28 Aralık 2024 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe ırkçılık ve Varlık Vergisi (9)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Dünkü yazıda sadece can alıcı noktaları aktarılmış olan bu kapsamlı konuşma Saracoğlu hükümetinin izleyeceği politikaları açıkça gösteriyordu. Saracoğlu Nazi ve ırkçılık yanlılarına karşı kucaklayan Türkçülükten söz etmişti. Ancak sonraları özellikle 1950'den sonra Saracoğlu'nun bu konuşmasından "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve en azından o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir" cümleleri alınarak Saracoğlu "ırkçılık" ve "şövenistlikle" suçlanmıştır.

Oysa Saracoğlu bu cümlelerin sonunda "Biz azalan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her zaman bu yönde çalışacağız" diyerek, "radikal, ırkçı ve şovenist milliyetçilik" yapılmadığını belirtmiştir.

Kaldı ki bu konuşma 5 Ağustos 1942 tarihinde, yani savaşın en şiddetli ve hararetli günlerinde yapılıyordu. Kuşkusuz ülkenin başbakanı, vatandaşlara moral aşılamak zorundaydı.

Saracoğlu'nun konuşmasında "Biz halkçı idik, halkçıyız ve daima da halkçı kalacağız" cümlesi de vardı. Bu noktaya kimse dikkat etmiyordu. Hem "halkçı", hem "ırkçı" nasıl olunabilirdi?

Şimdi biraz da Saracoğlu hükümetinin uygulamalarına bakalım. (Kaynak: Alev Coşkun, Ödemiş'ten Zirveye Kırmananlar, S.252)

Hükümet uygulamaları

9 Temmuz 1942'de güven oyu alan Birinci Saracoğlu hükümeti, Mart 1943 tarihine kadar sürdü. Bu arada seçimler yenilendi ve 8 Mart 1943'te Saracoğlu yeniden hükümet kurdu. Bu ikinci hükümet de, 12 Ağustos 1946 tarihine kadar sürdü. Böylece Saracoğlu, kurduğu iki hükümetle tam 4 yıl 1 ay 3 gün Başbakan olarak görev yaptı.

Saracoğlu hükümetlerinin en önemli icraatları şöyle sıralanabilir:

1.Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün dış politikası çerçevesinde Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı dışında tutulmasını sağlamak,

2.Savaş nedeniyle baş gösteren ekonomik sıkıntıların üstesinden gelmek, yüksek enflasyonu durdurmak, fiyat gelişimlerini izlemek, karaborsayı önlemek,

3.Savaş nedeniyle, sınırları bekleyen ve sayıları bir milyonu aşan askerlerin savaşla ilgili askeri araç gereçlerinin sağlanması ve gerek halkın gerekse askerin gıda gereksinmelerini karşılamak.

Saracoğlu, savaş koşullarının dayattığı bu gereksinmeleri karşılamak için olağanüstü yollara başvurdu: Bunlar Milli Korunma Yasasının düzeltilerek sürdürülmesi, Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri gibi olağanüstü önlemlerdir.

İkinci Dünya Savaşı başladığında yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye'nin ekonomisi zaten yetersizdi.

Savunma giderleri olağanüstü artmıştı. Zaten yetersiz olan ekonomi savaşın da etkisiyle çok kötü bir durum gösteriyordu. İhracat ve ithalat geriledi. Türkiye I. Sanayi Planını 1933 yılında uygulanmaya başlamıştı, ancak 1938'de uygulamaya başlanacak olan II. Beş Yıllık Plan askıya alınmak zorunda kalındı." (Age.s,253)

***

Savaş nedeniyle askere alınan genç nüfus, tarımda üretim düşmesine neden olmuştu. Bir kısır döngü söz konusuydu, şöyle ki:

Sınırları korumak için genç askere gereksinim vardı, ancak vatanı korumak için sınırlara gönderilen genç nüfus tarlada çalışmadığı için tarımsal üretim de düşüyordu.

