27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Suriye’den umuda kulaç atmak: ‘Yüzücüler’

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Belgesel görünümlü bazı Batı propagandası örneklerinin dışında, 2011’den beri Suriye’de yaşanan trajedinin sinemaya yansımış az sayıdaki örneklerinden biridir “Yüzücüler” (The Swimmers).

1976’da Mısır kökenli bir ailenin çocuğu olarak Galler’de doğan Sally El Hosaini’nin yönettiği 2022 yapımı film, Suriye’deki iç savaştan kaçıp Avrupa ülkelerine iltica etmek isteyen milyonlarca insandan ikisinin, iki kız kardeşin öyküsünü anlatıyor, uzun ve zorlu bir yaşam mücadelesinden görünümler sunuyor.

BİR ÜLKE PARÇALANIRKEN

“Yüzücüler”, 2011’de Şam’dan görüntülerle açılıyor. Bir grup genç kız rengarenk, gelişmiş bir Arap kentinin modern çevresinde neşe içinde eğleniyor, partilere katılıyor, dans ediyor. Eski yüzme şampiyonu, şimdilerde antrenörlük yapan Suriyeli baba, iki kızı Yusra ve Sara’yı da yüzücü olarak yetiştirmiş ve Rio olimpiyatlarına hazırlıyor.

Otoriter ama kızlarının üstüne titreyen babayı, şefkatli anneyi, en küçük kız kardeşi, evin sevimli kanaryasını, kısaca mutlu ve umutlu Suriyeli aileyi tanırken, 2015 yılına, çatışmaların, bombalamaların yoğunlaştığı bir ülkeye geçiyoruz.

Çatışmalar sokakları sarıyor, yüzücü kız kardeşlerin sporcu arkadaşları ölmeye, bazıları da yurtdışına kaçmaya başlıyor. Antrenman yaptıkları kapalı havuza bomba isabet edip çatı çökünce, onlar için de gerilim dolu günler devreye giriyor.

Aile toplanıp Yusra ve Sara’yı tehlikeli bir yolculukla Batı’ya yollamaya karar veriyor. Dj’lik yapan erkek yeğen Nizar da onlara katılıyor ve İstanbul’da birkaç gün geçiriyorlar.

Babalarının “Yüzücülerin denizde ölmesi aptallık, sakın tekneye binmeyin!” uyarısına rağmen insan kaçakçıları sayesinde ölümcül bir yolculukla Midilli adasına geçiyorlar ve ardından kalabalık bir göçmen kafilesiyle Sırbistan, Macaristan derken, hedef ülke Almanya’ya ulaşıyorlar.

Gerçekten yaşanmış olaylardan uyarlanan “Yüzücüler”de iki kız kardeşi canlandıran Nathalie Issa ve Manal Issa, soyadlarından da anlaşılacağı gibi kız kardeşler. Vücutlarının, omuzlarının vb. yüzücülerinkine benzememesi dışında oyunculuklarında hiçbir sorun yok. Nizar rolündeki Ahmed Malek de iyi bir performans sergiliyor.

CENNET BATI’DA MI?

Costa Gavras, 2009’da çektiği “Cennet Batı’da” (Eden is West) filmiyle doğduğu toprakların “cehenneminden” Batı’nın “cennetine” kaçmaya çalışan genç bir mültecinin öyküsünü anlatıyordu. Sally El Hosaini de aynı yolu izliyor ve o toprakların cehenneme çevrilmesinde Batı’nın oynadığı rolden hiç bahsetmeyerek başka bir “Cennet Batı’da” öyküsü sunuyor.

Kuşkusuz ki Suriye’den, Afganistan’dan, Libya’dan, Sudan’dan, Eritre’den Almanya’ya, Fransa’ya, İngiltere’ye bir umut güzergahı çizilmiş durumda ve Gavras’ın da El Hosaini’nin de bu açıdan gerçekçi davrandıkları söylenebilir.

Ancak öte yandan sanatın politik sorgulayıcılığının es geçilmesinin bu gerçekçiliği zayıflattığı da ortada. Almanların göçmenleri “Almanya’ya hoş geldiniz!” diyerek karşılaması, tatsız bir şaka gibi örneğin…

Bir Netflix yapımı olan “Yüzücüler”, bir yandan “Yüzmek benim yuvam, ait olduğum yer” duygusuyla bir spor filmi olarak kulaç atarken, asıl boyutunu, Suriye’de Beşar Esad iktidarının yıkılmasıyla sonuçlanan süreci özetlemesi ve göçmenlik olgusuna ışık tutmasıyla oluşturuyor.

Daha 2015’te “Artık Suriye yok!” diyen Yusra’nın isyanı, tek laik Arap ülkesi olan Suriye’nin parçalanmasına, bir toplumun çözülüşüyle yankılanıyor. Yıllardır milyonlarca Suriyelinin yaşadığı Türkiye’de tek bir yönetmenin çıkıp da bu gerçeğe yaklaşmaması ise sinemamızın bir trajedisi olarak karşımızda duruyor.

Sanat Suriye Netflix Batı