10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sodom ve Gomore!-(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kurtuluş Savaşı öncesi, mütareke yıllarındaki İstanbul’u anlatan eseri kuşkusuz şu sıralarda okunması gereken bir kitap. Öykünün bir benzerini de Samih Rifat “Üç İstanbul” isimli yapıtında bir başka biçimde yazmıştı. Bu kitapları yeniden okumak gereksinimi duydum ve ülkemizin geldiği durumla bir kıyaslama yapmaya çalıştım.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın o acılı yıllarını anımsamak için mutlaka okunması gereken o dev eserler bilmem artık kitapçılarda kalmış mıdır?

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Gazi’nin en yakınında izlemiş ve yapıtlarına indirmiş bir yaşlı tarihti. O bunalımlı günlerde A.A’nın Yönetim Kurulu Başkanıydı. Onu ilk kez Başkan Yardımcısı Sadi Kocaş’ın özel kaleminde beklerken görmüştüm.

Aradan bunca yıl geçti.

Ülkemizin hali ne kadar da Karaosmanoğlu’nun “Sodom ve Gomore” yapıtındakine benzer halde. Kısaca anlatayım. “Sodom ve Gomore“ bir efsanedir. Usta bu kitabında gelecek kuşaklara bir devrin ne hale geldiğini göstermektedir.

Kitabın kahramanlarından biri Sami Bey’dir.

Sami Bey, aslında Tanzimat’ın yetiştiği tipik bir Türk insanıdır ve “Türk’ten başka her milletin gücüne inanır ve Türkiye’ye ait meselelerin mutlaka başkaları tarafından halledilebileceği fikrindedir.”

Aslında Sami Bey’in bu kişiliksiz, bireysel hali kitaptaki birçok karakterde vardır. Çoğu kendi ülkelerini işgal eden ülkelerin askerleriyle yatıp kalkarak nüfuz sahibi olmak istemektedir. Bir İngiliz zabitiyle yatmak veya görünmek bir Türk kadını için çok önemli olabilmekte veya bir Türk erkeği başka bir İngiliz zabitiyle ilişkiye girebilmektedir. Zaten yazarın İstanbul’u Sodom ve Gomore’ye benzetmesindeki asıl sebeplerden biri budur. İnsanların toplumsal değerlerden tamamen kopuk, seviyesiz yaşamaları, ülkeleri hakkında en ufak bir iyi niyet beslememeleri ve bunda hiçbir beis görmemeleridir. Yazar, romanda anlatılan Türkleri ülkelerinin değerlerinden ve insanlarından o kadar uzaklaştırıp kişiliksiz ve duruşsuzlaştırmıştır ki; bunu her fırsatta betimlemeye çalışır. Örneğin, Madam Jimson’nun İngiliz veya Avusturyalı olduğunu kanıtlamaya çalıştığı sırada Türk tabiiyetinde olduğunun ortaya çıkmasıyla “...Bu yalanı hangi alçak uydurmuş; söyleyin hangi alçak bu iftirayı benim üzerime atmış?...” şeklinde verdiği tepki bu güruhun Türk olmayı ne kadar küçük düşürücü bir şey olarak gördüklerini göstermeye çalışır.

Bir başka tipleme Necdet, bu insanlardan biraz ayrı bir karakterde olsa da sinik ve aciz yanı onu bu ortamı irdelemekten alıkoyar. Romanın en yakışıklı ve sükseli askeri Captain Jackson Read, “...Buradan gitmek istiyorum. Şark semasının bu çiğ aydınlığı, bu yaygaracı insanları, bu pis, bu kokmuş şehir bana bir tiksinti vermeye başladı” diyerek yaşadığı İstanbul’u anlatır.

Yabancılaşma ve boşverme!

Toplumlar bu hale düştüler mi, ne ahlak ne vatan sevgisi, ne ülke sorunlarına ilgi ne de yurttaşlık bilinci kalıyor. İşte bir ülkenin ya da bir devletin çöküşünün işaretleridir bunlar. Bunu geçmişte yaşadık, çok acı çektik.

Etrafınıza bir bakın insanlarımız nasıl da değişti? Nasıl şehit kanlarını bir yana atıp, dümenlerine bakarak düşünmeden, savaşmadan yaşıyorlar? Ahlaki değerler nasıl da yok olmuş? Hapishaneler ağzına kadar Anayasal hakları ellerinden alınmış aydın ve askerlerle dolu.

88 yıl önceki o heyecan, yurttaşlık bilinci nasıl bu kadar kolay bilinçlerden silinmiş? Koca bir ulus çöküyor. Konuşanların, yazanların sesleri kesiliyor. Bir avuç gencin dışında asıl rejimi koruyacaklar ağızlarını bile oynatmıyor.

Cumhuriyet nedir? Bilen anlatan var mı?

Laiklik ve bağımsızlık ne kadar çok kan ve gözyaşının bedelidir?

Sanki hiç yaşanmamış bir sürecin bilinçleri kazınmış insanlar için çağdışı yeni bir yaşam tarzı yaratılmıştır, hukuk, adalet yok olmuştur.

Siyasal bir oyun fütursuzca sahneye konmuştur. Bu ülkenin sağlam güç odakları bu esareti mahkumiyeti içlerine sindirerek şatafatlı elbiselerinin, rozetlerinin altında ezilerek yaşarken hiç mi sıkılmıyorlar?

Tarih yeniden yazılmak isteniyorsa, ya da karşı devrim güçleri, kendi ülkelerinin çıkarlarını yabancıların ellerine, teslim etmişlerse, birilerinin de çıkıp tarihi gerçekleri haykıracak gücü olmalı. Bu ülke artık kahramanlar yetiştirmekten yoksun mu kaldı?

Gençler hele sizler, olanlar olmadın zaman geçmeden tarihinize ve değerlerinize, yok edilmekte olan yurttaşlık bilincinize sahip çıkın.

Bu ulus yeterince aldatılmadı mı? O koltuklarda rahat, o elbiselerin altında huzurlu musunuz?