Sovyetler Birliği neden çöktü?
Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümünde kutlamalar ağıtlara karıştı. İster sosyalizmin ta kendisi, ister “reel sosyalizm” diyelim; ister “devlet kapitalizmi” ya da “sosyalizme geçiş süreci” olarak görelim, Sovyetler Birliği’nin varlığı bütün dünya halkları için önemli bir güvenceydi. Bu güvencenin ne kadar güçlü olduğunu Sovyet sisteminin çöküşünden sonra olanlara bakarak anlıyoruz. Dünya burjuvazisinin tepesinde yüz yıl boyunca dolaşan komünizm hayaleti, “refah devleti”, “işçi hakları” , “toplumsal kalkınma” hatta “ulus-devlet” gibi kavramları peşine takarak uzaklaştı.
Ekim Devrimi komünist enternasyonalistlerin devrimidir. Dünya Savaşı sırasında Bolşevikler, her ülke proletaryasının kendi ülkesinin yenilmesini sağlamakla görevli olduğunu; üniformalı işçi ve köylülerin silahlarını karşı saflardaki işçi ve köylü kardeşlerine değil, başlarındaki subaylara ve kendi burjuvazilerine çevirmeleri gerektiğini açıkça ilân etmişlerdir.
GEÇİŞ SÜRECİ
Rusya’da ihtilal yaparak iktidarı ele geçiren Bol-şevikler, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak, böylece üretim ilişkilerini dönüştürerek sosyalizme geçiş sürecini başlattılar ve sanayi burjuvazisiyle soylular sınıfını tasfiye ederek demokratik devrim aşamasını atlayıp doğrudan sosyalizm aşamasına geçtiler. Bütün sınıfların siyasi temsilcilerini toplayan demokratik bir parlamentoya katılacak yerde, “proletaryanın devrimci demokratik diktatörlüğü”nü ilân ettiler.
Devrimden hemen sonra III. Enternasyonal’i kurdular. Savaşın silahlandırdığı Avrupa proletaryasının, Ekim Devrimi örneğini izleyerek kendi burjuvazisini devireceğini ve Rus kardeşleriyle birleşeceğini, Avrupa ülkelerinin altyapısı daha gelişmiş ekonomileri sayesinde dünya devriminin ve sosyalizme geçiş sürecinin hızlanacağını umdular.
Almanya’da 1918-23 devrimci döneminin kapanmasıyla birlikte bu umut kayboldu. Bunun üzerine yine dünya devrimi perspektifiyle ezilen halkları emperyalizme karşı ayaklandırmak için doğuya, Asya’nın içlerine döndüler. “Millî demokratik devrimde sınıflar” meselesi/tartışması bu aşamada ortaya çıktı. Bu süreç 1925-27’de millî demokratik devrimci Kuomintang’ın Çin’in kısmen sanayileşmiş bölgelerinde komünistleri kitle halinde katletmesiyle sona erdi.
Bu iki yenilgi Rusya’daki bütün komünist enternasyonalistlerin tasfiyesine yol açtı. “Tek ülkede (Rusya’da) sosyalizm”in kurulup kurulamayacağı tartışması da böylece sona erdi. Ütopya yerini hakikate bıraktı. Stalin ve arkadaşları amansız bir sınıf mücadelesine girişerek Rusya’da kapitalizmin ve feodalizmin sürekli yeşeren kalıntılarına karşı sosyalizme geçiş sürecini ilerletmeye çalıştılar. Nepmanları (NEP döneminin yeni zenginleri) tasfiye ederek sosyalizmin temelini oluşturacak ağır sanayiyi inşa etmeye başladılar ve kulakları (feodal sınıf) tasfiye ederek bütün köylüleri üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin olmadığı kolhozlarda topladılar. Sovyetler Birliği bu sayede kuruldu ve “Anavatan Savaşı”nda Nazi ordularını yenilgiye uğratarak kendi sistemini Avrupa’nın ortalarına kadar yaymayı başardı.
SERMAYE BİRİKİMİ VE BÜROKRASİ
Sovyetler Birliği’nde büyük ölçekli sosyalist ekonominin kuruluşunu finanse etmek için gerekli sermaye birikimi (ilksel sermaye/primitive accumulation) ancak küçük üreticiden, esas olarak köylüden sağlanan fazlalara el konularak oluşturulabildi. Kaynakların ve fazlaların merkezileştirilmesi kaçınılmaz olarak muazzam bir merkezi bürokratik devlet yapısına yol açtı.
Sovyet Rusya’nın en önemli sorunu bu devlet bürokrasisini yenilemek ve dönüştürmek için tasfiye ve azletme dışında bir yöntem bulamamış olmasıdır. Devlet bürokrasisinin önce ayrıcalıklı bir kast, daha sonra kendine özgü sömürücü bir tabaka (nomenklatura) haline gelmesi 1950’lerin başına kadar infaz, sürgün ve azletme yoluyla önlenebilmiştir. İşçi sınıfının parti bürokrasisini denetlemesini sağlayan bir yöntem/sistem geliştirilememiştir. Sovyet bürokrasisinin 1990’larda ansızın kapitalist bir sınıf (oligarklar) olarak boy göstermesinin ve işçi sınıfının bütün ayrıcalıklarını kaybetmesinin temeli budur.
Emperyalist ülkelerle yarışmanın seyri, jeostratejik hatalar (Pekin-Moskova çatışması, Afganistan vs), teknolojinin yenilenmesiyle ilgili sorunlar (Lisenko olayı), tarım politikalarının (Huruşov’un 1954-56 “bâkir topraklar kampanyası”) ve işletme bazında kârlılığı ve verimliliği esas alan Liberman Reformlarının (1962-65) başarısızlığa uğraması gibi pek çok olayı bu temele ekleyebiliriz. Fakat temel değişmez: Sermaye birikim modelinden ve devlet bürokrasisini yenileme sorunlarından kaynaklanan sürekli bir iktisadi, siyasi ve idari durgunluk. Bu durgunluk içinde Sovyet halkı, Stalin sonrasının “uzun kış uykusu”ndan kapitalizme uyanmıştır. Bu süreç bize devrimden sonra sınıf mücadelesinin devam ettiğini öğretir ve bu konuda Mao Zedung’un katkısı önem kazanır.
Bu süreçten çıkarılacak pek çok ders vardır. Rus halkının hâlâ Stalin dönemini özlemesi ve Putin yönetiminin (bile) Sovyet sembollerini kullanması çok şey anlatır. Fakat Bolşevik taktiklerinin ve Sovyetler Birliği’nde yaşanan tartışmaların bugünün dünyasına hiçbir şey söylemediğin; Rus Devrimi’nin bütün kahramanları, umutları, sorunları ve tartışmalarıyla birlikte tarihe gömüldüğünü kaydetmeliyiz. Devrimi geçmişte değil gelecekte aramak gerekir.