bir “dolduruş” hikayesi bile var politik literatürde.
Biz de bu yazının sonunda, halk diliyle “dolduruşa gelmem, dolmuşa binmem” diyerek, söyleyeceklerimizi bu konudaki bir Sezai Karakoç şiiri ile bitirelim:
“Anlamak masraflı iştir/emek ister, gayret ister, samimiyet ister.
Oysa yanlış anlamak kolaydır / Biraz kötü niyet, biraz cehalet yeter.”