22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sonbaharın eski tadı yok           

Selçuk Ülger

Selçuk Ülger

Site Yazarı

A+ A-

Frankfurt, Almanya'nın en yeşil kentlerinden. İlkbaharları gibi sonbaharları da çok güzeldir.

Main Nehri kıyılarında sıralı ulu ağaçlardan bulvarlara dökülen sararmış yapraklar kasım sonuna kadar olanca güzelliğiyle ışıl ışıl yer değiştirir...

Kenti pastele boyayan bu güzelliklerle yetinmeyenler, sonbaharı yaşamak için Frankfurt'a bir türkü süresi uzaklıktaki Taunus tepelerine çıkarlar. Ormanlara gizlenmiş irili ufaklı Taunus köyleri göz kamaştıran güz renkleri altındadır. Bu masalsı güzellikler, 1930'lu yıllarda tedavi için Frankfurt'a gelen büyük edebiyatçımız Ahmet Haşim'i de büyülemiştir. Frankfurt Seyahatnamesi'nde 'Sonbahar' başlığı altında değinir bu güzelliklere:

“Sonbahar aylarında, kendisiyle birlikte tenha Yakacık kırlarında al meyveli kocayemişi fidanları arasında dolaştığımız bir Fransız dostum bana daima derdi ki:
– Sizin sonbaharınız olamaz, çünkü ağaçlarınız az ve teşrinlerde sararıp dökülen yapraklarınız nakâfi. Sonbaharı gelip de bizim memlekette görmeli...
Fransa'ya birçok defalar seyahat ettim. Fakat ikametlerim hiç sonbahara tesadüf etmemişti. Bu sefer Avrupa sonbaharını Frankfurt dağlarında doya doya seyrettim. Hala gözlerim gördüğü o muhteşem şeyin yığın yığın ihtiyar altınlarıyla kamaşmakta…”

Bugün hava güneşliydi. İçinden şiirler akan güzel bir güz yazısı yazmak için oturdum masama, fakat yazamadım. Çünkü, bu yıl hem Frankfurt'un sokaklarında hem de Taunus tepelerinde eski sonbaharların tatlı neşesinden eser yok. Varsılı, yoksulu, tüm insanlar bir kaygı yumağı içinde epeydir. Keyifli tümceler kurmak bile, ölü evinde çalgı çalmak gibi geliyor bu aralar bana. Eskiden Römer alanındaki lokantalarda, içimevlerinde daha ilk bardakla coşan Almanların ağızlarını bıçak açmıyor bu günlerde. Nasıl açsın; savaş sonrası ince ince hesaplarla aralıksız üretime ayarlanmış iri çarklı fabrikaların değişmez sanılan düzeni enerji kriziyle birdenbire altüst oldu.

On yıllardır rüzgarsız, dalgasız denizlerde üretim gemisini hızla yürütmeyi başarmış Almanlar, Ukrayna'daki savaşta taraf olmanın yarattığı soğuk fırtınanın nasıl dindirileceğini düşünüyorlar sessizce. Şimdilik 'sessizce'...

Almanya'nın bu sorumsuz tutumunu ilk günden eleştiren deneyimli siyasetçilerin, tarihçilerin, aydınların sesleri bilinçli olarak kısıldı medyada. Bu yaşananların gerçek nedenleri nesnel bir zeminde tartışılamadan 'düşman' ta baştan ilan edildi. Alman medyasının aylardır aralıksız sürdürdüğü tek taraflı, yalan yanlış haberlerle köpürtülen Rusya düşmanlığı, Alman toplumuna bilinçli olarak dalga dalga yayıldı. Özgürlüğü, demokrasiyi, çok sesliliği dilinden hiç düşürmeyen, sağa sola bu konuda akıl hocalığı yapan Almanya'da savaşa ilişkin haberlerde duyulan tek ses, Atlantikçi çığırtkanların sesi...  Ama Kant'ların, Hegel'lerin, Goethe'lerin, Schiller'lerin geçtiği topraklarda güneşi balçıkla sıvayamazsınız. Alman halkı da kulaklarını gerçeğe, gerçeklere er geç açacaktır kuşkusuz.

Almanya'ya sığınan milyonlarca Ukraynalı hâlâ el üstünde tutuluyor görünse de, savaşın ilk günlerindeki tılsım yavaş yavaş bozuluyor sanki. Almanya sokaklarında en lüks araçlarla dolaşan, trafik cezalarından dahi muaf tutulan 'ayrıcalıklı' sığınmacıların hiç de savaştan kaçmışa benzemediklerini gören Almanların homurdanmaları daha şimdiden duyulmaya başladı. Savaşın ilk günlerinde evlerinin pencerelerinden Ukrayna bayrakları sarkıtan Almanlar, sarkıttıkları bu bayrakları yavaş yavaş topluyorlar. Yüksek kulelerini sarı-mavi renklerle aydınlatan kiliseler de (enerji tasarrufu için olmalı) tek tek söndürmeye başladılar yansıttıkları güçlü neon ışıklarını. 

Bu hesapsız işin sonu da, tren istasyonlarında bandoyla karşılanıp bir süre sonra 'defolun!' denilen ilk kuşak misafir Türk işçilerin sonuna benzemez inşallah!..

Lafı uzatmayalım...

Bu yıl Frankfurt sonbaharının eski tadı yok. En vurdumduymaz Almanlar bile, iri bira bardaklarında kaybolup kahkalarla gülemiyorlar eskisi gibi. Refah toplumu olmaktan hızla uzaklaşan ve sorun yumağına dönüşen ülkelerinin acı durumunu onlar da görüyorlar artık...

Neşe ve iyimserlik gibi keder ve umutsuzluk da bulaşıcı. Etrafımı izledikçe sonbahar coşkum pörsüdü. Kışın gelecek gaz, elektrik, sıcak su faturaları düştü aklıma benim de. Bu yüzden, içinde sarı yapraklar uçuşan, şiirli bir güz yazısı düşüremedim bu kez...

Yine de, öğle güneşi altında yapraklarından nazlı nazlı soyunan kayın ağacına ayıp olmasın. Yazımızı -Alman dostlarımızı kızdırmak pahasına- Rusların köylü şairi Sergey Yesenin'in dizeleriyle bitirelim:

“Bugün sevdalıyım bu akşama
  Sararan ova yüreğe yakın
  Ergen rüzgar omuzlarına dek
  Sıyırdı eteğini kayın ağacının”