Suriye’de yeni durum ve Türkiye için esas öncelik
Çok kısa sürede, önümüzdeki on yılları belirleyecek önemde değişikliklerin ortaya çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerin en önemli özelliği, birincisi her şeyin bıçak sırtında olduğu gerçeğidir. İkincisi de, ilk başta ortaya çıkmış görünen tablonun aynı gün içinde tersine dönebildiğidir.
Kafamızdaki şablonlara göre değil, gelişmeleri serinkanlılıkla inceleyerek, olumlu ve olumsuz yönleriyle masaya yatırarak, maddeyi elimizle tutarak gerçeği anlamak ve gidişatı buna göre tahlil etmek zorundayız.
ASTANA TIKANMIŞTI
Önce şunu saptayalım: Son 10 gün öncesine dönecek olursak, Suriye’de dengelerin Şam Hükümeti başta olmak üzere Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin lehine, ABD’nin Suriye’yi bölme operasyonunun aleyhine dönmesini sağlayan Astana süreci tıkanmıştı.
Türkiye-Rusya yakınlaşması, daha sonra İran’ın da buna dahil olmasıyla 2017’de başlayan Astana süreciyle oluşan yeni denge, Türkiye’nin “terör koridoru”nun Akdeniz’e açılmasını önleyen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarına imkan sağlayan uluslararası zemini oluşturmuştu.
Astana da, Cenevre süreci gibi, BM Güvenlik Konseyi’nin “Suriye’de muhaliflerle mevcut yönetimin masaya oturmasını ve siyasi çözüm”ü öngören 2254 sayılı kararını temel alıyordu.
Ancak bu iki süreç birbirinden farklı hedeflere sahipti: Astana süreci, Suriye’nin ülkenin toprak bütünlüğünü, siyasi birliğini ve egemenliğini ülkenin tamamında tesis etmesini amaçlarken, Cenevre’deki müzakereler Suriye’yi etnik ve mezhepsel temelde bölmeyi hedefliyordu.
Astana süreciyle Batı’nın Cenevre inisiyatifi etkisini yitirmişti. Astana’da muhaliflerle masaya oturan Esad yönetimi, yeni bir anayasa için komite kurulması kararının da altına imza atmıştı.
Fakat geçen 7 yılda, ne anayasa yapılabildi, ne de müzakerelerde bir ilerleme oldu. Türkiye, Rusya ve İran’ın kendi farklı önceliklerini esas alan politikaları, Astana’nın daha fazla ilerlemesine imkan sağlayamadı.
Bu durum, (başka etkenlerin yanı sıra), Esad yönetiminin de kilitlenmesine, bu sürecin imkanlarını doğru bir şekilde değerlendirememesine neden oldu.
ABD STRATEJİSİNE KARŞI OLUŞTURULAMAYAN ORTAKLIK
Bu üç ülkenin ortak bir nihai hedefi ilan edip sahada farklı önceliklere göre davranması, bugünkü durumun ortaya çıkmasının esas nedenidir.
Şunun üzerinde durulmalıdır: Erdoğan ve Putin arasında 2018-2019’daki Soçi mutabakatlarıyla kararlaştırılan unsurlar hayata geçirilebilseydi bugünkü tablo oluşur muydu?
Bu mutabakatlarda, PKK/YPG’nin Tel Rifat ve Münbiç’i boşaltması, bunun karşılığında İdlib’in HTŞ’den temizlenmesi kararlaştırılmıştı.
Buradaki hedeflerin hayata geçirilememesiyle, Türkiye, Rusya ve İran, ABD’nin esas yatırım yaptığı PKK devletçiğine karşı ortak mücadele hedefinde buluşamadı.
Rusya ve İran, her ikisi de farklı gerekçelerle, PKK devletçiğinin bertaraf edilmesi hedefinde Türkiye ile ortaklaşmadı.
Oysa, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ABD işgalinin sonlandırılması ve PKK devletçiğinin bertaraf edilmesi, sadece Türkiye için değil dünya çapındaki Atlantik ile gelişen dünya arasındaki mücadelenin düğüm noktası niteliği taşıyor.
YAŞAMSAL ÖNCELİK
Ancak şunu unutmayalım: Hiç kimse yanında durmasa bile, Türkiye kendi sınır bölgesinde bir PKK devletçiğine razı olmayacaktır. Buna ancak, Türkiye’nin Atlantik karşısında boyun eğmesi neden olabilir.
Fakat, Trump’ın, “Suriye’de bırakın ne yapıyorlarsa yapsınlar” açıklaması, Bidencıların telaşı ve İsrail’in hesapsız hamleleri ile Türkiye’yi hedef alan açıklamaları, mevcut uluslararası koşulların böyle bir duruma değil tersine işaret ettiğini gösteriyor.
Bugün Suriye’de yeni ortaya çıkan koşullarda, Türkiye için asıl öncelik PKK devletçiğinin bertaraf edilmesini sağlamak, İsrail’in mevcut boşluğu kendi lehine kullanma imkanlarını ortadan kaldıracak mevzilenmeyi yapmaktır.