Sosyal demokrasi ve devrimci siyaset (3)
Diğer ideolojiler gibi sosyal demokrasi de, toplumun önündeki belli türden sorunları çözmesine yönelik olarak sistematikleşmiştir. Hangi sorunlardır onlar? Yüksek refah düzeyine ulaşmış bir kapitalist ekonomide, işçi sınıfının kaynaklardan daha fazla pay almasının mümkün olduğu ve toplumun temel meselesinin sosyal adalet, özgürlük ve eşitlik dengesinin sağlanması halini aldığı bölüşüm sorunları…
Sosyal demokrasi bölüşüm adaleti meselesinin iktidara el koymaya bağlı olduğunun düşünüldüğü 19. yüzyılda sosyalizan bir ideolojiydi. Burjuvazi dünyada sosyalist sol bir bütün olarak sistemi tehdit edecek güce ulaştığında, mazlumların sömürülmesinden elde ettiği fazlanın bir kısmını işçi sınıfı ile paylaşmaya razı oldu. Hem emperyalist-kapitalist sistemin içinde kalacak hem de refahın tabana yayılması işini üstlenecek olan ideoloji sosyal demokrasi oldu. Sosyal demokratlar İkinci Dünya Savaşı sonrasından 1970’lerin sonlarına kadar bir “altın çağ” yaşadılar. 70’lerden sonra kapitalizmin uluslararası krizinin çözümü için sosyal refah devletinin tasfiyesine girişildi. Batılı egemen sınıflara bu cesareti veren ise sosyalizm tehdidinin zayıflaması oldu. Neoliberal partiler aracılığıyla işçi sınıfına verdiklerini geri almaya başlayan burjuvazi, sosyal demokratları da krize soktu.
İki sonuç çıkıyor: Birincisi sosyal demokrasi tam bağımsızlık, milli kalkınma ve devrimci yöntemlere başvurmaktan korkmayan bir toplumsal özgürleşme ihtiyacına cevap vermek üzere formüle edilmiş bir ideoloji değil. Başka bir toplumsal aşamada, başka türden sorunların cevabı olarak ortaya çıktı ve kurumsallaştı. Sosyal demokrasiden Türkiye gibi ülkelerin temel ihtiyacı olan devrimci siyasetler için bir ideolojik temel çıkmaz. İkincisi, sosyal demokratların ne kadar solda olacağı, o ülkede sosyalistlerin ne kadar güçlü olduklarına bağlı.
Siyaseti izleyenler bilirler, ezelden beri CHP’de kendisini mevcut yönetimin solunda gören çok insan vardır. Bunlar CHP’yi içeriden baskılayarak “kurtarma” yani 70’lerin özledikleri sosyalizan CHP’si yapma hayaliyle yaşarlar. Bir türlü anlayamadıkları şey ise CHP’yi o yıllarda ortanın soluna çekenin, içerideki üye/delege baskısı değil, TİP, Dev-Genç, TÖS ve DİSK gibi örgütlerin öncülüğünde Türk toplumundaki sosyalist yükseliş olduğudur. Nitekim CHP’yi yönetenler bugün kendi soluna baktığında parlamenter güç dengeleri içinde 70’lerin Atatürkçü, devrimci ve milli solunu göremeyip, HDP’nin “solculuk” iddialarına da prim verecek kadar oportünist olduklarından, partinin “sol” kanadı diye tarif edilenlerin tamamının HDP hayranı oldukları gözlenir.
Geçenlerde Ethem Sancak, Vatan Partisi’ne katılımını açıkladığı basın toplantısında söyledi. Almanya, BMC’ye sözleşmeyle taahhüt ettiği halde tank motoru satmamış, işi sürekli yokuşa sürmüş. ABD devreye girip “sistemin” denetleyebildiği başka ülkelerin de BMC’ye yardımcı olmasını engellemiş. Finlandiya zırh çeliği vermeyi reddetmiş. Nedir bütün bunların anlamı?
Türkiye, uluslararası Batı sisteminin bir denetimi altında. Bizim Atatürkçülüğü elde tutmak isteyen sosyal demokratlarımız bu durumu elzem buluyorlar. Ama tam da bu Batıcı çizgi, Atatürkçülük iddiasını 'gardrop’la sınırlıyor. ABD öncülüğündeki uluslararası sistem, bizi düşmandan koruduğu iddiasındadır. Ekonominizin daha rahat sömürülebilmesi için altyapı yatırımları yapmanızı sağlar, İç pazarınızı geliştirir vb. Ama Atatürk’ün bize bıraktığı hedef olan muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkabilmemiz için gereken üretici yatırımlardan, know-how’dan, teknolojiden vb. bizi uzak tutar. Çünkü sistem içinde herkes yerini bilmelidir. Hem sisteme dâhil olup hem de sistemin kurallarını koyan ülkeler ligine çıkmaya yönelik milli kalkınmacı hareketler “başı bozukluk” olarak görülür ve gereği yapılır!
Emperyalizmin merkez ülkelerinin kendi denetimlerinde tuttukları otomotiv, bilişim, petro-kimya, silah, ilaç vb. en en büyük sermaye yatırımlarını gerektiren ve en karlı olan sektörlerde milli yatırımlar yapamaz, merkez ülkeler ligine girmenizi sağlayacak sahalarda at koşturamazsınız. Bunları yapmaya kalktığınızda uyarılır, laftan anlamazsanız ekonomik operasyonlar, siyasi istikrarsızlıklar vb. yoluyla iktidardan gönderilirsiniz. Bunlara da direnirseniz suikastlar ve darbeler devreye girer. Bu nedenle antiemperyalist olduğunu söyleyen ama AB’ye girmek, ABD önderliğindeki küresel kapitalizme uyumlu davranmak, NATO’da kalmak gibi programları savunan bir parti, ister sosyal demokrat olsun ister muhafazakâr, halka yalan söylemektedir. Gerçekte söylediği şudur: Lafta antiemperyalistim ama aslında emperyalist sistemin izin verdiği dengeler içinde reformlar aracılığıyla günü kurtaran ve yapısal sonuçlar doğurmayacak bazı iyileştirmeler yapmaktan ibaret bir siyasi/ideolojik görüşüm var.
Atatürkçülük devrimciliktir. Türkiye’nin ihtiyacı da budur. Dünyası sistemin çizdiği sınırlarla çevrili bir ideolojik konumlanmadan ise ihtiyacımız olan devrimci siyasetler çıkmaz. Geçmişte çıkmadı, bugün de çıkmıyor!