Suçlular ve güçlüler
Eğer karşınızda suç işlemeye karar vermiş veya suç işlemekten başka çaresi olmayan insanlar varsa, almış olduğunuz caydırıcı önlemleri aşmanın bir yolu bulunacaktır. Çünkü önlemleri alanlar, daha önce işlenmiş olan suçlara bakarlar. Ve o yolları kapatarak, benzer şekilde suç işlenmesini imkânsız hale getirirler. Ancak suçlu adayı ya zekidir ve kararlıdır ya da çaresizdir. Daha önce denenmemiş bir yol keşfederek, alınmış önlemleri boşa düşürmek için gece gündüz düşünecektir. Bütün zihinsel yatırımını yeni bir yol bulmaya harcayanlar, er ya da geç yol bulurlar. Oysa yasal merciler, işlerini güçlerini bırakıp suçlular gibi düşünerek, bu tedbirler hangi yaratıcı yollar icat edilerek delinebilir diye düşünemezler.
Öğrencilik ve meslek yaşamımda, zaman zaman sınavlarda kopya çekilmesine karşı okul yönetimlerinin aldığı bütün tedbirleri aşmaya dönük öyle zekice ve iyi düşünülmüş girişimlerle karşılaştım ki, bazılarına hayranlık duymamak mümkün değildi. Kendi alfabesini oluşturup kopyayı tahtaya yazandan kablosuz internet-cep telefonu-kol saati gibi teknolojinin bütünleşik son imkânlarını seferber edene kadar, kararlı bir insanın yasal engellerin arkasından nasıl dolaşabileceğini gösteriyorlardı.
Hayır, eğitim sistemi üzerine yazmayacağım. Sözü getirmek istediğim yer, FETÖ ile mücadelede devletin neden zaaf içinde olduğu…
Yakın zamanlara kadar bu örgüt, elinde ne kaldıysa onu korumaya çalışıyordu. Ordu ve polis başta olmak üzere kimi kamu kurumlarında büyük darbe yemiş olsalar da, üniversitelerde ve başka bazı kurumlarda görece daha fazla tutunabildikleri ise sır değildi. Fakat özellikle ekonomik krizin AK Parti’yi zora sokmasının, toplumsal meşruiyetinde yaşanan gerilemenin ve hükümetin kendi derdiyle uğraşır hale gelmesinin ardından, hatlarını ileri mevziiye taşımaya başladılar.
Konuştuğum insanlar bazen, bir casus şebekesi oldukları ortaya çıktığı halde, nasıl bu kadar aymaz olabiliyorlar diye şaşırıyorlar. Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesinin filmlerdeki gibi iyiler-kötüler arasında bir mücadele diye sunulmaya çalışılmasındaki çocuksu naiflik bile, gerçeği gözlerden gizlemeye dönük bir çabadan başka bir şey değil. Türkiye, boylu boyunca bir savaşın içinde. Her kuruma sirayet eden ve kaderimizi belirleyecek türden bir savaş bu. Bu savaşta, ABD ve FETÖ, bütün zamanını ve aklını, kendisine karşı alınmış tedbirlerin arkasından dolaşmanın, onları boşa düşürmenin, devlet içinde örgütlenmenin yeni, denenmemiş ve fark edilmeyecek yollarını keşfetmeye harcıyor.
Hükümet ise, olağanüstü hal döneminin keskin müdahalesinden sonra, bilindik yollardan ve rutinleri takip ederek mücadele ediyor. Düşmanı gibi düşünmediği için, gözünün önünde dönen dolaplara karşı bağışıklığı yok. Aksine, FETÖ’nün başka bir cemaatin çatısı ya da kişisel sadakat ve himaye ilişkilerinin kanatları altında, bütün enerjisini, çabasını ve yeteneklerini yeniden örgütlenmeye hasrettiğini, suyun uyuduğunu ama düşmanın uyumadığını bilmezden geliyor.
Bu bilmezlikten gelme tutumunun bedeli ise ağır oluyor. Şu hale bakın, 15 Temmuz’un üzerinden bunca yıl geçtikten sonra bile hala Ankara’nın orta yerinde Emniyet içinde şaibeli dava süreçlerini, birbirleriyle kapışan polis ekiplerinin bazı gazetecileri kullanarak dezenformasyon yaratma çabalarını izliyoruz. FETÖ gibi bir örgütle mücadelenin yolu devletin çivisini çıkartmak değil. Ama bir ‘cemaatin’ tahribatını başka cemaatlerle dengelemeye çalışmanın varacağı bundan başka bir yol yok.