Yandex
22 Mart 2025 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Süpernova: Evrende elementlerin ve yaşamın kaynağı

Uğur Güven

Uğur Güven

Gazete Yazarı

A+ A-

Etrafımıza baktığımızda tüm dünyamızın gerek bitkisel gerek hayvansal gerekse mikrobik olarak hayat ile dolu olduğunu görebiliriz. Biyologlar ve evrim ile ilgilenen bilim insanları tüm bu hayat çeşitliliğini açıklamak için farklı bilimsel teoriler öne sürmüşlerdir. Ancak yaşamın ilk başlangıç noktalarına baktığımızda halen ilk yaşamın dünyamızda nasıl oluştuğunu tam olarak bilemiyoruz ve henüz deneyler ile dünyanın ilk koşullarını oluşturabilsek bile sıfırdan bir yaşayan hücre veya benzeri bir olguyu başarmak mümkün olmadı. Tabii hayatın oluşması için gerekli olan ısıl enerjinin ve öncelikle suyun olması gerekiyordu. Yaşamın oluşması için ne çok sıcak ne çok soğuk olmayan bir iklim ile çok fazla radyasyona maruz kalmayan bir ortam ve uygun elverişli bir atmosfer olmazsa olmaz olan gereksinimler. Daha önce gerek dünyamızın gerek Güneş Sistemimizin bu anlamda doğru mesafelerde olduğunu başka bir yazımızda anlatmış ve bununla ilgili olarak Goldilock Bölgesi tanımını incelemiştik.

Ancak bilim adamları artık yaşam için gerekli olan tüm moleküllerin Süpernova dediğimiz yıldız patlamaları sayesinde oluştukları konusunda tamamen hemfikirler. Süpernova, bir yıldızın ömrünün sonuna geldiğinde parlak bir ışık patlamasıyla meydana gelen olgudur. Süpernovalar, tüm galaksileri kısa bir süreliğine gölgede bırakabilir ve güneşimizin tüm ömrü boyunca yayacağından daha fazla enerji yayabilir. Ayrıca evrendeki ağır elementlerin birincil kaynağıdırlar. NASA'ya göre süpernovalar, "uzayda gerçekleşen en büyük patlamadır.". Tarihte çıplak gözle görülebilen süpernovalar, gökyüzünde aniden beliren ve haftalar, hatta aylar boyunca parlaklığını koruyan nadir gök olaylarıdır. Bunlardan ilki, M.S. 185 yılında Çinli gökbilimciler tarafından kaydedilmiş ve "misafir yıldız" olarak adlandırılmıştır. En ünlü süpernovalardan biri, 1054 yılında patlayan ve günümüzde Yengeç Nebulasını oluşturan SN 1054’tür; Çin, Japon ve Arap astronomları tarafından gözlemlenmiş ve o dönemde gündüz bile görülebilecek kadar parlak olmuştur. 1572’de Danimarkalı astronom Tycho Brahe tarafından gözlemlenen SN 1572, onun "De Stella Nova" adlı eserine ilham vermiştir ve gökbilimde büyük yankı uyandırmıştır. Johannes Kepler de 1604 yılında SN 1604 süpernovasını gözlemleyerek detaylı kayıtlar tutmuş ve bu olay, "Kepler'in Süpernovası" olarak anılmıştır. O zamandan bu yana Samanyolu’nda çıplak gözle görülebilecek kadar parlak bir süpernova gerçekleşmemiştir, ancak bilim insanları gelecekte özellikle Betelgeuse gibi dev yıldızların patlamasını beklemektedir.

