Suriye ile savaş
Komşularla sıfır sorundan sorunlar yumağına geçilirken Suriye ile kurulan sağlıklı ilişkiler tam tersi istikamette evrildi. Savaş noktasına gelindi.
Erdoğan bu savaşı neden istiyor olabilir? Yanıtı bilemeyiz ama varsayım üretmek mümkün. En akla yatkını da, savaşı, yeni bir ülke kurmanın vasıtası olarak görmüş olmasıdır. Eğer Suriye kuzeyinde ele geçirilecek topraklarla bir federasyon kurulabilseydi, bir taşla üç kuş vurmak mümkün olabilecekti: Kürt meselesi federatif bir yapıyla çözülebilecek, Laiklik ortadan kaldırılabilecek ve başkanlık sistemine kolaylıkla geçilebilecekti. Tam bir “Yeni Osmanlıcılık” tezahürü...
Rusya’nın ABD’yi engellemesi hesapları bozdu.
İçerideki gelişmeler ile birlikte ele alındığında, Suriye ile savaş konusu artık sadece iktidarını devam ettirebilmenin vasıtalarından birisine indirgenmişe benziyor.
IŞİD’ler, El Nusra’lar bu nedenle destekleniyor.
Türkiye’den destek olmadan yaşamaları mümkün olmayan grupların Süleyman Şah Türbesi’ni koruyan askerlerimize saldırıda bulunabileceği gibi inandırıcılığı olmayan bir müdahale gerekçesi yaratılmaya çalışılıyor.
Suriye uçağının düşürülmesi de bu çerçevede anlam kazanıyor.
Bu gelişmeleri cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilişkilendirmek yanlış olmaz.
Çekiç Güç vasıtasıyla yarattığımız K. Irak’tan sonra K. Suriye devletçikleri oluşturma gayreti içindeyiz.
ABD’nin açmak istediği koridoru kendi ellerimizle hayata geçiriyoruz.
Jeopolitik vizyona örnek bir yaklaşım(!)
Jeopolitik deyince, II. Viyana Kuşatması’nın sonrasına denk gelen bir dönemde, 1700’lerde, ülkemize matbaayı getiren İbrahim Müteferrika’nın Osmanlı devlet büyüklerine tavsiyelerine göz atalım: “... Coğrafya bilgisinden yoksun olan adamların elinde devlet yönetmek pusulasız gemi yürütmek gibi bir şeydir.”(1)
Bilginin bilince yansıması ve kültüre dönüşmesi demek ki çok zaman alıyor.
Türkiye’nin Suriye ile savaşa ihtiyacı yok. Ama kendi bekası için Suriye ile acil bir barışa ihtiyacı var. Gerekiyorsa sınırlı bir askeri harekâta girişilerek bu koridorun ortadan kaldırılmasına ve buradaki ortaçağ kalıntılarının kazınmasına...
Asker-Siyaset ilişkileri
Bu bağlamda Suriye uçağını düşürdü diye eleştiri oklarını TSK’ya yöneltmek yanlıştır. Muhatap hükümettir.
TSK’nin kendisini siyasi tartışmaların dışında tutma gayreti yerindedir. Ancak “açılım” çerçevesinde, yürürlükteki 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında(ki) Kanun’un bu kapsamda çiğnendiği atlanmamalı ve bunun da siyasete alet olmak olduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Silahlı kuvvetler elbette siyasi otoritenin emrindedir. Yasal olmak kaydıyla bütün emirlere riayet etmek zorundadır. Ama yasal olmayanlara da hayır diyebilmek koşuluyla. Kanunları çiğneyerek değil. İktidarlara yapışarak hiç değil...
Demokratik ülkelerdeki yerleşik bir kural bize ışık tutuyor: “Askeri itaat ile hukukilik arasında bir çatışma mevcuttur... Subayın, devletin bir hizmetkârı olarak, sadece devletin meşru yetkiye sahip organlarının hizmetinde olduğu varsayılır. Şayet devlet adamı seçtiği harekât tarzına dair emir verirken, yasalara uygun hareket etmediğini kabulleniyorsa, o halde subayın itaatsizlik göstermesi haklılık kazanır.”(2)
Sivil siyasetin ve askerin jeopolitik bilmeleri kadar tutarlılıkları da sürdürülebilir bir sivil asker işbirliğinin yegane güvencesidir.
Karşılaşılan sorunlar da ancak bu tür bir yaklaşımla çözülebilir.
(1) Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, 18. baskı, s. 54
(2) Samuel P. Huntington, Asker ve Devlet, Salyangoz Yayınları, 2. baskı, s. 83