23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Şükrü kaya ve devlet sosyalizmi

Mustafa Solak

Mustafa Solak

Site Yazarı

A+ A-

10 Ocak 1959’da bir kalp krizi sonucu hayata göz yuman Şükrü Kaya, Türk Devriminin önemli kişilerindendi. Atatürk döneminin İçişleri Bakanlarından Şükrü Kaya Türk Devriminin özgünlüğü hususunda 1917 Rus Devriminden etkilenilen noktaları şöyle dile getirmiştir:

Ruslar bizde, Rus bolşevizmini, birçok şeyleri tecrübe etti. Sanayiyi bolşevikleştirmeye muvaffak olamadı. Araziyi bolşevikleştirmeye muvaffak olamadı. Yalnız ticareti dahiliyeyi, devlet inhisarı altına aldırtmaya muvaffak oldu ve en büyük darbeyi İngiltere’ye bu suretle indirdi ve indirmektedir.”[1]

Görüldüğü gibi Kaya, 1930’lu yıllarda uygulanan ve 1937 anayasa değişikliği ile anayasamıza giren Devletçilik ilkesinin Ruslardan etkilenilerek uygulandığını ve bu yönüyle Rus Devrimiyle benzerlikler olduğunu ortaya koymuştur. “Bizim yegane şeyimiz, Bolşevizmin Rusya’da beka (kalıcılık) bulmasında, daim olmasındadır”[2] diyerek de Rusya’yı Çarlık görmektense Bolşevik görmeyi her zaman tercih edeceğini belirtmiştir.

Kemalizm’in teorisyenleri kapitalist gelişmeyi hızlandırmak için feodalizme karşı imtiyazsız kaynaşmış bir kitleyi savunmuştu. Söylem bazında sınıflar her ne kadar yok sayılsa da uygulamada yapılan emeğe göre sermayenin desteklenmesiydi.[3]Atatürk bunu, herkesin emeğinin ürünü olan sermayeyi biriktirebileceğini savunarak ortaya koymuştur. CHP 4. Kurultayı’nda kabul edilen parti programının 66. maddesinde “sınıf esasına dayalı derneklerin kurulamayacağı” hükme bağlanmıştır. Türkiye gibi kapitalist gelişmenin başında olan ve emperyalizmin baskısını yaşayan bir ülkede keskin sınıf ayrımı yoktu. Bu nedenle sermaye kesiminin yanında emeğin hakları da gözetilmiştir. Sınıf ayrımının reddedildiği söylemi Şükrü Kaya’da da görülmüştür; ama Kaya kimi zaman ağaların ayrı bir sınıf oluşturduğunu belirtmiştir. “Sınıf ayrımının reddi” söylemi Şükrü Kaya ve kimi kadrolarca söylenmişse de esasen Kemalist yönetim sınıf ayrımının farkındadır. Feodal sınıf henüz toplumsal tabanını yitirmemiştir ve bu sınıfla mücadele edilmektedir. Söylenmek istenen uzlaşmaz sınıf ayrımının olmadığı ve sınıflar arasında keskin çatışmanın önüne geçilerek sınıflar arasında görece dengenin sağlanmasıydı. Şükrü Kaya, sınıf ayrımının olmadığı ve olmaması gerektiği yönündeki ifadesini aslında feodal sınıfın varlığını silmeye yönelik olarak dile getirmiştir.

Şükrü Kaya, fabrikaların ve üretim tesislerinin ülkeye dengeli dağılımını öngörmüştür. İstanbul’da yoğunlaşan sanayinin ürünü pahalıya üretmesi, yolun uzun olması, nakliyenin pahalıya gelmesi sebepleri ile sanayinin diğer illere de yayılmasını önermiştir. Bu yapılarak ayrıca kaçakçılık da önlenebilecekti. Örneğin Diyarbakır, Urfa ve Gaziantep’te tezgahlar açılmasını istemiştir. Elazığ ve Diyarbakır’daki fabrikaların sermayesizlikten boş durmasının milli ekonominin geliştirilememesi ve kaçakçılığın önüne geçilememesi yönüyle iki türlü zarar verdiğini belirtmiştir.[4]Devletin ekonomik hayatta yerinin olmadığı görüşlerine karşı, millet ordu kurmak gibi bilime, tekniğe ihtiyaç olan bir aygıtı hükümetin eline verirken daha az tekniğe ihtiyaç duyan işlerin devlete verilmesini doğru bulmamıştır. Kaya’ya göre Devletçilik de diğer ilkeler gibi savaş meydanlarında düşünülmüş ve uygulanmıştır. Bu sebeple devletçilik ilkesi gerçekçi ve dinamiktir.

