Suriye’nin kaderini elinde tutanlar: Aleviler
Müslüman Aleviler, İslam döneminin en medeni, en adaletli, en berrak devletlerinin mimarlarıydı. İslam tarihinde ilk Alevi devleti “Mağrip Alevi Devleti” adıyla 9. yüzyılda Fas’ta kuruldu. İkincisi Tunus’ta “Mehdi Alevi Devleti” adıyla inşa edildi. Üçüncüsü Mısır’da 10. yüzyılda kurulan, adını Hz. Muhammed'in kızı ve Hz. Ali'nin eşi Hz. Fatima'dan alan “Fatımi Alevi Devleti”dir. Her üç devletin manevi ve askeri kurucusu Ubeydullah Bin Muhammed El-Habip Bin Cafer El-Musaddık (Cafer Sadık)’tır. Kendisi aslen Suriye’nin Hama vilayetine bağlı Selimiye beldesindendir. İmam Cafer El-Sadık’ın zürriyetinden veya evlatlarından biri olduğu da söylenir. D. 872, Suriye, Ö. 935 Tunus olup, kabri ve türbesi Suriye’nin Selimiye ilçesindedir. El-Mehdi El-Fatımi El-Alevi lakabıyla meşhurdur.
Manevi ve askeri komutanlığı Şam’dan gelen Fas-Mağrip-Tunus Alevi ordusu, Mısır’da Emevi ordusunu mağlup eder. Düşman ordusunun kahrolduğu yer manasına gelen Kahire merkezli Alevi Fatımi Devleti’nin temellerini atan en meşhur komutanları Abu Abdullah El-Hüseyin Bin Ahmet ve kölelikten kurtardıkları Sicilyalı Cafer’dir. Fas, Cezayir, Libya, Malta, Sicilya, Sardinya, Korsika, Tunus, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin Humus şehrine kadar bir egemenlik tesis ederler. Halep, Antakya, Adana, Mersin, Rakka, Deyr El-Zor ve Irak’ın kuzey ve batı bölgelerine yönelmemelerinin en önemli sebebi Halep merkezli Alevi Hamdan Devleti’nin (905-1004) aynı tarihlerde mevcut olmasındandır. Ancak Hamdânîler, Büveyhoğulları, Şafi Kürt aşiretleri, Harput (Elazığ) Ermenileri, Fatımi ve Bizans İmparatorluğu ile sürekli bir mücadele ve savaş halindeydi.
KÜLTÜR VE DÜŞÜNCE ZENGİNLİĞİ YAYDILAR
Her iki Alevi devleti döneminde, hüküm sürdükleri yerlerde kültür, ve düşünce zenginliği yaygınlaştı. Kütüphaneler, müzeler, üniversiteler (El-Ezher misali) kurdular. Halep, Antakya, Urfa, Rakka, Mardin, Musul Akademilerini restore ettiler ve çalışmalarına destek verdiler. Tarımda zenginlik, toplumsal asayiş, esnaf, çiftçi ve tüccarların teşvik edilmesi devletin prensiplerini oluşturdu. Bizans ve Avrupa’dan gelen yağmacı ve işgalci Haçlı ordularına karşı kalkan oldular. Onlarla savaştılar. Sünniler, Yahudiler, Mısır Kıptileri, Suriye ve Filistinli ve Malta adası Hristiyanlarına karşı ticaret, siyaset, ibadet ve bürokraside eşit davrandılar.
İki devletin idaresindeki Kahire ve Halep ile dönemin en önemli şehirleri ta Türkistan’dan (Farabi) yakın uzak diyarlardan gelen, farklı kültür, din ve dil familyasına mensup yüzlerce din âliminin, sayısal ve sözel alanda uzman bilim insanın, şairin, dil bilimcinin, filozofun, komutanın, tüccarın, yerleştiği, yaşadığı, iltica ettiği mekânlardı. Aleviler Arabistan yarım adasından, Yemen’e, Umman Sultanlığından, Irak’a, Suriye’den Lübnan’a, Mısır’dan Tunus’a Mağribe (Fas’a), İran’dan Pakistan, Hindistan ve Afganistan’a, Anadolu’dan Balkanlara, Avrupa’dan Amerika kıtasına kadar az veya çok Velisini Ali olarak benimsediler. Hak Muhammed Ali yolunu, Kuran’ı farklı tefsir eden, farklı manalar yükleyen, farklı içtihatlarda iddialar ve beyanlar ortaya koyan Ümmeti Muhammed’in ana kolonlarından oldular.
