Son anne de göçtü
Mart ayı acılı aydır benim için. En sevdiklerimi mart ayında kaybettim. Annem Navruz, Nevruz Bayramı günü öncesi ve sonrası doğmuş olacak ki adını Navruz koymuşlar. Köyümüzün bilgesi Aşık Veysel’i burada belirtmeye gerek duymadan, anacak olursam sevgili annem 25 yıl önce mart ayının sonunda aramızdan ayrılmıştı. Bu senenin mart ayının son günlerinde arkadaşım, kardeşim, yoldaşım her türlü mücadelenin zirve yaptığı gençliğimin ortağı, üyesi olduğum ilk dernek Devrimci Liseliler Birliği Başkanı Rıza Özer’i kaybettiğimizi öğrendim. Üzgünüm. Kızımız gibi yanımızda büyüttüğümüz menekşe gözlü yeğenimi de mart ayında kaybettik. Onun salgın döneminde toprağa verilmesinde bile sevenleriyle beraber olamamış, onlarla acılarımızı paylaşamamıştım. Mart ayının son haftasında annemin dert ortağı bacılığı Zehra Başbuğa’nın da hayatını kaybettiğinin haberini aldım. Zehra teyzenin vefatını öğrenince geçmişi hatırladım.
Annem Ankara'da birçok Aydınlıkçı arkadaşıma annelik yaptı. Annemin arkadaşı ve annem çocukları aracılığıyla siyasi çevre içinde kendilerini buldular. Zehra teyze annemden farklı olarak Türkiye Birlik Partisi üyesi gibiydi. Ne annemin ne de Zehra teyzenin okur yazarlığı vardı. Her iki annenin de biz çocuklarının yetmişli yılların ortalarından itibaren kendilerini siyasi çalışma ve çatışmaların göbeğinde bulduklarından, anneler de çocuklarına sahip çıkabilmenin başka bir yolu olan siyasi partilerle bağları oldu. Özellikle benim annem lise yıllarımda iki yıl boyunca okulumuza karşı girişilen saldırılarda başka annelerle yanımızda oldu. O lisenin ikinci ve üçüncü yılında iki yıl boyunca çantasında acı biber ile karışık kum taşıdı. Yolumuz üzerinde bulunan bakkal Şevki amca annemi yanına çağırmış, “Navruz hanım şu acı biberi al, çantandaki kuma karıştır, çocuklarınıza saldıranların gözüne atın” demiş. Bir de diğer annelerle birlikte geçtiğimiz yol boyunca taş dizmişler. “Çocuklarımız gereksinim halinde taş bulsunlar diye yol boyunca taş dizdik oğlum” diye anlatmıştı. Anlatımının birinde ise belediyenin temizlik işçileri ile kavga ettiklerini anlatmıştı da, nedenini sorduğumda “taşlarımızı süpürüyordu.” dedi. O zamanlar dayım da belediyenin temizlik işçisi olarak çalışıyordu, “Peki ya dayım o taşları süpürüyor olsaydı, yine mi kavga edecektiniz?” soruma yeşil gözlerinin dolu dolu olmuş, cevap verememişti. Sadece yutkunmuş ve gözlerini kaçırmıştı.
Annemin bacılığı Zehra teyze annemin dert ortağıydı. O da siyasi çalışmaları evine taşımıştı. Türkiye Birlik Partisi (TBP) Genel Başkanı Mustafa Timisi, Zehra teyzenin Ankara Umut Mahallesi, Kurudere’deki evine gelmişti. O zamanlar ben de TBP Korosu’nda bulunmaktayım. Sevgili ağabeyim Muhammet Atmaca TBP Gençlik kolları başkanıydı. Yıl 1977, önümüzde bir genel seçim vardı ve biz gençlik kolu olarak Mustafa Timisi’yi TBP’nin CHP ile seçime katılmasına zorluyorduk. Zehra teyzenin evinde de Timisi ile sohbet ediliyor ve bu sohbet sırasında Timsi’ye CHP ile milletvekili pazarlığı yapmadan birlikte seçime katılması arzumuzu dile getiriyorduk. Zehra teyze bize rahatsız olmuşcasına bakıyor, misafirini kollamaya çalışıyordu. TBP ve CHP seçime beraber girme görüşmeleri oldu, ancak görüşmeler olumsuz sonuçlandı, seçime beraber girilemedi. TBP Gençlik Kolları Başkanı Muhammet Atmaca TBP’nin seçime CHP ile girmemesinden dolayı gençlik kolları olarak TBP’den istifa ettiklerini açıkladı. Bizler de böylece TBP’den ayrıldık.
Bu ayrılmayı kabullenemeyen Zehra teyzemiz bize yıllar yılı küstü. Bir defasında bu küskünlüğünü de bana “Timisi’yi terk ettiğiniz için sizinle konuşmuyorum” diyerek dile getirmişti. Annemi kaybetmiş, uzun yıllar Zehra teyzemi görmemiştim. 2008 yılında yolum köyüm Sivrialan’a düştü. Zehra teyzenin de köyde olduğunu öğrenmiştim. Ziyaretine gittim. Kendisinde annemin sıcaklığını ve kokusunu buldum. Dertleştik, ağlamamak için kendimizi çok zorladık. Ama yılların birikmiş hasretini giderdik, küskünlüğünden eser kalmamıştı. İstemeyerek de olsa onu evinde bırakmış, yanından ayrılmıştım. Bana ayrılmadan önce bir hediye vermişti. Hediye dört parmağın girebileceği minyatür bir heybeydi. Bu küçük heybeyi kendisi dokumuştu. İçinine de ufak bir pusula koymuş ve bir de not bırakmıştı: Bana hediyemi kabul et dedikten sonra, “seni çok seviyorum” diye yazmıştı. Bu bir cümlelik yazı Zehra teyzenin bir gururunu benimle paylaşmasıydı. Zehra teyzem ve annem benim ve arkadaşlarımın hayatında çok önemli yeri olan Seyranbağları Halkevi’nin düzenlemiş olduğu okuma yazma kurslarına katılmışlardı. Üniversiteli ablalarımız özellikle kadınlara yönelik okuma yazma kursları düzenlemişlerdi. Hem annem hem de Zehra teyze bir müddet o kursa katıldılar, ancak annem özellikle “kafam almıyor oğlum” diyerek biraz da vakitsizlikten kursa ara vermişti. Zehra teyzenin devam edip etmediğini bilmiyordum. Ama anlaşılan okumayı ve yazmayı sökmüştü ki bana el emeği göz nuru hediyesinin içine sevgisini yazısıyla paylaşmıştı.
Zehra teyze gibi benim kuşağımın anneleri sadece kendi çocuklarına annelik yapmadılar. Onlar çocuklarının arkadaşlarının hepsine ayrım yapmadan anne oldular. Ellerinde olanları onlarla paylaştılar, korudu ve kolladılar. Çocukların hepsini alıcı kuşlardan korumaya çalıştılar, korudular da. Bizlerin arasından ayrılanlar alıcı kuşlara kapıldılar ve aramızdan alındılar. O kuşağın son temsilcisi Zehra teyze, kardeşim ve DLB’nin son başkanı Rıza’yı kaybettik. Hem Zehra teyze hem de Rıza Özer kardeşim Sivrialan dağlarının bağrında toprağa verildiler ve kendilerinden önce baharın başlangıcında bizleri yalnız bırakan Aşık Veyselîmiz ve anneme komşu oldular. Sizden önce aramızdan ayrılanlara bol bol selamlarımızı iletin, ellerinden öpüyorum.