11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tarih derslerine devam-(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Bir süre önceki yazımın başlığı gene aynıydı: “TARİH DERSLERİ” Değişen bir şey yok. Siyaset adamları tarihi okumadan kürsülere çıkıyor, tarihi başkasının yazdıkları metinlerden okuyarak halka anlatıyorlar. Bugün gene biraz tarihten söz edelim. Dindar olmak, dindar ve kindar bir kuşak yetiştirmek bir düşünce tarzı olabilir. Kabul ama nasıl oluyor da bir Türk vatandaşı olarak tarihi çarpıtmayı içiniz kabul ediyor. 2. Dünya Savaşı’nın koşulları yaşanmadan, doğru kaynakları kullanmadan bilinemez.

İşte size 2006’nın Mayıs ayında çıkan, “Bir Numaralı Tanık” kitabımdan yaşadığımız o günler: “Dünya birden kendisi büyük, uzun bir savaşın içinde buldu. (11 Mart 1939) Kanımız dökülmeden bu fırtınayı atlatma şansımız var mıydı? Tek parti dönemindeydik ve Türk halkı, devletini yönetenlere güveniyordu. İsmet Paşa çıktığı ilk Cumhurbaşkanlığı gezisinde, bazı işaretler verirken, askerlik süresi uzatılıyor ve 36 aya çıkarılıyordu. İsmet Paşa o gezisinde şöyle diyordu: -” Yeni bir dünya savaşının hem kesin hem de kaçınılmaz olduğunu görüyordum. Böyle bir savaşın felaketlerini, dalgalarını tahmin için, zihinlerimiz aralıksız çalışıyordu.

Paşa iyi tahmin etmişti. Hitler Polonya’yı 1 saatten az sürede işgal etti. Daha o günlerde Sovyetler Birliği Almanya’nın ve Hitler’in müttefikiydi. Hitler bir saat içinde Avusturya’yı ele geçirdi. Sıradaki Çekoslovakya’yı öyle. 10 Mayıs 1940’da Lüksemburg ve Hollanda da Alman Ordularının elindeydi. 13 Mayıs’ta Fransa’ya girdiler ve 22 Haziran’da Fransa ateşkesi imzaladı.

İşte Sayın Başbakan’ın sözlerinde bunlar yok. Dahası 1940 yılının 29 haziranında Türk- Alman anlaşmasının imzalandığı da yok.

Savaşla oynanan bir beyin

İsmet Paşa’yı suçlayanların bazıları derler ki; “İsmet Paşa Türk Milletinin erkekliğini öldürmüş!” Kimileri de savaşa girmemeyi başaran İsmet Paşa’nın Hitlerin Bulgaristan sınırında uzattığı eli ve tehdidi kıvrak bir manevrayla itmesini, tek bir erin kanının damlasının korunmasını Paşa’nın o engin diplomasi kültürüne bağlar. Onlar Ankara’daki o günkü havayı da bilmezler. Bulgar sınırına dayanmış Hitlere: “Sakın buralara gelme. Buralarda en az bir milyon Alman askerini bırakır çıkarsın” diyen kripto yazdığını da..

İsmet Paşa’nın kehanetinin doğru çıktığını, Sovyetler’in Hitler’i bırakıp, Batı bloğuna yanaştığını hiç görmezler, anlatmazlar. Sayın Erdoğan o tarihlerde doğmamıştır. Tanıklığı kabul edilemez. O elinde belge diye salladığı kararnamenin savaşa girmemek için askerlerce bildik bir savaş usulü olduğunu da fark edemiyorsa...

Moskova seferi hem Hitler’i yıkmıştır, hem de müttefiklerin yanında olmasını sağlamıştır.

Ankara’da Paşa savaş oyununu öyle güzel oynadı ki: Savaş bittiğinde hem Almanya’ya savaş ilan etmek, hem de ülkesini korumak kolay iş değildir.

Sayın Başbakan’a bir de tarihi belge sunmak isterim. Hitler Bulgar sınırımıza dayanmış ve İsmet Paşa’ya gönderdiği mektubunda, “Fırsat varken bunu kabul edin ve bizim safımızda savaşa katılın. Yoksa!” demişti. İsmet Paşa 1941 yılının Şubat ve Mart aylarında Hitler’den gelen o mektuba şu yanıtı vermişti:

“Ekselanslarının Büyükelçilik aracılığıyla bana gönderdikleri mektubu almakla onur duydum. Bu mesajı göndermek suretiyle gösterdiğiniz nezaket nedeniyle size teşekkür ederim. Ayni cephede birlikte katıldığımız son büyük savaş ertesinde Türkiye’nin siyaseti Milli Mücadelemizin başlangıcında belirlenmiş çizgilere her zaman sadık kalmıştır. Ekselanslarının da bildikleri gibi Türkiye’nin 1939 ilkbaharından bu yana izlediği siyasetin temelinde de aynı prensipler yer almaktadır. Türkiye, toprak bütünlüğünü ve dokunulmazlığını şu ya da bu devletler grubu arasındaki siyasi ve askeri oluşumların şekline göre değerlendiremez ve saldırıdan korunmuş olma konusundaki kutsal hakkı üzerinde herhangi bir yabancı devletin kazanacağı zafer çerçevesinde hüküm yürütülmesine izin veremez. Türkiye bu nedenle, olası her müdahaleye ulusal egemenlik alanı içinde karşı koymaya kararlıdır. ...Ekselanslarının da kabul edecekleri gibi yaşanan değişiklikler Türkiye siyaset ve tutumunun dışındaki sebeplerden kaynaklanmıştır ve İtalyan-Yunan savaşının çıkışından beri ülkemin en ufak bir sorumluluğundan söz edilemez. Dün olduğu gibi bugün de inanıyoruz ki, Türk ve Alman ordularını karşı karşıya getirecek herhangi bir neden yoktur... Alman Hükümeti bu konuda verdiğimiz sözlerle bağdaşmayacak istekler bulunmayacağı güvencesini tarafımıza birçok kez tekrarlamıştır.”