29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tarih cehenneminde ırkçılık -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

27 Ocak 2009 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan “Barak Obama Nasıl Adam Oldu?” başlıklı yazımdan aktarıyorum:

[“Fransız felsefeci Alain Badiou “Le Sciècle” adlı kitabında, ana-babasının kendisine 1932 yılında armağan ettiği bir Larousse sözlüğüne dehşet içinde baktığını yazar. Irklar hiyerarşisi maddesinde bir zenci kafası, goril kafası ile Avrupalı kafasının arasında yer almaktadır.

1932 yılında yayınlanan Fransızca Dictionnaire Larousse’a göre 20 Ocak 2009 günü işbaşı yapan ABD Başkanı Barak Hussein Obama’nın ataları (çok değil 77 yıl önce) henüz insan kabul edilmemekteydiler ve yerleri goril ile beyaz insan arasındaydı...

1932 yılında yayınlanan ABD sözlüklerinde Fransız sözlükleri benzeri şeyler var mıydı, bilemem. Ama 1932 yılında Afro-Amerikalıların toplumsal yerleri Larousse sözlüğünü doğrulamaktaydı.

“Zenci”den “Afro-Amerikalı” tanımına giden ve ulaşan yol bir bakıma hem uzun hem de kısa.

İç Savaşı ve daha sonra Kara Derili hareketlerini bir yana bırakım, Barack Hussein Obama’nın doğduğu (1961) 60’lı yıllarda, beyazların boku daha değerli olduğu için, ataları beyazların girdiği helaya bile girememekteydi. Lokantaları falan bir yana bırakalım...”]

Neden bu alıntı?

Fransız “Le Robert” sözlüğü ırkçılık anlamına gelen “Le Racisme” sözcüğünün, ırk anlamına gelen “Le Race” sözcüğünden 1930 yılında türetildiğini yazıyor. Irkçı anlamına gelen “Raciste” isim ve sıfatı da gene 1930 yılında kullanılmaya başlamış. Yani 1930 yılından önce ne ırkçı, ne ırkçılık sözcüğü var. Bu nedenle insanlar ırkçılığın ayıp bir şey olduğunu henüz bilmiyorlar.

Hitler’in Mein Kampf‘ı 1925 yılında yayınlanmış, ırkçılık ve ırkçı sözcükleri 1930 yılında piyasaya çıkmış ama 1932 yılında yayınlanan Larousse sözlüğünün ırklar hiyerarşisi maddesinde bir zenci kafası, goril kafası ile Avrupalı kafasının arasında yer almakta...

Psikiyatri kliniği

Edebiyat (şiir, roman, öykü) ve sanat (resim, heykel, müzik) yazar ve sanatçılar için bir tür psikiyatri kliniğidir.

Ama “yazmak”, bilim adamları, sosyologlar, tarihçiler, siyasetçiler ve gazeteciler için kesinlikle psikiyatri kliğini olamaz. Olmamalı! Hobi de olamaz.

Ama ve ne yazık ki artık ülkemizde yazma eylemini pskiyatri kliniği yerine koyan zibil gibi tarihçi, sosyolog, siyaset bilimci, gazeteci, liberal allame ve kokmuş solcu var.

Bunlardan biri de Ayşe Hür. Her yazısından bilinç altının hezeyanları fışkırıyor. Yazmadan önce bir intikam konusuna karar veriyor. Sonra, iddiasını kanıtlamak için geçersiz belgeler, zamanaşımına uğramış kanıtlar arıyor. 3 Şubat tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan “Ne Mutlu ‘Türküm diyene’ mi? Ne Mutlu ‘Türk olana’ mı?” başlıklı yazısında Atatürk’ün, Mahmut Esat Bozkurt’un ne korkunç ırkçılar olduğunu kanıtlamaya karar vermiş. Konuşmalardan yaptığı alıntılar 1921, 1923, 1925, 1926, 1930 ve 1932 yıllarına ait. Bu tarihlerin beşi ırkçı ve ırkçılık sözcüklerinin kullanılmaya başlamasından önce, biri iki yıl sonra. 1932 yılında yayınlanan Larousse sözlüğünün zencilere ne muamelesi yaptığını hatırlayalım.

Irkçılık kanıtları

“Üç buçuk yıl öncesine kadar dini bir cemaat olarak yaşıyorduk... O zamandan beri Türk milleti olarak yaşıyoruz.” (Mustafa Kemal, Ekim 1922)

“Bu memleket sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türktü, o halde Türktür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır.” (Mustafa Kemal, 8 Nisan 1923)

“Ey Türk gençliği muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” (Mustafa Kemal, 20 Ekim 1927)

“Kürtler hayatlarında acımanın manasını öğrenememişlerdir. Hunhar, atılgan, vahşi ve yırtıcıdırlar. Çok alçaktırlar.” (Mahmut Esat Bozkurt, 1 Eylül 1930)

***

Ayşe Hür’ün bu yazısından önce, gene aynı gazetenin 27 Ocak 2013 tarihli sayısında yayınlanan “İdraksiz Türk’ten Türk Milleti’ne” başlıklı yazısında alıntı yaptığı Marko Polo 1270’lerde Kürtler hakkında şu gözlemde bulunuyordu:

“In the mountains of this kingdom live the people called Kurds [...] They are lusty fighters and lawless men, very fond of robbing merchants.” (The Travels of Marco Polo, The Penguin Classics, 1959. S.20)

“Il y a enfin une autre manière de gens qui habitent dans le montagne et qui s’appellent Card (Kurdes) , qui sont [...] très mauvaise race qui dépouille volontiers les marchands.” (Les livres de Marco Polo, Le Livre de Poche, Editions Albin Michel, 1955. S.88-89)

“Ve bu krallığın dağlarında Kürt denen insanlar yaşar [...] Cesur ve iyi okçulardır, ama çok kötü insanlardır, tacirleri rahatlıkla soyarlar.” (Marco Polo, Dünyanın Hikaye Edilişi, Harikalar Kitabı 1. Çeviren: Işık Ergüden. S.84)

Bu durumda, adamcağız (Marco Polo) 1270 yılında, bilmeden ırkçılığın atası oluyor.

***

Ayşe Hür’ün bunlar benzeri bir-iki alıntısı daha var. Mustafa Kemal’in, Mahmut Esat Bozkurt’un ağzından çıkan sözleri, bir tarih ve coğrafya ortamına oturtmadan günümüze taşıyor. O yılların ABD’sini, öjenizm (soyarıtımı) uygulayan İsveç’ini, Almanya, İtalya ve İspanyasını hesaba katmadan Mustafa Kemal ve arkadaşlarına utanmadan ırkçı damgasını vuruyor. Bütün yazıları böyledir, sanki intikam almaktadır. Tam anlamıyla patalojik bir durum.

Irkçı Ayşe Hür, gazete yazılarının ömrü 24 saat diye boş umuda kapılmasın. Bütün yazılarım mutlaka kitap olarak yayınlanıyor.