Kaya, güçlü bir devletçilik uygulaması için yerli sermayenin birikimine önem vermiştir. Bireysel girişimin devletle işbirliği halinde yürümesini öngörmüştür.

1930’lu yıllarda Türkiye’de uygulanan devletçilik ilkesinin Sosyalizme benzerliği tartışma konusudur. Yönetici kadrolar “acaba sosyalistlik mi yapıyoruz?” sorusunu birbirlerine sormuşlardır. Demiryolunun 1930’da Sivas’a ulaşması sebebiyle Başbakan İsmet İnönü yaptığı konuşmada “mutedil (ılımlı) devletçi” olduklarından bahsetmiştir. Demiryolu, devlet sermayesi ve bütçe gelirleri ile yapılmış olduğu için, Fethi Bey tarafından eleştiriliyordu. Ahmet Hamdi Başar, o günlerde Ankara’da konuşulan en önemli konunun “mutedil devletçilik” meselesi olduğunu aktarmıştır. Ahmet Hamdi Başar, Şükrü Kaya, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu ve birkaç kişinin daha olduğu bir ortamda konu açılır. Şükrü Kaya’ya şu sorulmuştur:

Mutedil Devletçilik ne demektir? Bu Avrupa’nın neresinde tatbik olunmaktadır?”[5]

Meselenin önemi Avrupa’da uygulanmayan bir sistemin Türkiye’de uygulanmasından ileri geliyordu. Şükrü Kaya Türkiye’de uygulanan devletçiliğin devlet sosyalistlerinin uygulamalarına benzediğini söylemiştir. Kaya’ya göre Sosyalizm, Liberalizm gibi bir doktrin ismi olarak Avrupa’da yayılmış, fakat henüz böyle bir sistem hiçbir yerde uygulanmamıştı. Avrupa’da ve özellikle Almanya’da devlet sosyalistlerinin olduğunu açıklayan Kaya, onların Türkiye’de kendilerinin yaptığı gibi, birtakım ekonomik girişimlerin devlet tarafından yapılmasını istediklerine değinmiştir. Kaya Türkiye’deki sistemin onlara benzeyebileceğini belirtmiştir.[6]Kaya’nın bu yanıtı çevresindekileri şaşırtmıştır:

Ne, demek biz sosyalistlik yapıyoruz!

Şükrü Bey, onu kastetmediğini fakat yapılanın “bir çeşit devlet sosyalistliği”[7] olduğunu açıklamıştır. Sosyalizmin kollara ayrıldığını, en ufak bir devlet müdahalesinin de sosyalizm sınırı içine sokulabileceğini belirten Kaya, bunun yanında “her şeyi devlet yapsın” diyen sosyalistlerin de bulunduğunu ve bunun bir derece mesele olduğunu da cümlelerine eklemiştir.

Kaya kendisine yöneltilen “sosyalistlerin ne istediği” sorusunu şöyle yanıtlar:

“Efendim, zaten anonim şirketler de bir nevi sosyalizm değil mi? Bir anonim şirketi hisse senetleri o kadar halk arasına dağılıyor ki, artık bu şirketin hakiki sahibi ortadan kalkıyor; halkın, milletin malı oluyor. Mesela bu şirketin hisse senetlerini şu veya bu topladığı gibi devlet toplarsa, o şirketin sahibi devlet oluyor; binaenaleyh bu suretle devletçilik yapılmış olur. Buna düpedüz sosyalizm denmez.”[8]

