Şu ‘Reformlar’ Devlete Ne Yapar?
Yapısal reformlar sözü, küreselci neo-con gücün ulusal devleti çözme stratejisinin adı. Küreselcilik çöküp gitmiş; bu ardçı dalga kıyıya vurup duruyor.
*
Söze konu reformların devleti çözmeye odaklanmış ikinci neslinin iş listesi, uzun zamandır hemen tüm ayrıntılarıyla bilgimiz dahilinde.
İlk sırada para politikası var. Ulusal siyasetten bağımsız, küresel piyasa odaklarına bağlı para politikası için Merkez Bankası’nın nihai “bağımsızlığı”. Cumhurbaşkanı'nın bu konuda çok yerinde çıkışları ‘Merkez Bankası’nın bağımsızlığına sözüm yoktur, ama uyarımı yapacağım’ sözüyle noktalandı. ‘Olmaz öyle şey’ sonucuna varamadı.
İkinci sırada temel sektörlerin, reformcuların diliyle ‘hassas sektörler’in yönetimini ulusal devletten ayırmak operasyonu var. Bunların yönetimini ulusal siyasetten alıp sektörün küresel ajanslarına bağlayan 2001 Kemal Derviş doğumlu düzenleyici ve denetleyici kurullarını (üstkurullar) canlandırıp yaymak. Son beş yıldır cilaları ve ‘ulusaldan özerk’ halleri epey sökülse de yerlerinde duruyorlar.
Bakanlık sistemini tasfiye etmek. Bakanlıkları devlet tüzelkişiliğinden çıkarıp her birini özerk kuruluşlara dönüştürmek. 16 Nisan referandumuyla bakanlıkların tümü cumhurbaşkanına devredildi. Bakanlıklara ilişkin tüm yetkilerin cumhurbaşkanına verilmesi, bu hedefin gerçekleştirilmesini mi sağlayacak?
Kamu personel rejimini memuriyetten temizleyip piyasa tipi sözleşmeli istihdam edilen çalışanlardan ibaret bir yapıya çevirmek. Özerk kurumlar, sözleşmeli personel ister. 1990’lardan beri süren, 2005 yılında arşa çıkan bu personel reformu, şimdi yine dillerde dolaşıyor.
Devlet emeklilik sisteminin tasfiye edilmesi ve ilk adımları atılan otomatik bireysel emeklilik rejiminin genişletilmesiyle tüm fonun bu piyasa sistemine aktarılması. Otomatikliği kusurlu olsa da, bu yönde adım atıldığı malum.
Özerkleştirilmiş kamu kurumlarının gelirlerini kendilerinin yaratması hedefi çerçevesinde piyasa kuruluşu haline getirilmesi… Belki de Nihat Zeybekçi’nin geçtiğimiz günlerde “vergi toplama işi özelleştirilmeli” sözü bu damarın atışıydı!
Yönetim yerine kamu yetkilerini aralarında yerli – yabancı ayırım yapmaksızın özel sektör ile sivil toplum örgütleriyle paylaştırmaktan ve zamanla yetkileri bunlara devretmekten başka muradı olmayan “yönetişim”cilik. … Acaba Başbakan Binali Yıldırım’ın prompterden okuduğu konuşmalarında duyduğumuz ‘yönetişim’ lafını, İkinci Nesil Reformcuların danışmanlıklara yerleştirilmiş olduğuna işaret saysak mı!
Ve elbette, bu listenin olmazsa olmazı: Merkeziyetçilik ilkesinin kırılması ve ademi merkeziyetçilikle yerelleşme, bölgeleşme, federalleşme… AKP belgelerinde bol miktarda bulunabilecek bir vaat olduğu hemen herkesin malumu.
*
Yapısal uyum reformları…
Bazı yetkililerin ağzından, şu çökmüş küreselciliğin ekonomi ve yönetim sistemi planına ait parçaları duymak, çoktan durmuş bir motorun sıcaklığını duymak gibi bir şey!
*
Oysa, bu planın tüm yapı taşları eridi.
Bu planın en küçük hücresi, vatandaşı müşteri’ye dönüştürmekti. Türkiye’de hendek kalkışmalarından ve 15 Temmuz işgal girişiminden sonra herhangi bir siyasal iktidarın, özellikle de şimdiki iktidarın halkı ve vatandaşları ‘devletin müşterisi’ derecesine indirmesi artık olanak dışı. Dünya genelinde ise küreselcilik adına ulusal varlıkların aşağılanması devri, pek açık ki kapandı.
Bu durumda yerli – milli deyip, bu yabancı ve gayrımilli kokuşmuş yönetim sistemi planıyla yürümek olur mu? Olmaz.
Ne var ki AKP’de kendileri çoktan tasfiye edilmiş bulunan küreselci kadroların kaleme aldıkları belgeler oldukları yerde duruyor. Neo-con’lar kenarda, ama planları halâ sahnede…