12 Ekim 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sorun sadece isimsizlik değil

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Dünkü Aydınlık’ın manşetinde çok önemli bir soruna işaret ediliyordu. Sosyal medyada anonim yani isimsiz hesaplar açmak, suç işleme eğilimindeki insanlar için bir imkân yaratıyor. Gerçek adı sanıyla meydana çıkmayan, uyduruk bir mail adresi ve kullanıcı adı alan bazı kimseler, anonimliğin arkasına gizlenerek her türlü değeri ayaklar altına alabileceklerini zannediyorlar. Bu doğru. Fakat eklenmesi gereken sosyolojik bir boyut daha var: Simülasyon kültürünün etkileri!

Fransız düşünür Jean Baudrillard, teknolojinin ulaştığı aşamada gerçekliği kaybettiğimizi ve onun yerine medya aracılığıyla simüle edilmiş bir gerçeklik inşa edildiğini söylemişti. Eskisinin yerine gelen ve eski gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmayan bu hipergerçek durumu kendi kültürel değer sistemini de beraberinde getiriyor.

İki genç kızın katledildiği olaydan sonra, sosyal medyada çok sayıda ifşa edici video dolaşıma girdi. Bunlara bakınırken bir video gördüm. Kendi odasından canlı yayın açmış bir oğlan çocuğu, karşısında bir-iki izleyici bulunca, pankreas güreşçisi hareketleriyle yatağının üzerindeki Kuran-ı Kerim’in üzerine zıplıyordu. Bu davranış, neresinden bakarsanız aptalca bir kutsal değer ve toplum “eleştirisiydi.”

Gençlik çağlarında büyüklerin temsil ettiği gelenek, görenek ve yaşam tarzlarına yönelik sorgulamalar, arayışlar ve buradan çıkan bazı başkaldırılar, sivrilikler bir dereceye kadar anlaşılabilir bir şeydir. Fakat esas sorun, bu gençlik bunalımları eskiden arkadaş grupları içindeki tartışmalarda kalırdı. Şimdi bu bunalımlar, canlı yayın açarak ulusal gündem oluşturabiliyor.

Toplumsal bütünleşme sürecini tamamlamamış gençliğin toylukları, bütün toplumu esir eden görülme ve beğenilme ihtiyacını sonuna kadar gıdıklayıp fetiş haline getiren sosyal medya ile birleşerek, pervasızlığı, densizliği, terbiyesizliği ve ahlaksızlığı giderek daha üst çıtaya taşıyor.

Böyle çamurlaşmış bir ortamda her türlü psikolojik rahatsızlık, en fazla izleyiciyi çekme ve en popüler sosyal medya hesaplarını yaratma imkânına kavuşur.

Nasıl 1970’lerin ikinci yarısındaki sağ-sol çatışmaları ortamı, esas derdi ülkücülük veya devrimcilik olmayan ama bunların arkasına sığınarak psikopatlıklarına meşruluk kazandıran tipler için bir hareket alanı yaratmışsa, günümüzde de sosyal medya kültürü ruh hastalarına en çılgınca, en çok ilgi çeken içerikler üretmeleri için meşru bir zemin yaratıyor.

Sosyal medyanın kişilik bozucu etkileri var ama aynı zamanda kişiliği zaten bozuk olanları da “star” haline getiriyor.

Söylemek istediğim şu: Bir anonimlik sorunu var fakat bütün kutsallara hakaret eden, cinayeti, çocuk tacizini veya dini değerleri öven, canlı yayında karşısındaki insanlara dümdüz söverek ve aşağılayarak, konuşan kimi sosyal medya hesaplarının sahipleri bazen anonimliğin arkasına sığınma ihtiyacı bile hissetmiyor. Kendi adları veya gerçek görüntüleriyle faaliyet yürütüyorlar. Bu pervasızlığın bir nedeni yok mu? İşte meselenin sosyolojik boyutu bu noktada önem kazanıyor.

İletişim bilimci Marshall Mcluhan’ın medya mesajdır sözü meşhurdur. Yani medyanın biçimi, mesajın niteliğini belirler. Medya aramızda kurduğumuz toplumsal iletişimin dilini, üslubunu, tarzını çerçeve içine alır. İşte internet çağında sosyal medya, sadece aramızdaki gerçek yüzyüze ilişkilerin yeni bir mecraya taşınarak sürdürülmesine değil, aynı zamanda yeni bir ilişki biçiminin tarif edilmesine de yol açıyor:

Gerçek ile sanal yer değiştiriyor. Bundan en çok etkilenenler, doğal olarak, daha önceki iletişim biçimlerinin sahiciliğini daha az tecrübe etmiş ve internetin içine doğmuş olan kuşaklar oluyor. Sosyal medyada açtığı canlı yayının, kendi gerçek adı ve yüzüyle de yayın yapsa, sanal sayılması gerektiğini düşünen yeni türden bir kültür kalıbı oluşuyor.

Tıpkı filmlerde olduğu gibi. Dün filmde öldüğünü seyrettiğimiz oyuncuyu bu gün sokakta gördüğümüzde neden şaşırmazsak, canlı yayında karşısındakine ağzına geleni söyleyen, her tür toplumsal değere hakaret eden kişi de, bunun bir “show business” olarak görülmesi gerektiğini düşünüyormuş gibi hareket edebiliyor.

Gerçek ile sanal nerede ayrılır, sosyal medya mecraları gerçek iletişim mecraları mıdır yoksa sanal mıdır? Örneğin gerçek hayatta birbirimizi arkadaş olarak ekleyip çıkartamayız ya da engelleyemeyiz, ama sosyal medyada yapabiliriz. Bu durumda sosyal medya gerçek olmayan bir ortam olmaz mı? Madem gerçek değil sanal, o halde hakaretler de o kadar kafaya takılmaması gereken şeyler değil mi?

Görüleceği üzere, hiçbir konuda olmadığı gibi, sosyal medya suçlarında da mesele sadece hukuki tedbirden ibaret değil. Bölücü partileri yasaklayıp sosyolojik tedbirleri ihmal eden Türkiye, sonunda dönüp dolaşıp parti kapatmak çözüm değil çaresizliğine teslim oldu. Sosyal medyayı, gerçek ilişkileri ikame edecek değil, onun tamamlayıcısı olacak bir alan olarak ele almak gerekiyor.
Nasıl mı? Onu da konuşalım.

Sosyal medya Film Toplum teknoloji Medya