SÜPERNOVA

Yıldızların parlaklık ve ısı yaymasının temel sebebi füzyon dediğimiz reaksiyonla yüksek ısı ve yüksek basınç altında hidrojen atomlarının birleşmesi ve sonuçta helyum elementinin oluşmasıdır. Bu birleşme altında meydana gelen yüksek ısı ve enerji ise yıldızların ışık ve enerji yaymasına sebep olur. Bazen ısı ve basınç yükseldikçe yıldızla bulunan helyum moleküllerde birleşir ve bu reaksiyonlar artarak farklı ve daha ağır elementlerin oluşmasına yol açar. Ancak belirli bir süre sonra (çoğu zaman milyarlarca yıl) yıldızların içindeki hidrojen bittiğinde o zaman artık yıldızlar füzyon reaksiyona yapamamaya başlar ve farklı aşamalardan geçerek büyüklüklerine göre patlayarak kalan maddeleri saçıp daha sonra küçülürler ve büyüklüklerine göre ya beyaz cüze veya karadelik olurlar. Bir gün milyarlarca yıl sonra kaçınılmaz olarak kendi güneşimizde nova reaksiyonuna girip yok oluş sürecinde olacaktır. Bu patlama dediğimiz reaksiyona nova adı verilir ve güneşimizden daha büyük yıldızların patlamasına ise süpernova denir.

Süpernovalarda ise sıcaklık ve basınç patlamadan dolayı çok yüksek boyutlara ulaştığından oksijen, karbon ve demir gibi ağır elementler elde edilir. Hatta bazı simülasyonlarda bilim adamları bu patlamalarda su moleküllerinin dahi oluştuğunu tespit ettiler. Görüleceği üzere yaşam için gerekli olan karbon, oksijen, su ve hatta kanımızda hemoglobin içinde bulunan demir süpernovalar sayesinde oluşturulmuştur. Bilim adamları gezegenimizde oluşan suyun jeolojik ve atmosferik sebeplerini ortaya koysa da süpernovadan saçılan H20 yani su moleküllerinin ilk katalizör su molekülleri olduğu konusunda hemfikir. Zaten süpernovalardan saçılan oksijen olmasaydı yaşamın oluşması da mümkün değildi. Bugün vücudumuzun önemli bir kısmını teşkil eden karbon ve su molekülleri ise tamamen evrenimizdeki süpernova reaksiyonlarından uzaya fırlamış ve bir şekilde gezegenimiz oluşurken dünyamıza erişmiş moleküller. Yani hepimiz bir nevi insanlık olarak süpernova çocuklarıyız yani hepimizin bedeninde milyarlarca yıl önce süpernova patlamalarında oluşmuş ve gezegenimize ulaşmış var olan moleküllerin izleri var ve bir nevi tüm insanlık bu anlamda bu ortak kökene sahip.

Bu anlamda bilim insanlarının ve bilimin önemi daha çok öne çıkıyor. Bu tür araştırmalar sadece evrenin ve uzayın derin sırlarının keşfedilmesini sağlamıyor aynı zamanda yaşamın, kimyanın ve hatta fiziğin temelinin anlaşılmasını sağlıyor. Bugün kullandığımız tüm teknolojilerin (tıp dahil) temelinde bu bilim anlayışı ve perspektifi var. Bu anlamda bilimsel çalışmalar ta Sümer uygarlığından beri insanlığın önünü aşmış ve medeniyetlerin ilerlemesini sağlamıştır. Bu çerçevede bilime önem veren toplumlar tarihe ciddi katkılar sağlamıştır. Hatta Fatih Sultan Mehmet bile İstanbul’u fethederken bilim ve akıl kullanmış ve kullandığı süper güçlü toplarla Bizans kalelerini delmiş ve gemileri karadan yürüterek Haliç’e sokmayı başarmıştır.

‘KALKINMA PLANLARI YAPILMALI’

Bu çerçevede tüm ekonomik sıkıntılara rağmen gerek Mavi Vatan gerek Kara Vatan gerek Uzay Vatandaki egemenliğimizin korunması için bilim çalışmalarına eskisinden dahada fazla önem verilmeli ve daha fazla bütçelerle 5 ve 10 yıllık bilim ve teknoloji kalkınma planları yapılmalıdır. Zaten Ulu Önderimiz Atatürk’te “En Hakiki Mürşit İlimdir” diyerek hepimize yol göstermiştir. Birgün güneşimizde nova patlamasına maruz kalacaktır ve bu da hem Güneş Sistemimizi hem gezegenimizi yok edecektir ama belki bilim sayesinde o zaman geldiğinde insanlık çoktan galaksimizin her köşesine ulaşmış olacaktır.

Evren