Stalin ile en tehlikeli okul yolları
Geçen haftaki yazımızda dünyamıza Dingo’nun ahırı gibi demiştik ya, son yedi gündür ortaya dökülen haberler, hem bizi haklı çıkarmaya devam etti, hem de dünyanın ahırlık dozunu artırdı. Hepsinin üzerine de yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazzelileri Mısır ve Ürdün’e zorunlu sürgün gönderme arzusu gelince, ortalık Teksas’taki kovboyların binlerce angusun pislediği ahırlarına dönüştü.
Biz de bu hengâme içinde, kendimize huzurlu bir köşe bulabilmek için, iki şey yapmakta karar kıldık. Birincisi uzun süredir okumak istediğimiz Stalin’in devrimcileşmesi süreci ile ilgili olan hayat hikayesini sesli bir kitaptan dinlemekti. (Devrimci Stalin: 1879-1929, Robert Tucker). Büyük bir zevkle onu yaptık ve çok da tavsiye ettiğimizi ifade edelim bu arada. Gürcistan’ın küçücük Gori şehrinden yola çıkan bir fakir çocuğunun dişi ve tırnağı ile Sovyet devriminin tam ortasında yer alması ve devrimin önderi olarak Sovyetler Birliği’nin en tepesine tırmanması öyle her gün rastlanabilecek bir hikâye değil elbette. 49 adet “sol” fraksiyona sahip olmakla övünmek mi, dövünmek mi gerektiğini hâlâ tartışan bir ülke olan Türkiye’de, devrimci siyaset nasıl yapılır konusunda, Stalin’in hayatı bir örnek hayat hikâyesidir bizce. Hatta Gürcü yazar Alexander Kazbegi’nin roman kahramanı olan Şeyh Şamil’in askeri Koba’nın adından, devrimci faaliyetlerinde kullanmak üzere ilham aldığını da eklersek, Stalin’in bizlerle olan bu ilginç bağlantısını da anmış oluruz.
Sadece Ekim Devrimi’nin liderlerinden olarak değil, devrimden sonra Lenin, Bukharin, Zinoviev, Troçki, Plehanov, Kamanev, Molotov gibi diğer Sovyet liderleri ile olan ilişkileri, ideolojik mücadeleleri, bu uğraş içinde yarattığı siyasi teoriler ile yeni neslin mutlaka incelemesi gereken bir yaşam olmuştur Stalin’in yaşamı. Bizdeki biraz yorgunluk belirtileri gösteren eski devrimciler için ise, bu yolda yorulmanın kabul edilemeyeceğini ve yolun sonuna kadar dipdiri kalmak gerektiğini en iyi anlatan bir örnek hayat hikâyesi onunkisi. İnsanın devrimcilik ile ilgili olan iştahını arttırarak geri getiren bir okuma. Şiddetle tavsiye edilir.
TELEVİZYONUN OLMASI GEREKTİĞİ HAL: TRT BELGESEL
Stalin’in devrimci hayatını dinleyip ara verdiğimiz zamanlarda ise, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada içinde boğulmakta olduğumuz küresel kapitalist para kültürün içinde, büyük mücadelelerle hayatlarını kurmaya çalışan insanları anlatan iki belgesele de rastladık. “İnsanı anlamak hayatı anlamaktır” sloganı ile yayın yapan TRT Belgesel’de sürekli olarak yayınlanan ve bölümlerinin her biri diğerinden de güzel olan “Çocuğum İçin” ve “En Tehlikeli Okul Yolları” adlı iki diziden bahsetmek isteriz. Eğer mevcut televizyon kanallarındaki sürekli bağırıp çağıran ve bununla siyaset yaptığını zannedenlere doymuş iseniz, TRT Belgesel kanalı oldukça kaliteli bir seçenek olarak hizmetinizde diyebiliriz.
Türkiye’nin TV kanallarının hemen birçoğunda, karısını-kocasını aldatanlar, babalarını vuranlar, kocasından kaçanlar, eniştesi ile ilişki yaşayanlar, birbirinin parasını dolandıranlar gibi toplumun tümünü büyük bir çürümüşlük dumanı altında zehirleyen diziler, günde 24 saat yayın yapmaktalar. Nihayet bitti dediğimiz diziler bile, ucuzundan kapatılıp tekrar tekrar yayına sokulmaktalar. Dingo’nun Ahırı tarzındaki hayatımızın bir sonucu olarak, bin yıllık Türk kültürü üç-beş aç gözlü para babasının kar hırsı ve kültürümüzü manipüle etme aracı olarak hoyratça kullanılmakta. Adının önünde Kültür olan Bakanlık ise, tüm kurumları ile derin bir sessizlik içinde bunları seyrederek onaylamakta besbelli.
ZEHİRİ SONSUZ PROGRAMLARA HAYIR!
Getirilen her düzenlemeye “sansürcülük veya faşistlik” diye karşı çıkan liberal Batıcılar ve sözde gelenekselci sağcılar ise kendilerine yedirilen bu tür zehirleri severek tüketmenin zevki içinde olan bitenin farkında bile değillerdir. Zaten artık son haddeye gelmiş olan çürümüşlük ve bunalımlı dünya halleri, yediden yetmişe tüm insanlığı karanlık bir zindan içine sürüklemektedir. Artık olumlu ve umutlu mesajlar veren yayınlar, parmakla bile gösterilemeyecek kadar azdır ana akım kanallarda. Bu durumda, bir sabah tüm TV kanalları kapatılsa bile, Türk milletinin hiçbir kaybı olmayacağı ve hatta eski kültürüne dönme umudu ile, büyük bir kazanca sahip olacağını bile düşüneceği geliyor insanın.