Savaş nedeniyle dışarıdan buğday ve gıda maddesi ithal etmek olanaksızdı.

1939'da 4.2 milyon ton olan buğday üretimi, 1942 yılında yarıya 2.2 milyon tona geriledi.

Bunun yanında asker için ilave olarak buğday stoklanması da gerekiyordu.

Hükümet, israfın önüne geçmek ve adaleti sağlamak amacıyla 19 Aralık 1941'de, Dr. Refik Saydam'ın Başbakanlığı döneminde ekmeği İstanbul'da karneye bağlamıştı. 1942 yılı Ocak ayından itibaren bu durum bütün Türkiye'ye yayıldı. Nüfus başına 300 gram ekmek veriliyordu.

Gerçi, Başbakanlığa gelen Saracoğlu, Refik Saydam hükümetinin bazı ekonomik programlarını, özellikle başarılı olmayan Milli Koruma Kanunu uygulamalarını yumuşatmıştı, ancak ekonomik sıkıntılar sürüyordu.

Bütçenin durumu

Saracoğlu döneminde, devlet bütçesinin durumuna bakmalıyız: 1942 bütçesinde en yüksek gider kalemi, doğal olarak Milli Savunma giderleriydi. 1942 yılı bütçesinde bu kalem bir yıl öncelerinden 27 milyon lira fazla ile 101 milyon TL'ye çıkmıştı. (Age.s.254)

Ekmekten kısarım mektepten kısmam

Bir yıl önceye göre giderleri büyük oranda artan öteki Bakanlık ise, Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığıydı. Onun bütçesi de 19 milyon TL'den 27 milyon TL'ye çıkarılmıştı. Bu para ile özellikle Köy Enstitüleri ve meslek öğretim hamleleri yürütülüyordu.

Bunun özeti, halkın eğitilmesine, köyün eğitilmesine ve Köy Enstitülerine verilen önemdir. Gerek Cumhurbaşkanı İnönü gerek Başbakan Saracoğlu için eğitim, savaş içinde bile en önemli konuydu.

Saracoğlu İnönü'ye danışarak şöyle demişti: "Ekmekten kısabiliriz ama mektepten kısamayız." (Age.s.255)

***

Bütün bunlar olurken Mersin, Mahmudiye Mahallesi, Bozkurt (Hastane) Caddesi, Büyük Çıkmaz Sokak'taki sokağı tıkayan evde, eşek arısı sürüsü başımdan soktuğu için, beyin humması hastalığı yüzünden komada yatmaktayım. Dokuz ay sonra uyanacağım, yürümeyi yeniden öğreneceğim.

Evlerin camları mavi ya da siyaha boyanmış. Tayyareler görmesin diye. Arada sırada canavar düdüğü (siren) çalıyor. Tehlikeyi haber vermek için.

Yitirdiğim nüfus kağıdımda ekmek karnesi ve Sümerbank'ın kaput bezi, pazen mührü var.

O yılları yaşadım ben.

1943 yılında Kayatepe İlkokulu'nda okula başladım. Öğretmenimin adı Sıdıka Bediz'dir.

O yıllarda, kimsenin şemsiyesi, paltosu, yağmurluğu falan yoktu. Ayakkabılarımızın altına pençe üstüne pençe yapılırdı, kabara çakılırdı. Kabara at nalı çivisine benzer bir şeydir. Beton ve taş üzerinde gıcırdar.

Savaş dolayısıyla Deniz Harp Okulu Mersin'e taşınmıştı. Sokaklarda, henüz devlet kuramamış, Filistin'e geçmek için bekleyen Avrupalı Yahudi göçmenler vardı.

1948 yılında Birleşmiş Milletler kurulduğu zaman Halkevi'ne (şimdiki Opera-Bale binası) götürdüler bizi. Çok iyi anımsıyorum.

Ama II. Dünya savaşının bittiği güne dair en küçük bir görüntü yok gözümün önünde.

O günleri ben de yaşadım. Nankörlük eden iftiracılardan hesap sorarım! (Devam edecek).