Suriye’de ABD ile ortak güvenli bölge, Kuzey Irak’ın tekrarı olacaktır
George Bush: Sayın Özal, biz güneyden gireceğiz. Siz de Kuzey’den Irak’a girin. Musul ve Kerkük’te hakkınız var. Buraları alın
Turgut Özal: Sayın Bush, bugün gir diyorsunuz. Yarın da çık dersiniz…
George Bush: Kim girdiği yerden çıktı ki siz de çıkacaksınız... Kıbrıs’a girdikten sonra çıktınız mı?
1.Körfez Savaşı öncesi dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve ABD Başkanı George Bush arasında gerçekleşen telefon görüşmesinden bir bölüm (1990)
Silopi’den Suriye sınırına kadar 40 kilometrelik bir alandan askerlerimizi rahatlıkla Irak’a sevk edebiliriz. Çok kısa zamanda Musul’a ulaşır oradan devam eder Kerkük ve Erbil’i ele geçirebiliriz. Şartlar el verirse coğrafi hiçbir engeli bulunmayan arazide ilerleyip, Bağdat üzerinden taa Basra’ya kadar dayanırız.
Turgut Özal’ın dönemin Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la görüşmesinden bir bölüm (1991)
24 Ağustos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan bu yana, Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK), uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler Şartnamesinden doğan meşru müdafaa hakkını kullanarak, Suriye’nin kuzeyinde milli güvenliğimizi tehdit eden terör örgütlerine karşı askeri operasyonlarını sürdürüyor.
Astana süreci ile beraber, Rusya, İran ve dolaylı yoldan Suriye hükümeti ile işbirliği yapan Türkiye, Suriye topraklarında faaliyet gösteren terör gruplarından temizlediği bölgelere, askeri cepler kurmak suretiyle bölgede güvenliği sağlayan bir strateji izledi.
Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturulmasına yönelik açıklamalarının sıklaşması ile beraber, askeri operasyonların ve bölgede izlenen stratejinin nasıl bir yön izleyeceğine dair tartışmalar gündeme gelmeye başladı.
Suriye’de inşası gündeme gelen güvenli bölgenin içeriğini ve olası sonuçlarını yarın yayımlanacak ayrı bir yazıda inceleyeceğiz. Fakat bu konuyu ele almadan evvel, Türk siyasi hayatına, güvenli bölge kavramının girdiği, bugünle de benzerlikler içeren I. ve II.Körfez Savaşları sürecini ele almakta yarar var.
ÇEKİÇ GÜÇ VE GÜVENLİ BÖLGE: IRAK’IN BÖLÜNMESİNİN İLK ADIMLARI
1990 senesi. ABD, Irak’ta Saddam Hüseyin iktidarına müdahale kararı alırken, Türkiye’yi de peşinden sürüklemek için siyasi ve diplomatik hamleler yapıyordu.
Fakat ABD yönetimi ve dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın bütün çabalarına rağmen Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin, ABD ile beraber Irak’a müdahalesine karşı bir tavır aldı.Dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, ABD planlarını reddederek görevinden istifa etti.
Sonuç olarak, Türkiye, ABD’nin, Irak’a müdahalesine katılmadı. Washington yönetimi, Türkiye’nin desteği olmadan Irak’a yönelik olarak düzenlediği operasyonda Saddam Hüseyin yönetimini devirmeyi başaramadı. Fakat askeri operasyonlar sonrası ülke içinde kışkırttığı iç isyanlar yolu ile zayıflatmayı başardı.
Tarihe I.Körfez Savaşı olarak geçen müdahalenin hemen sonrasında, ABD, Irak’ta yaşayan Kürtleri koruma bahanesiyle, “Çekiç Güç” adı altında yeni bir hamleye girişti.
“Çekiç Güç” dünya kamuoyuna, bölgede yaşayan Kürtleri “Saddam zulmünden” koruma projesi olarak sunulsa da, asıl amaçlanan, Irak topraklarının kuzeyine, Irak ordusunun müdahalesini engelleyerek bölgede bir Kürt devleti kurmaktı.
ABD baskılarına daha fazla direnemeyen Ankara, ABD’nin “Çekiç Güç” adı altında sunduğu güvenli bölge planını kabul etmek zorunda kaldı.
