Tarih; ders alınsaydı tekerrür eder miydi?
İktidar sahipleri, uzunca süre iktidarda kaldıkları zamanlarda otoriterleşmeye başlar. Özellikle serbest seçim sonucunda iktidara gelen siyasi oluşumlar, iktidarda kalma süreleri uzadıkça kendilerini her konuda hak sahibi görürler.
Bunlar seçmen çoğunluğunun siyasal tercihini milli irade olarak kabullenirler ve halka da öyle anlatmaya başlarlar.
Bir de karşılarında kendilerini sıkıştıracak, zorlayacak muhalefet olmadığını anladıkları anda dilediklerini yapmayı kendilerine hak görürler.
Bütün gücün kendi ellerinde olmasını isterler. Özellikle de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bunları çok rahatsız eder.
Her istediklerinin de yargı tarafından onaylanmasını isterler. Eylem ve işlemlerinin hukuksuz olduğuna karar veren yargı bunlar için muhakkak ezilmesi gereken bir düşmandır.
Aslında yansız ve bağımsız yargının kendi güvenceleri olduğunu düşünemezler.
Seçim sonucu beliren seçmen çoğunluğunun siyasal tercihini, artık dünyada kullanılmayan Fransız devriminin bir söylemi olan milli irade olarak nitelemeye bayılırlar.
Parlamentodan çıkan bir yasayı anayasa yargısı iptal mi etti, söylem hemen hazırdır: Bu milli iradeye karşı gelmektir, bu bir darbedir.
SAYISAL ÇOĞUNLUK VE MİLLİ İRADE
Bunları yanıltan o meclisin duvarında yazan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” vecizesidir.
Orada yazan egemenliğin bir aileye değil, halka ait olduğudur. Yoksa o parlamentoda çoğunluğu ele geçirenler millet iradesini temsil ediyor değillerdir.
Millet geçmişten geleceğe uzanan, yani geçmiş nesilleri ve gelecek kuşakları da kapsayan bir manevi kavramdır.
O bakımdan onun bir iradesi olamaz. İngiliz ve Amerikan parlamentolarında bu sözü hiç duydunuz mu?
Duyamazsınız zira onlar, parlamentoya yansıyan tablonun milli irade olmadığını, sadece seçimlerde oy kullanan, yani sandığa giden seçmenin sayısal tercihi olduğunu bilirler.
Siz hiç ABD’de başkanın veya İngiltere’de iktidarın “Milli iradeyi temsil ediyoruz” saçmalığını dile getirdiklerini duydunuz mu?
Duyamazsınız. Çünkü oradaki demokrasi anlayışı bizdeki gibi çarpık değildir.
Şimdi bizde bir de “darbe” lafı çıktı.
Yargı kararı hoşuna gitmiyor mu? Yapıştır: “Bu milli iradeye karşı bir darbedir!”
Hırsızlıklar, yolsuzluklar ortaya dökülmeye başladı mı, düne kadar can kuşun olan F tipini bir anda darbeci ilan et.
Tarihten husumet çıkarmaktan yana olanlardan değilim ama maalesef bu ülke-mizde ilk defa yaşanmıyor.
Çok partili rejime geçtiğimizden bu yana bu milli irade safsatası üçüncü defadır yaşanıyor.
Milli iradeyi temsil ettiğine inanan iktidarlar geçmişte de hürriyetleri kısıtlayıp anayasa çiğnenirken hep aynı terane dile getirilmiş: Milli iradeyi temsil ediyoruz. Hiç kimse, hiçbir şey bu iradeye karşıduramaz!
Ama sonu hep hüsran olmuş.
1961 Anayasası bu teranenin dile geti-rilmesine engel olmasına rağmen 1960’lı 70’li yıllarda bu yine tekrarlanmış.
SADECE YANLIŞ DEĞİL TEHLİKELİ DE
AKP iktidarı biliyorsunuz hep yeni düşmanlar yaratmakta çok mahir. O zaman yeni bir düşman yaratmak lazım.
Suçlu anayasa.
Niye? Çünkü artık parlamentonun üstünlüğü değil anayasanın üstünlüğü söz konusu.
O zaman anayasayı çarmıha gerelim. Nasıl olsa yandaş bulunur. Nitekim bulunuyor da: Bölücüler, numaralı cumhuriyetçiler...
Vur anayasaya hem de ne adına? Milli irade adına.
Rahmetli Prof. Dr. Munci Kapani hocamız 27 Şubat 1966 tarihinde Milliyet gazetesinde çıkan bir yazısında “...Seçmen çoğunluğunun siyasi tercihine ‘milli irade’ yaftasını yapıştırmak sadece yanlış olmakla kalsa üzerinde durmaya değmeyebilirdi. Bu aynı zamanda tehlikelidir. Milli iradeyi temsil ettikleri zehabında ve iddiasında olan iktidarlar çoğu zaman sakat demokrasi anlayışı içinde ters davranışlara sürüklenmektedir. Bunlar ‘demokrasiyi düpedüz bir sayı üstünlüğü rejimi’ olarak anlamak eğiliminde olduklarından çoğunluğun sırf çoğunluk olmak itibariyle daima haklı olduğu ve her istediğini yapabileceği sanısına kapılmışlardır...” demiş.
Ne kadar bugünlere benziyor değil mi.
Tarih, ders alınsaydı tekerrür eder miydi?