22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tarih devam ediyor!

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Öyle bir süreçten geçiliyor ki tam da başlıktaki anlamda her şey allak bullak. Çünkü başlayıp devam eden büyük siyasi ideolojik kültürel bir altüst oluş söz konusu. Dünyada da öyle, bölgemiz Ortadoğu’da da, Türkiye’de de öyle. 15-20 yıl öncesinden hazırlanmış büyük büyük emperyalist siyasi planlar, ideolojik temenniler, taktik hesaplar, kitaplar, çöken projeler, yıkılan, yerine kurulan sözde niyetler, zihinler, düşünceler, ideolojiler, duygular vb. büyük bir kaos içerisinde.

Elbette Türkiye’de İkinci Savaştan beri -yani neredeyse yetmiş yıldır- iç siyaseti esas olarak dış siyasetler belirliyor. Fakat artık öyle bir yeni sürece evrilmiş durumdayız ki bu sürecin doğası gereği iç siyasette de, dış siyasette de herkesin kafaları birbiri içerisine doğru karmakarışık.

Biri çıkmış şöyle diyor, öbürü onun tam tersini söylüyor. Bir araya geldiklerinde tartışacakları yerde ya kavga ediyorlar ya abandone oluyorlar ya da sinip karşılıklı susuyorlar.
Daha da önemlisi ise ne yaparlarsa yapsınlar her türden aynı kafanın içerisinde dahi, birbirine savaş açmış sözde fikirlerin istilası söz konusu.
O yüzden de bu ateşli süreçte, sanki öyle bir noktaya evrilmiş durumdayız ki sanki artık giderek “sol”, “sağ”a, “sağ” “sol”a evrilmiş bir durumda bir tür. Sözüm ona, “sağ” NATO”cu, “sol” anti NATO’cuyken sanki birden her şey tersine dönmüş bir durum ortaya çıkar hale gelmiş ne yazık ki?

Dünün BOP’çuları, sözüm ona “BOP Eşbaşkan”ları sanki BOP’un hedefi, dünün sözüm ona BOP karşıtlarıymış gibi algılanan ya da sanılanlar ise yer yer o büyük BOP kumpasının kullanıma elverişli enstrümanları haline dönüşmüş gibi görünüyorlar. Bu sürecin en tehlikeli yıkım kamplaşması ise tam bu konumdakilerden oluşuyor aslında.

Bu köşede hep yazıp söylemeye çalışıyorum aklımca: bir zamanların bildik “sağ” kavramı da “sol” kavramı da çoktan çöktü aslında. Bugün ise sanki o kavramların devamı ve mirasçısı gibi algılanan AKP de CHP de neo liberal küreselleşmeye angaje olmuş neoliberal sözde “sol” da ruhen ve ideolojik olarak kulvar dışı ya da tam karşı kulvarlara savrulmuş durumdalar neredeyse?
Hemen güneyimizdeki bir gidip bir gelen Ortadoğu haritasına, çatışan sözde siyasetlere yakından bakınız, her şey birbirine doğru savrulup parçalanıyor.

ASIL SORU

Türkiye -her anlamda- büyük bir ölüm kalım savaş içerisinde aslında. Çünkü vatan bütünlüğünü koruyup koruyamayacağı büyük bir sınavda. Sağıyla soluyla, İslamcısıyla, liberaliyle vd. bu sınavın sorumluluğu altında. Çünkü yirmi küsur yıldır her anlamda planlanan ve uygulamaya sokulan BOP projesi doğu ve güneydoğumuzda ABD tasarımı bir sözde yeni devlet kurgusu gündemde.
Bunun için sürekli kan akıtılıyor. Sözde, iç içe geçirilmiş diplomatik girişimler: bildik ABD’ci savaş taktikleri, Avrasya güçlerinin bir ileri iki geri mevzilenmeleri, PKK-PYD terör örgütleri üzerinden göz göre göre kurgulanan yeni algı ya da silahlı girişimler. HDP önlerinde direnişi geçen, çocukları devşirilerek ellerinden alınıp da terör örgütlerine peşkeş çekilen Türk ya da Kürt anaların tarihsel çıkışları, hemen bu direnişle yan yana duran “kayyum atamaları” çıkışları ve bu iki tarihsel karşı duruşların birden belirleyici hale gelmeleri oldukça dikkat çekici gelişmeler.
Her şey allak bullak. Her şey kavramsal ve eylemsel olarak ya iyice karmaşıklaşmış ya birbirinin yerini almış ya da bütün ezberler -ki bu kavramın neoliberal borazanları çevrelerde dahi- ters yüz hale gelmiş gibi. Çünkü artık bu cafcaflı kavramları kullanmaktan dahi vazgeçmiş görünüyorlar.

Başlıktaki kavramsal ideolojik tanımlama Fransız tarihçi Georges Duby’ e ait.
Bazı sözde çok okumuş çok bilmişlerimiz sanıyorlar ki “tarih” denilen sözde o büyük kavramsal muamma tuhaf eriyik yalnızca geçmişe ait.
Oysa tarih olmayan herhangi bir süreç de, tarih olmuş ya da olacak gibi görünen süreç de aslında geçmiş (dün) - bugün - gelecek (yarın) üzerine kurulu.
Bu bağlamda bakıldığında içinden geçiyor olduğumuz süreçte de çok çok önceden başlamış olan tarih devam ediyor. Bu yüzden de devam eden tarihlerde birbiriyle iç içe girmiş değişken süreçler ile süreçte ortaya çıkan yeni yeni saflaşmalar ve cepheler ise yer değiştiriyor sözde özgürlük, demokrasi, bağımsızlık, çağdaşlık kavramları arasında bir sağa bir sola kıvranıp dururken.
Fakat bir yandan da şunun iyi bilinmesi gerekiyor: biliyorsunuz bazı tasarlanmış neoliberal küreselleşmeci sözde akıllar ile kafası karışık Yeni Fransız düşünürleri 1990’lı yıllarla birlikte entelektüel kuramsal alanlara ısrarla “sonlar” kavramlarını üretmişlerdi. Bu bir biçimde şu an içerisinden geçiyor olduğumuz tasarlanmış dış gebelik süreçlerinin gereğiydi. Ne dediler hatırlayalım? Tarihin sonu (Francis Fukuyama), İnsanın sonu (Michel Foucault), sanatın sonu (Donald Kuspit) vd.
Peki o zaman nereye gitti dünün o neoliberal küreselleşme iddialı, pek ateşli postmodern tartışmaları?
(Devam etmek istiyorum!)