25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sözün hakkı, şairin hukuku!

Hüseyin Haydar

Hüseyin Haydar

Gazete Yazarı

A+ A-

Yunus değil bunu diyen

Kudret dilidir söyleyen

Kâfir ola inanmayan

Evvel âhir heman benem

YUNUS EMRE

> Karardan kurala, oradan kurama ve hikmete, yani bilgeliğe ulaşan düşünsel yolun gizemli uğraklarına girip çıktık. Amaç bugünü daha iyi anlamak, doğru tespit etmek ve devrimci eylemin kendi iç enerjisinin boşa harcanmasına izin vermeden gelişimin, dönüşümün diyalektiğini ortaya koymaktır. Düşünceden eyleme, eylemden düşünceye dönen yaratıcı dinamiği çalıştırırken “sözün gücü” üzerinde durarak düşünüp taşınmayı sürdüreceğiz.

> Bir kez daha yineleyelim, söz kılıcının keskinliği bilimsel akılla, parlak zekâyla, derin sezgiyle donanmış ve gönül esiniyle “su verilmiş” bilgeliğin hükme dayalı etkinliğidir. Böyle olduğu için, müdahale edici ve kesin yaptırımcıdır. Nasıl devletin hukuku, toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü (tüze) ise, şairin hukuku da insanlığın manevi kültür birikimini yasalaştırır, o kökten yargısını ortaya koyar. Amaç, insanlığı girip çıktığı ölümcül, karanlık boğazlarda ferahlatmak, yaşama sevincini artıracak edebiyat, erdem birikimini hazır tutmak ve gerektiğinde onun kullanımına sunmaktır.

> Bu aynı zamanda insana yapılan doğa ve toplumsal saldırılara karşı bir direniş, kökten gelen sağaltıcı bir müdahaledir. Elbette müdahaleciliği ikna edicidir. Doğal süreci içinde onun hükmüne karşı duramazsınız. Çünkü karşınıza, sizi “acze” düşüren düşünsel “mucize” bireşimiyle çıkar. Normal aklı aşan o mucizenin, o görkemli tansığın kendini gösterişi ise Yunus’un imgelediği “kudret” diliyledir. Büyük şiir divanları da bıkıp usanmadan bunu dile getiriyor. Çünkü verilen hüküm, “ayeti ahkâm”a dayanır. Bunun anlamı “aydınlık yargı” demektir. Anlamı, toplam aydınlığın parıltısında doğan sözün, hak talep eden gücüdür. Devrimcidir, kendini yeniler: Nemlenmez, paslanmaz, çürütülemez.

>> ŞAİRİN HUKUKU, DİVANIN HÜKMÜ

> Bir kez daha belirtelim: Şairin, şuaranın hukuku, âlimin, bilgenin toplam hukukudur. Köklü ulusları, büyük milletleri ayakta tutan, onlara yaşama gücü, hayat enerjisi, hayal gücü veren en temel kaynak, onların sahip olduğu sonsuz kültürel hazinelerdir: Hikmetlerle, şiirlerle, bilgeliklerle, destanlarla, masallarla dolar, beslenirler. Bu bereketli kaynağı türkülerin ırmakları, şiirlerin dip suları gürleştirir. İnsanın dış dünya eylemlerinden düş dünya yolculuklarına kadar uzayan bir var olma, gelişme sürecidir bu. Öyle bir şimdi ki, geçmişi bağrına basmış, geleceği doğurup atağa kaldırmış.

> Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i (1070), Mahmut Kaşgarlı’nın Divanü Lügat’ı (1074), Keykavus’un  Kabusname’si (1082), Hoca Ahmet Yesevi’nin Divanı Hikmet’i (1140’lar), Mevlana’nın Divan’ı Kebir’i (1227), Yunus Emre’nin Divan’ı (1300’ler), Hacı Bektaşi Veli’nin ölümünden sonra derlenen Velayetname’si, Hacı Bayram Veli’nin Makalat ve Şathiyye’si (1400’ler) vb. ulu bilgelerin maddi ve manevi kültürler içinde insan varlığımızı taşıyan edebi, bilgelik direkleridir. Aynı şekilde Firdevsi’nin Şahname’si, Şirazi Hafız’ın Hafız Divanı vb. sayısız başyapıt, hükmü ortaya koyup, dara düşen insana hizmet etmeyi 21. yüzyılda da sürdürmektedir.

> Bu kadim değerler, insanlık tarihi boyunca birikip çağdan çağa devredilirken dillerin derin zenginliğiyle yoğrulup, sözün gücüyle mayalanıp beslenmesinde öncü görev şairlere düşmüştür. Bu zenginlikler, dünya gerçeklerinden kaynaklanıp, fakat onu aşan, düşler dünyasının da alanlarını içine alan geniş bir hâkimiyet kurar. En zorlu mitosların, destanların, en dipten akan masalların, söylencelerin, türkülerin birlikte yarattığı ve gücünü hükümle, yargıyla yansıtan bir bütünlüğe kavuşurken şairleri görürüz devrede. Hepsinde de insanı aydınlığa çıkaran, yargıyı, hükmü üreten şair aydınlığını görürüz.

>> DİVAN ŞUASINDAN YAYILAN AYDINLIK

> Mücadele sürecinde zorluk, kendini yeniden üretip bir üst düzeyde karşımıza çıkıyorsa, söz de kendini yenileyip bir üst düzeyde karşısına dikilir. Beklenmedik, şaşırtıcı bir çözüm üretir.