İNANÇLARIN ÖLDÜRÜLMESİNİ HİÇ BİR ZAMAN İSTEMEDİLER
Bugün Umman Sultanlığı ziyaret edenler ülkenin nizamından, nezahetinden, insanlarının medeniyetinden, doğasının güzelliğinden, şehirlerinin tarihi dokusundan muhabbetle bahseder. Umman Sultanlığı soyadı Alevi olan devlet erbabının yoğun olduğu ve nüfusun en etkili, en köklü aile ve aşiretlerin de Alevilerden meydan geldiğinin altını çizelim. İster nesep (soy, zürriyet) ister gönül bağı veya başka sebeplerle bu itikada müntesip olanlar, ama özellikle Akdeniz (Mersin-Lübnan Hattı) sahili boyunca varlığını sürdüren Aleviler tarihin hiçbir evresinde başka dinlerin, mezheplerin veya inançların öldürülmesi için bir fetva vermemiştir. Hiçbir efradını böyle bir eyleme teşvik ve terbiye etmemiştir. Başkalarının, Alevilik adına, canına, malına, ırzına tecavüz edilmemiştir. Devletleri yıkılınca, zındık, kâfir, tehlikeli, güvenilmez, kestiği yenmez, din ve devlet düşmanı ithamlarıyla birçok mezalime, tehcire, katliama maruz kalmışlardır. Aştan, makamdan mahrum bırakılmışlardır. Issız bucaksız dağları, mağaraları, vahşi doğayı yurt edinmek zorunda kalmışlardır.
NAPOLYON’UN ALEVİLERİ KEŞFİ
Muhtaç, yarı ilkel, çok korkunç koşullarda bir yaşam sürdüren, dağları mesken edinmiş, şehir hayatı ve faaliyetlerinden mahrum bırakılmış Suriye ve Lübnan Alevilerini, İmparator Napolyon Suriye ve Mısır seferleri esnasında (1798-1799) keşfetti. Alevilerin içinde bulunduğu ilkel koşullar kadar olmasa da berbat durumda olan Antakya asıllı Lübnan Marunî Hristiyanları, Antakya patrikhanesine bağlı Suriye Doğu kilise toplulukları, Dürziler ve diğer “azınlıklar” da Napolyon’un ilgisine mazhar oldu. Fransa’nın bölgede Osmanlı, İngiltere ve Rusya’ya karşı savaşlarında desteğe ve taraftarlara ihtiyacı vardı. İhtiyaç ta keşiflerin anasıdır. Özellikle Sultan Abdülhamit döneminde Suriye, Lübnan ve Anadolu’da Fransa’nın Aleviler üzerinde artan etkisini kırmak için Suriye’ye sürgün edilen Abdülhamit Ziyaeddin (Jön Türk Aydınlarından Ziya Paşa) Alevilerin hayat şartlarının iyileştirilmesi ve jandarma dâhil olmak üzere devlet kurumlarında memur olabilmeleri için çaba sarf etti. Ancak 3 ay süren vazifesi sonrasında Adana’ya sürgün edildi.
İŞGALE DİRENENLER
Birinci Cihan Savaşı (1914-1918) esnasında ve sonrasında Şam, Irak ve Anadolu coğrafyasını taksim eden İngiltere, Filistin’i Avrupa Siyonist Yahudi burjuvazisi için işgal ederken, Fransa Suriye’yi işgal eder. 100 sene önceki durum Suriye’nin bugünkü manzarasına çok benzemektedir. Osmanlı Sultanlığı yönetimi çökmüş, ordusu dağıtılmış, polis ve hafiye (istihbarat) teşkilatı tasfiye edilmiş, bürokrasi, ticaret, el değiştirmişti. Bölge üzerinde İngiltere, ABD ve Fransa arasında bir rekabet savaşı vardır. Osmanlıdan arta kalan sivil ve askerlerin itirazları ve isyanları vardı. Silahlarını teslim etmek istemeyenler dağlara ıssız bölgelere sığındı. Fransa işgali altında yaşayanlar yıllar sonra ilk kez yabancıların, Hintli, Afrikalı ve başka diyarlardan getirilen Müslüman paralı askerlerin idaresi altına girmişlerdi. Kutsal Halife Sultan ve Paşalarının süslediği sokaklar ve camilerden indirilmiş başka bayraklar, fotoğraflar, müfredatla hakim olmuştu.
Fransa ve İngiltere, demokrasiden, hürriyetten nasibini almamış, üç Şii kökenli Alevi, Dürzi, İsmail’i topluluklar üzerinde karabasan olmuş, devletin tüm kurumlarından ve imkanlarından uzak tutulmuş, Sünniliği musallat etmiş olarak sunduğu Osmanlı “zulmünü” propaganda ederek azınlıklara devletler takdim eder. Lübnan’ı ayrı bir devlet olarak tasarlar. Alevilere tüm Suriye sahili (Tartus-Lazkiye ile Banyas, Ceble ve bağlı dağ köyleri) üzerinde bir devlet inşa eder. Aynısını Güney Suriye’de Dürziler için yapar. Şam ve Halep merkezli iki ayrı Sünni devlet tanzim eder. Bu taksimden memnun olanlar da vardı. Aleviler ilk kez orduda, devlet makamlarında göründüler. Toprak sahibi oldular. Hayatın her alanında büyüme imkânlarına kavuştular.
Not: “Esad dönemi ve sonrasında Aleviler” yazısı ile devam edeceğiz.