Talat Paşa memlekettir
İlkokulu Nilüfer Hatun’da bitirdim. Ama bir süre mahallemizdeki Mahmut Şevket Paşa’ya devam etmiştim. Nilüfer Hatun: Asıl adı Holifer, tekfurun kızı; güzel, cesur. Orhan Gazi âşık olur bu kıza, kaçırır, sonra ismi Nilüfer diye değiştirilir. Mahmut Şevket Paşa ise 31 Mart gericiliğini bastıran ittihatçı. Hani suikasta kurban gitti, cinayetin azmettiricilerinden Mustafa Sabri’nin Mısır’daki yoldaşı Müderris İhsan Efendi’ydi hani. Hani İhsan Efendi’nin torunlarından biri çok sonra CHP tarafından cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildi de büyük Atatürkçüler gidip hep oy verdi. Ekmeleddin Bey’den söz ediyorum, dedesi İhsan Efendi hakkında kuşatıcı bir kitabı da vardır.
Mahmut Şevket Paşa’ya döneyim; onun da Talat Paşa gibi sonsuz mekânı Abide-i Hürriyet Tepesi’dir, Şişli’de, İstanbul’da; hürriyet var adında nihayet! Talat Paşa adını ilk çocukluğumda duydum; kimi arkadaşlarım Talat Paşa İlkokulu’na giderdi, önce oradan. (Çevremiz farkında olmadan tarihle örülmüştü çocukluğumuzda. Evden çıkınca hemen yanı başımızda Ergenekon Caddesi... Ergenekon Davası’ndan sonra Yakup Kadri’nin o nefis denemelerinin bulunduğu Ergenekon adlı kitabını keşfedişim...) Sonra bir televizyon dizisi hatırlarım: Duvardaki Kan. Haluk Kurtoğlu Talat Paşa’ydı; Fikret Hakan, Berlin savcısı. Dünyanın en iyi dizisi değildi, yanlışları da vardı belki ama bugünün çoğu uğursuz dizilerinden daha çok şey söylüyordu, tavrı vardı. 1986 yapımı, senaryo Mim Kemal Öke... Karşı mesaj içeren bir şey de izlerim dersen 1982 yapımı Jirayir Tukhanyan’ın Assignment Berlin’i var.
Ermenistan’da Şirak bölgesinde, Talat Paşa’nın katili Soğomon Tehliryan (mezarı Kaliforniya’dadır, Ermenistan’da değil) için yaptırılan anıta getireceğim lafı. Hani katilin ayakları altında Talat Paşa’nın kafası var... Hani, o kafanın yeri orası değil de ondan!
Katil 1921 yılında Berlin’de, bir mart sabahı, evden gazete almak için çıktığında arkasından vurmuştu paşayı. Suratına bakmaya cesaret edemeyen öyle yapar. Hrant Dink de arkasından vuruldu. Taner Akçam’a ne bakıyorsun sen, Talat Paşa’nın intikamını almak için Dink’i vurdular diye yazmıştı! Ermeni meselesini sadece Akçam’dan okumak, kuantum fiziğini Homeros’tan öğrenmeye çalışmaktır (Akçam, Tessa Hoffman’ın öğrencisi, daha ne olsun yahu). Bu ülkede Hrant Dink adıyla bir inisiyatif, Dink ödülünü Ahmet Altan’a verdi hatırla. Bizde insanlar ölünce bile arkadan vurulabiliyor, hâlâ...
Katil Alman makamlarınca yargılanırken Osmanlı mareşali Liman von Sanders’in lehimize tanıklığı bizde çok az anlatılır. Tehcirde sınır dışı sürecinde başka grupların Ermenilere zulüm ettiğini ancak faturanın Cemal, Talat ve Enver paşalara kesildiğini belirtir Liman Paşa. Tutanak var.
Sıradan Ermeni kaynakları, katilin tüm ailesinin (babası, annesi, kız kardeşi ve üç erkek kardeşi) “soykırım” sırasında gözlerinin önünde öldürüldüğünü yazar. Fakat doğru mu bakalım! Tehliryan o sırada Sırbistan’dadır. Üstelik kız kardeşi de yoktur. Nereden biliyorum? Katilin, adını öldürülme korkusu nedeniyle gizleyen oğlu, Independent’a anlattı da oradan. Kayıtlar var.
Yani Ermeni lobisinin uydurduğu tarzda trajediler veya kahramanlıklar yok. Tehliryan, tehcir sırasında o bölgede bile bulunmayan sıradan bir katil. Emperyalizmin fonladığı, adına Nemesis Operasyonu derler bir hareketin maşası o kadar. Talat Paşa’yı öldürdükten sonra mahkemece suçsuz bulunur. Yalan dolan tümü. Şirak’ta heykeli dikilen “şey”, bir piyon sadece. Orada bir devrimcinin ayaklar altındaki alevden fikirleri, kan, ter, sıcak, acı yok orada; sadece taş var...
Evet tehcir acı, felaket ama en az daha öncesinde yaşananlar kadar acı! Hikâyeyi Fatih Akın’ın berbat filminden izlersen süreci o sonuca götüren sebepleri Akın kadar kavrarsın. Fakat işte o “kavrayış”, filmin prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptırtır. Batı, Ermeni Soykırımı adıyla üzerine yalan ve para yağdırdığı, çokları için ikbal kapısı olan bir şirket kurmuştur. Talat Paşa’nın memleketi terk ederken kurdurduğu Karakol Cemiyeti ise büyük devrimimize silah taşıyacaktır.
Mithat Cemal Kuntay’ın nefis Üç İstanbul’unda da var Talat Paşa. Orhan Pamuk’un en sevmediği kitaptır! İnsan, çeyreğini yazamayacağı kitabı nasıl sevsin. Bu romanda yazar, Talat Paşa memlekettir der. Beş parasız ölmüş, belli mevkilere mecburen gelmiştir. Sadaret mührü elindeyken Bab-ı Âli’ye sefertasıyla girmiştir. Hep kirada oturur paşa. Padişah kendisine bir ziyaretinde “evladım sana kendi hesabımdan para vereyim de kendine ev al” deyince Talat Bey huzurdan çıkıp mabeyinciye lütfen usulünce kendisini ikaz ediniz, bir daha bana para teklif etmesin demeye getirir. Millet beyaz ekmek yiyemiyor diye, evine beyaz ekmek girmeyendir Talat.
Kuntay’ın paşaya yazdığı şiirle bitireyim, heykeli dikenlere armağan olsun. Bozdoğan Türküsü’nü de aç okurken, çalsın şöyle inceden: “Alnındaki ter, bir vatanın döktüğü terken / Nabzındaki kan belki de bir nesle yeterken / En sonra, şu torba kemik sen misin? Anlat! / Biz dipdiri verdik seni bir devlete Talat! / Takriben adamlık sana yetmezdi, tamamdın / Sen kitle adam, millet adam, bayrak adamdın. / En sevdiğin insan senin, çıplak olandı / Şanlar, senin ölçünle palavraydı, yalandı. / İnsanların insanlara verdikleri şanlar / Göğsünde kalır, kalbine girmezdi nişanlar. / Asla derileşmezdi vezir esvabı sende / Sen zorla büyüktün, ne kadar istemesen de... / En sonra eğildinse de kurşunla eğildin / Altınlar akarken de züğürt ölmeyi bildin. / Neymiş sana heykel, ne demekmiş sana türbe? / Arkanda kalan tertemiz ismin yetişir be!”