Örneğin, bugün ortaya konan ve düşünce tembellerini şaşkınlığa düşürüp saldırganlaştıran “Vatan Savaşı Diyalektiği Kuramı” tam da bunun ifadesidir. 19. yüzyılda üretilen çözüm yolları 20. yüzyılda yetersiz kaldı. Kuram, günün koşullarına uygun olarak yeniden üretildi.  Bu arada hatalar da yapıldı. Yapılan hatalar daha sonra ya onarıldı ya da yıkıcı sonuçlara yol açtı. Aynı şekilde 20. yüzyılda üretilen kuramlar 21. yüzyılda yetersiz kaldı. Kapitalizmin doğayı ve toplumu sömüren karakteri sabit kalırken biçimi değişime uğradı. Yeni durumun hedef ve saflaşma yöntemlerine çözüm üreten bilgeler, mücadelenin mecburi istikametini gösterdi. 

> Hak, maddenin özünden yansıyan, kazanılmış soyut ya da somut varlıklardır. Kavranması emek temellidir. Aynı zamanda bu sağlam temelden öngörülmüş nesnel dayanağı olan haklar toplamı ise (tüze) hukuktur. Tarih boyunca Türk düşünce sisteminde şairler, (şuara) sahip oldukları aydınlık erkini daha çok “divan” adı verilen yapıtlarıyla ortaya koydular. Bu büyük edebi yapıtlar baştan sona hükümler, yargılar, hikmetler, öğütler bütünüdür. Sümer, Babil, Asur destanlarından kalkıp Dedem Korkut’a ulaşan, oradan benzersiz Türk Destanlarıyla boy atan, maddi dünyayı gözlemleme, anlama, kavrama, kuramlaştırma, yargıya ulaşma süreçleri hep gerçekliğin ardındaki yolculuklardır. Gerçeği en yüksek mertebede dile getirip geleceğe yansıtması, insanın en önemli yetkinliği olarak da kendini göstermektedir.

>> GÖRÜNMEZİ GÖSTERMENİN BİLGELİĞİ

> Olguları yöneten yasalar bütün gücünü ortaya koysa ve biz bunları iyi bilsek de çözüm, çoğu zaman, “görünmez nedenler” tarafından çıkmaza saplanır. Çünkü bir bakışta görünmeyen unsurların rolünü hesaba katmadan işe girişmek yanıltıcı olmaktadır. Ya sahte bir çözüm, çözümün yerine ikame edilir ya da sorun, çözümsüzlüğe terk edilir. Önümüzü kesen bu katı zorluk, bazı kapalılıkların varlığının açıklanmasını, aydınlatılmasını, ayan beyan ortaya konulmasını zorunlu kılar.

> Bu hikmetlerin egemenlik alanı bugün bütün yeryüzünü kaplamaktadır. Türk, Çin, Hint, Arap, Fars, Rus vb. bütün kadim kültürler bugün de Yükselen Dünya’nın manevi değerlerini ayakta tutan direklerdir. Yük aralarında bölüşülmüştür. Bugünün şair ve düşünürlerine düşen görev, Yükselen Dünya’nın hükmünü, hikmetini, bilgeliklerini dile getirip insanlığı acze sürükleyen küreselci emperyalizme karşı seferber etmektir. Başka çaremiz yoktur.

> İnsanlığın erdemlerini koruyan, manevi çatıyı ayakta tutan bu direklerdir. Hepsi de birbirini bütünleyerek, doğruya, gerçeğe, hakka, güzele giden bilgelikler, hikmetler yolunu döşediler.

Zorbalığa, haksızlığa, toplumsal gelişmenin önünü tıkayan bütün egemen güçlere karşı, tarihsel süreçte seferber olan birey, bir mecburiyet olarak ortaya çıkar. Yaşar Kemal’in deyimiyle o başkaldıran, direnmeye yazgılı “mecbur insandır”. Onun kahraman olmak gibi idealize edilen bir ereği yoktur. O doğrudan gerçekliğin zorlamasıyla var olan bir Köroğlu’dur, bir Dadaloğlu’dur, bir Pir Sultan Abdal’dır.

>>  ACI TÜRKÜCÜ DİYOR Kİ

> Öyle ki, yaratılan çözüm, verilen hüküm olabildiğince herkesi ikna edici sağlamlıkta olmalıdır. Bu da gizli olanın, gözlerden kaçanın algılanabilmesi için olgunun hücrelerine kadar parlak ve güçlü bir ışıkla aydınlatılmasını gerektirir. Burada söz konusu olan maddeden bağını koparmış bir öz değil, fakat maddeyi en açık bir şekilde yetkinleştirecek sözün vereceği şiirsel hükümdür, yargıdır.

> İşte Doğudan Batıya bütün bir insanlık edebiyatı bu ayakta kalma, yetkinleşme çabası içinde var olmuştur. Dedem Korkut, “At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur,” diye şairlere öğüt veriyor. Demek istiyor ki, varılacak yargıya, hükme bir an önce varın. Sizi gerçeklikten uzaklaştıracak, size zaman kaybettirecek, çözümü geciktirecek sapmalara uğramayın. Elinizi çabuk tutun, çünkü insanlığın sizin hikmetlerinize ihtiyacı var. Yine Dedem korkut demek istiyor ki: Ey ozan, ey şair dilini dolaştırma, sözünü parlat ki akıl ondan kaçamasın, gönül onun tutkunu olsun. Tam 41 yıl önce ilk yayınlanan “Acı Türkücü”  adlı kitabımın şu sunum dizeleriyle başlaması rastlantı değildir:

Ozan bir giz söylerse

Dilini tez eylerse

Yürek yeşil kuşanır.

Ozan bir söz söylerse

Sözünü öz eylerse

Dolup dolup boşanır.