Şükrü Kaya, bu yanıttan sonra Ahmet Hamdi Başar’ın konuyla ilgili düşüncesini merak eder. Başar da, bu görüşe katılarak Kaya’nın devlet sosyalizmi ile devlet kapitalizmi arasındaki farkı belirtmek istediğini belirterek Kaya’nın düşüncelerini açmıştır. Bir anonim şirketin hisselerinin halka yayılması ile bunların devlet tarafından satın alınması arasındaki fark sadece hissedar değişmesinden ibaretse bunun önemli bir manası yoktu. Devlet bu hisselerinin niçin satın alındığına bakılmalıydı. Eğer başkaları tarafından yapılan kârları kendi hesabına aktarmak içinse bu, düpedüz devlet kapitalizmiydi. Yok, o işler özel kişiler elinde kötü yönetiliyor, kamu çıkarı dışında işliyor, orada çalışan işçiler ve memurlar kapitalistlerin ceplerini fazla doldurmaları için istismar olunması gibi sebeplerle devlet tarafından hisse senetleri toplanmışsa bu devlet sosyalizmiydi. Sistemin adı devletin iktisadi işletmelere yapacağı müdahalelerin amacına, içeriğine göre belirlenebilirdi. Kaya, Devletçilik uygulamalarının devlet sosyalizmine veya sosyalizme yakın olmakla beraber mutedil devletçiliğin, sosyalizm olmasından çekinenlere karşı yapılanların sosyalizm olmadığı konusunda güvence verir.[9]

Başar başka bir ortamda, Kaya’dan farklı olarak uygulanan ekonomik anlayışın sosyalizmden çok kapitalizme yakın olduğunu savunuyordu. Çünkü demiryolları ne kâr getirsin ne de özel kişilerin elinde kötü yönetildiği ve işçi ile memurun sömürüldüğü için işletiliyordu. Başkaları yapmıyor, yapamıyor, mecbur kalınıyor diye devlet üzerine alıyordu. “Bunları başkası da yapabilseydi bu işletmelere devlet müdahale edecek miydi?” sorusu Başar’ı düşündürmüştü. Bu soru Recep Peker’in yanıtı ile açığa kavuşuyordu:

Devlet ferdin yapamayacağı işi yapar. Devlet müdahalesinin sınırı da bu suretle taayyün eder.

Kemalist kadrolar ve Şükrü Kaya bireysel kâra değil toplum çıkarına öncelik tanımışlardır. Mutedil Devletçiliğin Sosyalizme ne kadar benzediği Kemalist kadrolar arasında tartışılmakla beraber Liberalizm konusunda düşünceler netti. Liberalizm sömürge ekonomisiydi ve Türkiye asla sömürge olmayacaktı.

Kaya’nın devletçilik anlayışında esnafın, sanatkârın desteklenmesi kendi özel girişimciliğin yükseltilmesi açısından gerekliydi. Bu amaçla bazı mesleklerin, sanatların yabancılara yasaklanması taraftarıydı. Türkiye’de ‘Ecnebi Tebaası Tarafından Yapılması Yasak Olan Sanatlar Hakkında’ yasa ile da bu düşüncesinin sebebini iktisadi zorunluluğa bağlamıştır. Az sermaye ve uzmanlık bilgisine sahip olmanın yeterli olduğu bazı sanatlar ve meslekler için Türk vatandaşının karşısında kendisine rakip olacak diğer milletlerin adamları bulunursa Türkiye’deki vatandaşın bu meslekleri yapmaktan mahrum olacağını savunmuştur. Kaya, bazı mesleklerin yabancılara yasaklanmasını herhangi bir devletin Türk tebaasına bir hizmeti kapamasına karşı önlem olarak düşünmüştür.[10]

Kaya, iktisadi bunalımın üretim ile tüketim arasındaki dengenin, mali bunalımın ise ithalat ve ihracat arasındaki dengenin bozulmasından kaynaklandığı iddiasındadır. İthalat ve ihracat arasındaki dengenin bozulması, milli paranın uluslararası değişim aracı olmaktan çıkmasına neden olmuştur. Mili paranın değerinin düşmesi milli servetinin o oranda kaybolmasını beraberinde getirmiştir. Kaya, 1929 Dünya Bunalımı’nın bu iktisadi ve mali dengesizlikten doğduğunu ileri sürmüştür.[11]Kaya, büyük devletlerin, kendi sömürgelerinin ürettiği malın önemli kısmına el koyduğunu, diğer devletlerle de antlaşmalar yolu ile ticarette üstün hale geldiğini dile getiriyordu. Uluslararası emek-sermaye çelişkisinin ortaya çıktığını belirten Kaya, emperyalizm kavramının doğuşunu anlatmış oluyordu.[12]Kaya, bunun aşılmasının üretilen ürünleri desteklemekle ve ticari dengesizliği kaldırmakla olanaklı olacağını ileri sürer.