Irak Devleti’nin kontrolünden arındırılan bölgede, ABD’lilerin himayesinde PKK ve diğer ayrılıkçı terör grupları palazlandırıldı.
Çekiç Güç adı verilen güvenli bölge projesinin sonucunda, PKK kuvvetlenirken, Irak’ın kuzeyinde kurulmak istenen Barzani-Talabani devletinin ilk temelleri atılmış oldu.
II. KÖRFEZ SAVAŞI VE 1 MART TEZKERESİ: BARZANİ DEVLETİNİN KURULUŞU
2003 yılında, II.Körfez Savaşı’nın hemen öncesinde, Washington yönetimi, Ankara’yı yine Kerkük ve Musul’da hak elde etme argümanıyla, komşu Irak’a karşı savaşmaya ikna etmeye kalkıştı.
Bu dönemde toplumda iki temel görüş ön plana çıktı;
Birincisi ABD’yle beraber, Irak’a müdahalenin, orta ve uzun vadede başta Arap devletleri olmak üzere bölgede yer alan ülkelerle, ağır sorunlara neden olacağı ve bu tür bir savaşa girilmemesi yönündeki görüştü.
Diğer görüş ise, yazımızın başında alıntıladığımız 8.Cumhurbaşkanı Özal’ınkine benzer biçimde, ABD ile beraber Irak’a müdahale etmemiz durumunda, Musul ve Kerkük’ün kontrolünü ele geçirebileceğimiz yönündeydi.
O dönem yeni iktidara gelmiş olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nde dahi, konu ile ilgili keskin görüş ayrılıkları mevcuttu.
Sonuçta 1 Mart Tezkeresi adı altında sunulan planı TBMM reddetti.
O dönem AKP hükümetini dışarıdan yöneten Recep Tayyip Erdoğan tezkere yanlısı bir tutum aldığını açıklarken, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök tezkereyi şu ifadelerle savunmuştu; ““Tezkere geçseydi çok farklı olurdu. ABD ile çok güzel bir ‘Mutabakat Muhtırası' hazırlamıştık.(…) Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı. Ve uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekâtı oradan sürdürecektik.”
II.Körfez Savaşı’nın sonucunda, Saddam Hüseyin iktidarı devrilirken, Irak’ın kuzeyinde Barzani-Talabani işbirliğinde kurulan yapı, ABD’nin yazdığı yeni Irak Anayasası ile resmi bir hal aldı.
Özetle, I. ve II.Körfez Savaşlarında, Türkiye’de dönemin iktidarlarının PKK ile mücadeleyi kolaylaştıracağı teziyle desteklediği, ABD himayesinde Irak’ın kuzeyinde kurulan güvenlikli bölgelerin sonucu,resmileşen bir Barzani devleti oldu.
Bu yapının elinde tuttuğu topraklar, halen PKK ve benzeri gruplara ev sahipliği yapmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl, Barzani liderliğindeki grupların, bağımsızlık referandumu ise bölge ülkelerinin ortak tavır alması nedeniyle başarısızlığa uğradı.
Bugün, Türkiye’nin önünde duran Suriye’de güvenli bölge projesini ele almadan önce, Irak örneğinde yapılan hataları hatırlatmakta yarar gördük.
Türkiye’nin, aynı hataları tekrarlayacak lüksü olmadığı açık.Tarih, hatalarından ders çıkaran devletlerin ayakta kaldığını yazmaktadır.
Kerkük, Musul, Halep veya bir başka komşu ülke şehrini, ABD planları içinde, komşularımızla çatışarak elde etmeye çalışmanın getireceği, kan ve gözyaşı olacaktır.
Türkiye’nin önünde uzanan yol, komşu ülkeleri ile işbirliği içinde, ortak bir güvenlik, ekonomik ve siyasi birlik kurmaktır. Bu durumda, Kerkük, Musul veya Halep, ekonomik ve sosyal anlamda İstanbul’a, Adana’ya ve Antep’e karışacaktır.
Bölgesel işbirliği, bölgede yaşayan Kürtlerimizi, ABD ve taşeronlarının etkisi altından çıkartacak, tekrardan Türk, Arap ve Fars komşuları ile ortak bir yola sokacaktır.
Doğru siyasi irade, Türkiye’yi, hak ettiği biçimde bölgenin öncü devleti haline getirecektir.