Sol Sefalet: Türkçe Edebiyat
Geçen hafta Ersoy İrşi’nin fakire de danışarak yüklendiği bir tartışmanın fitilini ateşledik. Kültür dünyamız taciz dışında başka şeyi uzun süredir tartışamadığından insanlar özlemiş böyle işleri!
Neden buna gerek duyduk? T24 adlı sıkıcı sitenin daha sıkıcı kültür şeysi K24’te gördüğüm, Cemal Süreya’ya da Türk edebiyatı mı diyeceğiz yollu bir cümle yüzünden. Sen istersen elma de; biz Süreya’ya öyle diyoruz; o da öyle diyor kendine; senin ederin ne ki adamın rahatsız olmadığı etiketi değiştiriyorsun dedim içimden. Fakat durum ciddiydi. Üstelik sorun sadece benim sorunum değil. Genişçe incelenmeli; edebiyatımız savunulmalıydı. Zaten Türk edebiyatı ile Türkçe edebiyat arasındaki fark, birinin bu topluma; diğerinin ne idüğü belirsiz bir kitleye ait oluşuydu. Türk, Türk demek; Türkçe ise Türk gibi...
Fakir bir süredir bu Türk - Türkiyeli şeklindeki zavallı girişime değinmişti. Sözde ayrımcılık korkusuyla yapılan müthiş bir ayrımcılığın ta kendisi; sol sefalet. İlerici görünen gericilik. Anladık bizim, binlerce yılda yarattığımız kültürle birleşmek istemiyorsun. Ayrılırız, dert değil. Fakat giderken bırak o elindeki Cemal Süreya’yı masaya! Yedirmezler onu adama öyle kolayca.
Ufak işler; niye dikkate aldın ki deme. İthaki yayınları Kemal Tahir’i Türkçe edebiyat diye sunuyor artık. O kadar ufak değil demek. Bir de işim bu benim. Edebiyatın dışında bir şeyden de anlamam. Ayrıca tarihte tartışma yoksa işler iyi ama edebiyatta tartışma yoksa her şey berbattır. Edebiyatımız Demirtaş’ın sıradan öykülerini alkışlamak dışında bir şey yapmıyorsa işler kötüdür. Kötü eseri yazarı için alkışlamak aydına yakışmaz. Bu açıdan önümüzdeki yıl böyle birtakım uğursuz konulara dair soruşturmaları sürdüreceğiz. Her yandan üstümüze bulaşan liberal çamura karşı kış temizliği şart. Bu dil, bizim evimiz; savunacağız.
O zaman soruşturma sonuçlarına dair özet geçmek isterim. Cevap verenler, zaten iki şeyden birini sorduğumuz için, genelde birini ya da ötekini seçti, burada sorun yok. Gelgelelim kimi mazeretlerle cevapsız kalmayı tercih edenler de vardı. Mecbur değil kimse tabii bize konuşmaya. Hastalığı olanlara geçmiş olsun dileriz.
Soru yönelttiğimiz kimi dergi editörleri; bir edebiyat dergisi bu konuyla ilgilenmeyecekse başka neyle ilgilenir bilemem fakat kendi yayınlarında önümüzdeki süreçte işleyecekleri için bize konuşmak istemediler. Bakalım nasıl işleyecek, neyi savunacak, kimden yana çıkacaklar; bekliyor, söz hakkımızı saklı tutuyoruz. Taraf mıyız? Herhalde yani. Bir edebiyatçı ya da bir dergi taraf tutmuyorsa neye yarar, öyle değil mi!
Cevap vereceğini söyleyip “tabii mutlaka size yazacağım” dediği halde hiç ses etmeyenler de oldu. Herhalde her fikrin orta halli taşıyıcısı olduklarından eşe dosta ayıp olmasın diye düşündüler, başka niye olacak. Hoş görünerek çok şey olunur ama yazar, aydın, entelektüel olunmuyor, olunur da zor yani! Başat bir ölçü değil ama konu sanatsa ve herkes tarafından seviliyorsa, oturup nerede yanlış yaptığını düşünmeli insan.
Kesinlikle cevap vermeyenler de vardı. Sözler kadar suskunluğun da tavır olduğuna inananlar. Vardır elbet bir bildikleri. Fakat en komiği, ülkenin kurucu kadrolarından birinin adına konmuş olan edebiyat ödülüne layık görülmüş bir arkadaşın, “kusura bakmayın, Aydınlık’a konuşmuyorum” tadındaki beyanatıydı. Fikrini söylemek de iş tabii. Ben, inanmadığım bir gazeteye de röportaj veririm ne olacak... Yeter ki fikrimi yayınlayabilecek cesareti / isteği olsun o gazetenin, ne var yani! Hele konu Türkçe ise herkesle konuşurum. Demek arkadaşın, öncelikle aldığı ödülü ve bu bahisle de ülkemizdeki ödül kurumunu sorgulamak gerekecek. Sorgularız elbet.
Cevaplar iki bölümde toplandı. Füruzan, Ayla Kutlu, İnci Aral, Feyza Hepçilingirler, Osman Şahin, Ataol Behramoğlu, Özdemir İnce, Hidayet Karakuş, İrfan Yalçın gibi ustalar; Seyit Nezir, Hüseyin Haydar, Ahmet Yıldız, Hüseyin Ferhad, Barış Erdoğan, Arzu Alkan Ateş, Suat Duman, Kaan Arslanoğlu, Faruk Duman, Mustafa Akar, Tunca Arslan gibi edebiyatımızın kale burçlarını tutmuş değerli şair, yazar ve editörler aynı fikirde buluştu, edebiyatımıza Türk edebiyatı dediler. Genç kuşağın başarılı şair yazar, editörleri Eray Sarıçam, Kaan Eminoğlu, Ali Kandaz da Türk edebiyatından yana tavır koydu. Mario Levi ve Necati Tosuner, tartışmayı önemli bulmasalar da Türk edebiyatını savundu; onlara göre iyi edebiyat önemliydi, adı sorun değildi.
Akademiden Kemal Ateş ve Pınar Ekinci hocalar, demeçleriyle zihin açtı. Nihayet Türkçe edebiyat teriminin ayrıştırmak için oluşturulmuş yeni bir saçmalığın parçası olduğu çoğunluk tarafından onanırken Ekinci hoca, nefis bir saptama yaptı: “Türkçe edebiyat kavramının bir kalkışma olduğunu düşünüyorum. Zayıf, cılız bir kalkışma.” Sesimize ses veren Doğu Perinçek’e, Aslan Tekin’e (Yeniçağ) ve Oda TV’deki yazısıyla Mehmet S. Aman’a da teşekkür borcumuz var.
Ayrıca Türkçe edebiyat terimini çoğulcu bulanlar da vardı cevaplarda. Çoğulcu? Kimisi de kapıldığı empati selinden olacak Türk edebiyatı demeyi şovence buldu. Yaşadığımız kültürel iklimin sefaleti açık.
Fakirin bu süreçte aldığı en belirgin ders, Türkiye’de kendine solcu diyen insanların bir kısmının artık Türk demekten çekindiği oldu. Elliden fazla dergi ve birçok aydının desteklediği dosyamıza, solculuktan bir adım geri atmaz gibi duranların hiç ses çıkarmaması başka neyle ilgili olabilir?
2020 bitiyor. Önümüz açık. Hayat karmakarışık, mükemmel biçimde akıyor. Umutsuzluk yasak! Umutsuz insan haindir, diyordu Romain Gary. Her şey güzel olacak!