Soykırım baskısı ve gelinen yer
30 Ağustos 1922’de emperyalistler karşısında zaferi kazanmamızla gündemden düşen Ermeni Soykırımı iddiaları, Türkiye’nin hizadan çıkmaya başladığı Sovyet-sonrası dönemde hatırlanmaya başlandı ve en sonunda 2000 yılında Amerikan Temsilciler Meclisinin gündemine geldi. ABD’nin verdiği sinyalin ardından, birbiri ardına pek çok Avrupa ülkesinin parlamentosunda Ermeni soykırımını inkâr edenlere ceza verilmesini öngören kararlar alınmaya başlandı. Türkiye bu sorunla nasıl başa çıkacaktı? İki zıt yaklaşım kısa sürede kendisini gösterdi. Sistem partileri, devlet kurumları ve aydınların ezici çoğunluğu savunmacı stratejiyi benimsediler. Vatan Partisi tarafından geliştirilen ve Talat Paşa Komitesi aracılığıyla aydınların ve halkın bir kısmına mal edilen ikincisi aktif-siyasal stratejiydi.
Arkada kalan yirmi yıllık dönemde bu iki zıt yaklaşım, batı sisteminin Türkiye’yi sıkıştırmak için kullanıma soktuğu soykırımcılık iddiasına verilecek cevabın kaynaklarını ve bununla başa çıkma yollarını farklı yerlerde aradılar.
Soykırım olduğu iddia edilen olaylar 1915 ve sonrasında olduğu halde batılı devletler 1930’lardan 90’lara kadar bu konuyu ya hiç gündeme getirmediler ya da getirilmesi çabalarına destek vermediler. Mesele bir tarih tartışması olsaydı, tarih boyunca tartışılırdı. Bu nedenle olayın siyasi olduğunu tespit etmek, verilecek cevabın da ancak ve ancak siyasal olması gerektiğini anlamak ve doğru strateji geliştirmek için başından beri belirleyici önemdeydi. Türk aydınları ve devlet adamları 2000 yılı sonrası tartışmalarda bunu anlayamadılar. Ancak kimilerine öğretmek için, Rahmetli Rauf Denktaş önderliğinde Talat Paşa Komitesi’nin yurtdışında ulaştığı başarılar ve ardından AİHM’de Perinçek-İsviçre davasının somut kazanımlarının da yetmediği görülüyor. Öğrenmenin ölçütü davranış değişikliğidir. Eğer bir bilgi davranışlarınızda değişmeye yol açmıyorsa öğrenmemişsiniz demektir. Maalesef Türk aydınları ve devlet adamlarında ciddi bir öğrenme güçlüğü sorunu var. 2000’li yıllar boyunca Türkiye’nin nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini tartışmak belki anlaşılabilirdi. Bugün gelinen noktada tartışma, somut eylemlerin kazanımları tarafından bitirilmiştir. Artık iki değil tek bir strateji bulunuyor. Fikirle öğrenemeyenler, olgularla öğrenmelidirler.