Kaya, Osmanlı Devletini, Avrupa ve Amerika’nın ortak kullandıkları bir yarı esir (müstemleke) ülke olarak görüyordu. Zorla kabul ettirilen gümrük sistemi ile ülkeye her yabancı malının kolaylıkla gelmesi, yerli ve milli sanayinin doğmasını engellemişti. İktisadi Liberalizm, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya, milleti sefalete ve esarete götürmüştür. Kaya, İmparatorluğu, savaş ve diğer etkenlerden ziyade iktisadi üretimsizliğin yaktığını belirtmiştir.[13]

Kaya, bağımsız bir devlet olarak yaşayabilmek için iktisadi bağımsızlık gerektiğini ortaya koymuştur. Bunun anlamı ise, Türkiye’yi, kendi kendine yaşayabileceği iktisadi kıvama getirmek, memlekette yetişen ve yetişmesi olanaklı ürünleri bol, ucuz, iyi yetiştirmektir. Verimli ve kolay olan üretim teşvik edilmeli ve ürünler koruma altına alınmalıdır. Kaya, bu sistemi takip eden Batı Devletleri’nin, Türkiye’nin bu sistemi uygulamasına itiraz etmesini garip ve manidar bulmuştur. Kaya, bu noktada Batı ülkelerinin niyetini açığa çıkarmıştır:

Bizi yine eskisi gibi gaflete sevk ederek iktisaden esir yapmak, memleketi bir müddet yarı müstemleke haline koyduktan sonra memleketin ve milletin hayat usarelerini (öz suyunu) emerek cansız ve kansız bir halde memleketi müstemleke ve milleti de esir haline koymak.”[14]

Kaya, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin etkisinden kurtulmak için zamandan, nüfustan ve tüketimden tasarruf önermiştir.[15]Boş zamanları kazanmak için kol eksiğini kapayarak üretim arttırılmalı ve ürün ucuzlatılmalıdır. Nüfus az olduğu için bir kişinin yapabileceği işi iki kişi yapmamalıdır. Eğer bir kişiden fazla kişi iş görürse yapılan iş pahalıya yapılacaktı. Ucuz malla rekabet edilemezdi. Tüketimde gösterişten, abartılardan, kötü alışkanlıklardan kaçınılarak tasarruf yapılabilirdi. Kaya, milli iktisadın yegane sermayesinin bireylerin tasarruflarla arttırdıklarından oluştuğunu belirtir. Bunun yanında, yapılan iş de arttırılmalıdır.

Şükrü Kaya, devletçiliği geri kalmış ve sanayisini yeni kurmakta olan Türkiye’de ekonomik gelişmenin önemli bir yolu olarak görür. Devletçilik, aynı zamanda bağımsızlığın önemli bir dayanağıdır.

NOT: Şükrü Kaya’nın Türk Devrimine katkısı ve siyasi hayatı için “Atatürk’ün Bakanı Şükrü Kaya” kitabımı inceleyebilirsiniz.
[1] TBMMGCZ, D.2, c.2, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1985, s.475.
[2] Aynı yer.
[3] CHP 1931 Kurultayı’nda da“Türkiye Cumhuriyeti’ni birbirinden ayrı sınıflar olarak değil, fakat ferdi ve toplumsal işbölümü için türlü hizmetlere ayrılmış bir cemaat saymak esas prensiplerimizdendir” denerek sınıf ayrımı yerine işbölümü öne çıkarılmıştır.
[4] BCA, 030.10.180.244.6.
[5]Ahmet Hamdi Başar, Atatürk’le Üç Ay, Tan Matbaası, İstanbul, 1945, s.15.
[6]Aynı yer.
[7]“Devlet Sosyalizmi” ifadesi Şükrü Kaya’da olduğu gibi Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar gibi kadrolar arasında da kullanılmıştır. Devletçilik ilkesinin “Sovyet Şuralar Yönetimi” tarzının yerine kullanıldığı da görülmektedir. Bu konuda bkz. Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, Anadolu Yayınları, İstanbul, 1970, s.29-30; Cahit Talas, Ekonomik Sistemler, S. Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1980, s.361. s.334; Mahmut EsatBozkurt, Atatürk İhtilali I-II, 3. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, s.197-198, 203-206.
[8] Başar, age, s.16.
[9] Aynı yer.
[10] TBMMZC, D.4, c.9, s.65.
[11] Cumhurbaşkanlığı Arşivi, A. IV-6 D.54 F.3-4.
[12] Age, F.3-5.
[13] Age, F.3-7.
[14] Age, F.3-9.
[15] Age, F.3-10.