Tanzimatla benzerlikler-(TAMAMI)
YCHP Başkanı bir yandan ipe sapa gelmez girişimlerini sürdürüyor, öte yandan da kurultay hazırlıkları yapılıyor. Peki CHP’nin en güçlü en vurucu kuvveti olan CHP’li gençlik ne düşünüyor? Bu sorunun yanıtını CHP’li gençlerin açıkladığı bildiride bulmak mümkün. Bildiri ana hatlarıyla şöyle;
“Oslo müzakereleri” fiilen Osmanlı devletinin parçalanması pazarlığının ve dayatmasının yapıldığı Sevr müzakereleri ile aynı anlamda, hatta daha beterdir. Oslo’da yenik bir Türkiye yok. Masadakiler, “Koordinatör ülke”nin dayatmasını tatmin etmeye çalışırlarken kendileri adına da Türkiye’den kopartacaklarının pazarlığındalar. Bunda henüz anlaşamadılar. Irak’ın kuzeyinde peşmerge reisleri Barzani ile Talabani’nin yıllarca kanlı kavgalar yürütmesi ve sonunda Washington’un bastırması ve koordinatörlüğüyle Irak’ı bölüşmeleri gibi bir süreç sözkonusu. Hedef: Irak gibi Türkiye’yi de süreç içinde parçalamak. CHP Genel Başkanı, ne acıdır ki bu yıkıcı süreçte; bu çetin olduğu kadar hain pazarlıkta ve bu ihanetin milletimize yutturulmasında partimizin “moderatör” (kolaylaştırıcı) rolü oynamasını “uygun” bulmuştur!
“CHP’li Cumhuriyet Türkleri” adına sözcüler: Ertaç Erten- Nazım Güvenç”
Bir devlet zayıf düşünce
İsmet Paşa 2 Mart 1934’te Ankara’da ilk devrim dersini verirken Osmanlı nizamı “ecnebilerin elinde Türk Milleti aleyhine vasıta olmak rolüne alışmıştı”cümlesini kullanmaktaydı. Gerçekten Tanzimat tipi batılılaşma ile birlikte yabancıların elinde Türk Milleti aleyhine aracı rolünü benimsemiş bir yönetici zümre ortaya çıkmıştı. “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye ihtimal yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de büyük elçiliklerdir” diyen Fuat Paşa bu yeni zümrenin siyasi felsefesini dile getiriyordu. Tanzimat sonrası konsolosluklar, Büyükelçilikler devleti idare ediyor, hatta bakanları bile tayine atayabiliyorlardı. Yöneticiler kazanma yolunu yeni efendilerinde aramışlardı. Örneğin Fuat ve Ali Paşa Fransızları, Reşit Paşa İngilizleri tutuyordu. Mahmut Nedim Paşa sırtını Ruslara dayamıştı. Daha sonra Kamil Paşa bütün kariyerini “İngilizler benim sözümü dinler” savına dayandırmıştı. Zaman, zaman bu paşalar yön değiştirirlerdi. Ferit Paşa uzun yıllar sadrazam oldu. Abdülhamit’in sağ kolu Tahsin Paşa Ferit Paşa’nın yükselişini şöyle anlatmaktadır, “Ferit Paşa daha Konya valisiyken Anadolu Demiryolu dolayısıyla Alman Sefiri Baron Marshall’ın gözüne girmeye çalışmış ve başarmıştı da.” (D.Avcıoğlu, Türkiye’nin düzeni, cilt: 1, SF:137)
Manzara bugünkünü andırmıyor mu? Ülkede asayiş bozulmuş, yabancılar Türkiye’nin kaynaklarına göz dikmişti. Devlet hastaydı ve ahalisini korumaktan acizdi, eşkiyayla pazarlık eder hale gelmişti. Avrupa mallarının istilası altında şimdi KOBİ adını verdiğimiz küçük sanayici giderek yok oluyordu. Cumhuriyetten hemen sonra İstanbul Ticaret Odası’nın düzenlediği rapora göre İstanbul’un yüzyıllarca en büyük işi olan saraçlık bitmişti. Kapalıçarşı iflas halindeydi. Beykoz Kundura Fabrikası dışında kunduracılık da çökmüştü. Madenlerde çalışan 13-50 yaş arası çoğu Zonguldak köylüsü, işçi tarlada 15 gün, madende 15 gün çalışmakla yükümlüydü. Ne sendika vardı, ne emek hakkı. Yöneticiler ekonominin çok iyi olduğundan söz ediyordu. Oysa Düyun-u Umumiye devleti satın almıştı. Komprodor bürokrasi şimdiki ana muhalefete benziyordu. Bugün haykıran gençler geçmişten edindikleri bilgilerle ülkelerinin parsellendiğinin ve özelleştirilme adı altında babalar gibi satıldığının farkındalar. Belki de tek umut o gençlerin örgütlenip harekete geçmeleri. Ya işçiler ya o büyük güç hala ne güne durur ve aralarında anlaşmamak için yarış ederler. Sendika ağaları emekçinin hakkını değil kendi çıkarını düşünür haldedir. Düşünüyorum da Halil Tunç’u, Abdullah Baştürk’ü ve onların sendikacılık algılarını saygıyla özlüyorum. Sendikacıları da bir korku almış.
Siz CHP’li Atatürkçü gençler TGB ile kolkola yola devam. Gelecek sizin.