‘ÇOCUĞUM İÇİN’ NELER YAPABİLİRİM?
İşte böyle bir karanlık medya ve yayın ortamında, Ulusal Kanal’ın elinden geldiği kadar yapmak istediği kültürel misyonu, TRT Belgesel kanalı da elindeki imkanların genişliğinden dolayı oldukça isabetli projelerle Türk ve dünya izleyicilerine sunmakta. Bunun en güzel örneklerinden biri de yukarda bahsettiğimiz “Çocuğum İçin” adli belgesel serisidir. Bir Türk yönetmenin yaptığı bu dizi dünyanın en ücra köşelerinde bile çocuğu için dünyalardan vazgeçebilen annelerin, babaların mucizevi uğraşlarını yansıtmakta. Brezilya’nın Amazon ormanlarındaki köylü annenin, Buenos Aires’teki perişan Arjantin ekonomisin altında kızını yetiştirmeye çalışan babanın, Kazakistan bozkırlarında doğuştan özürlü bir kızı olan Kazak babanın tek başına kızını yetiştirmesindeki uğraşlarının hikayeleri, seyirciyi hem “haline şükrettirmekte” hem de kendi hayatları için umut aşılamakta.
HİÇ ‘EN TEHLİKELİ YOLLARDAN’ OKULA GİTTİNİZ Mİ?
TRT Belgesel’in bir diğer belgesel serisi de “En Tehlikeli Okul Yolları” başlığı ile çekilen dizisi. Burada da yine dünyanın uzak diyarlarında yoksul çocukların en basit eğitimi almak için bile çektikleri çileler ve hayat kavgasında yorulmadan yaptıkları mücadeleler ele alınmakta. Peru’nun Ant dağlarındaki kuş uçmaz kervan geçmez köylerinden, Rio’nun korku dolu gecekondu mahallelerinden saatlerce okullarına gitmek üzere çok tehlikeli yollara düşen küçük çocukların gayretleri, birazcık yaşama sevinci olanlarda bile hayranlık uyandırmakta. O çocukların ve ailelerinin gayretleri ve çabalarını görünce, bizdeki şimdi moda olan okul servisleri ile kapının önünden çocukları alıp okul kapısına kadar götüren sistemimizden, doğrusu insan utanç duymuyor değil.
GELDİĞİN YERİ UNUTMA SAKIN!
Bahsettiğimiz bu iki sevimli dizinin en büyük görevi ise, bir türlü hiçbir şeyden memnun olamayan, hiçbir konuda memnun edilemeyecek kadar doyumsuzlaştırılan Türk insanına, “geldiğin yeri unutma sakın” uyarısında bulunması bizce. Elbette dünyanın hiçbir yerinde, “cennet” adını verebileceğimiz bir yer henüz yaratılamadı Tanrı tarafından! Bakmayın o Facebook’ta, Instagram’da reklamını yaptıkları “Dünyanın en mutlu ülkesi Norveç, İsveç” türünden sıralamalara. Nazım Hikmet’in “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” sorusuna, daha hiç kimse “Yaparım!” yanıtını verebilmiş değil ki! Çünkü, bir Norveçlinin mutluluğu ile bir Sivaslının mutluluğu bambaşka şeyler değil midir ki? Bize elma ile armutu karşılaştırıyorlar ve sürekli olarak elmayı kazandırıyorlar. Kaybeden de sürekli biz oluyoruz, onlara göre. Çünkü, kültürlerarası karşılaştırmaların geçerli bir formülünü, “AI” denen yapay zekâ bile kullansanız, bulabilme ihtimaliniz olamayacaktır. Zaten, mümkünü olsaydı Nobel peşindeki bilim adamları çoktan bulurlardı öyle bir formülü, değil mi? Mutluluk tanımı, günümüzde o denli kaypaklaştırılmıştır ki, tam bir köşesinden elde ettiğinizi zannettiğiniz anda bile, elinizden kayıp gidebilmektedir. O nedenle, belki de eskilere kulak verip, biraz ayaklarımızı doğru yere basmaya çalışmamız gerek, bu sonsuz karamsarlıktan kurtulmak için. Günümüzde, giderek daha sık şekilde, Teslim Abdal’ın çok yerindeki uyarılarını her zaman hatırlamak gerekmiyor mu?
“Gel ha gönül havalanma, Engin ol gönül engin ol
Dünya malına güvenme, Engin ol gönül engin ol”
Geçen hafta, yukarda anlattığımız sebeplerle çok bereketli geçti sayılır bizim için. Stalin’in hayat hikayesinden, siyasette adı üstünde “çelik” gibi olmayı, “Çocuğum İçin” dizisinden, hayat size ne denli adaletsiz davranırsa davransın, mücadeleden vazgeçmemeyi, “En Tehlikeli Okul Yolları” belgeselinden ise, bizlerin çantada keklik farz ettiğimiz bir sürü şeyin, hayatta oldukça eşitsiz şekilde dağıtıldığını ve hayat kavgasına teslim olmadan şükretmeyi biraz da olsa öğrenmiş olduk, inşallah!