29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tarihi çarpıtmak (4) -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

30 Aralık 1918’de kurulan Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin yapıp-ettikleri bilinmeden Kürt Sorunu’nu doğru değerlendirmenin olanağı yoktur. Tarih tarafından kanıtlanmıştır ki bu dernek İngiliz emperyalizmiyle işbirliği yapmış, Sèvres Antlaşması’nı ve Anadolu’da bağımsız bir Kürt devleti kurabilmek için bağımsız Ermeni devletini desteklemiş; bu amacına kavuşmak için Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkıp İstanbul hükümetinin yanında yer almış; İngilizlerle birlikte Koçgiri (6 Mart 1921) isyanını kışkırtmış; Lausanne Antlaşması’nın sonuçlarını kabul etmemiş; başta Şeyh Said İsyanı (13 Şubat 1923) olmak üzere, Cumhuriyet döneminde çıkan bütün Kürt isyanlarına analık etmiş...

1919’da başlayan Türk-Kürt Müdafaai Hukuk Hareketi, Şeyh Said İsyanı ile fiilen sona erdi. Bu tarihten sonra Kürt sorununa, günümüze kadar, Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin ideolojisi egemen oldu. PKK, Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin silahlanmış halidir. Televizyonlarda çıkıp yobazcasına konuşanların büyük bir bölümü Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin görevli ya da gönüllü sözcüsü durumundadır. Türk-Kürt Müdafaai Hukuk Hareketi, ne yazık ki, 1925 yılında sona ermiştir.

1925 yılında Şeyh Said İsyanı çıkmasaydı, daha sonra CHP’nin tek parti rejimi, ardından Demokrat Parti’nin demokratik (!) düzeni Kürt bey, şeyh ve ağalarıyla işbirliği yapmayı tercih etmeseydi, Kürt Sorunu ne olurdu? Bu konuda ancak soru sorup tahminler yapabiliriz. Ancak şunu söyleyebiliriz: “Kürt” sözcüğü, nüfus ve tarihsel rol ve eylem itibariyle, resmi belgelerde kurucu unsur olarak yer alamazdı.

Günümüze gelelim

Anadolu’nun bir teneke üniversitesinden, televizyon bülbülü haline getirilmiş bir gariban öğretim üyesi bangır bangır bağırıyor: “Beni kimse zorla Türk yapamaz, ben Kürt’üm!” diyor. İnsan ister-istemez “Dünyada bir Kürt devleti var da biz mi bilmiyoruz?” diye düşünüyor. Kürt devleti yok. O halde nasıl Kürt oluyor? Bir egemen devlet “senin” etnik tercihlerine bakmaz. Vatandaşı olmak hakkına sahipsen sana “senin” siyasal üst kimliğinin simge ve belgesi olarak “sana” bir kimlik ve pasaport verir. “Sen” o siyasal üst kimliğin belgelerini taşımaya layık olmasan da...

Ama gariban öğretim üyesi, tıpkı bir şımarık çocuk gibi, “Bana ne, bana ne, ben Türk değilim, Kürt’üm!” diyor. İşin kolayı var: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkar ve (varsa) bir Kürt devletinin vatandaşı olur. Belki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayı ilginç bulmuyordur, o zaman isterse Almanya vatandaşı olur, ama gene Kürt olamaz, Alman olur.

Demek ki Kürt olmak için, hemen bir Kürt devleti kurmak zorunda!

***

Bu türden hırdavatlar Türk olmaktan neden bunca nefret ediyorlar? Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun bir tebaası olarak bir “Osmanlı” ve dolaylı da olsa bir “Türk” idi. Mensup olduğu etnik aşiret Osmanlı devletinin bir vassalı (Kul, uyruk, bağlı, bağımlı) idi. Kendi başına herhangi bir hukukî ve hükmî şahsiyeti bulunmayan bir konum.

Hiçbir ortağı bulunmadan Osmanlı devletini kuran insan topluluğunun adı da “Türk”. Osmanlı devletine yabancılar “Türk İmparatorluğu” diyorlar. Sèvres Antlaşması’nda bile “Türk” sözcüğü var. Abdülhamid’e muhalefet eden Osmanlılar’a bütün dünya “Genç Türkler” (“Jeuns Turcs”) adını takmış. Aralarında Arnavutlar, Araplar, Kürtler var. Ama “Genç Türkler!”

Osmanlı devletinin yıkıntısı üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran öncü ve kurucu, asker ve sivil kadronun içinde Arnavutlar, Araplar, Kürtler, Çerkesler var. Ama bir tek adları var dünyada: “Kemalist Türkler”.

Biraz kırıcı olacak ama olsun: Bu tarihsel bağlam içinde Türkiye Cumhuriyeti kurulurken “Kürt” esas oğlan, yani “asli kurucu unsur” değildi. Asli unsur, içinde onlarca etnosun yer aldığı bir siyasal üst kimlik “Türklük” vardı. Şimdi biri çıkmış, “Jenerikte benim de adım olsun!” diyor. Ama kardeşim, “Kürtlük” yaşadığı coğrafyada hiçbir zaman bir siyasal üst kimlik olmadı ki!..

Sonuç olarak

Sonuç olarak geçmişte olanları unutmak ve bir “tabula rasa” üzerinde konuşmak gerek. “Kürt”ün, “Cumhuriyet kurulurken hakkım yendi” saplantı ve yanılsamasından kurtulması gerek.

Kürdistan Teâli Cemiyeti’yle yüzleşmesine de gerek yok. Ama bu cemiyetin kendisine yaptığı kötülükleri bilmesi yeter.

Gerçekten demokratik bir anayasa ve demokratik yasalarla donanmış devlet örgütü, bütün vatandaşlar için, eşitlik ve özgürlük cansuyunu sağlayabilir. “Kürt”ün bonus olarak özel anayasal güvence istemesi epeyce kapris olmaz mı?

Üniter devlette egemenlik bölünemeyeceği için Türkiye’nin belli bir bölgesinde Kürtçe eğitim-öğretim de mümkün değil. Böyle bir şeyi AKP bile “hulle” ile mümkün kılamaz.

O halde “Kürt” Türkiye’den ayrılmak istemiyorsa, “Anadilde eğitim-öğretim” iddiasından vazgeçecek ve “Anadilini öğrenme özgürlük ve hakkı”nın tam anlamıyla uygulanmasını isteyecek. Ya da bölgesel özerklik, federasyon yahut bağımsız devlet .

Doksan bir yıl önce

Dünkü yazımdan bir bölüm aktaracağım: “10 Şubat 1922 günü ‘Kürdistan’a Özerklik’ adı altında bir yasanın kabul edildiği iddia edilir ama böyle bir yasanın kabul edildiğine dair herhangi bir kanıt ve kayıt bulunmamaktadır. Kabul edildiği iddia edilen yasanın 15. maddesi şöyledir:

‘Türkçe, yalnızca Kürt Millet Meclisi’nde, Valilikte ve Hükümet idaresinde kullanılır. Bununla birlikte Kürtçe okullarda öğretilebilir ve Valilik, ilerde Hükümetin resmi dili olarak tanınması yönünde herhangi bir talebe temel oluşturmamak şartıyla Kürtçe kullanmayı özendirebilir’.” (Doğu Perinçek, Kurtuluş Savaşında Kürt Politikası, 3 baskı 2010. s.379)

***

Yorumlayalım: Kürtçeyi öğretebilirsin, öğrenebilirsin ama onu eğitim ve öğretim dili haline getiremezsin. (Devam edecek.)