TARİHTEN ESİNTİLER
Yıl 1940-41. Maç yapmak üzere gittiğimiz Ankara'da Ankara Palas Otelindeyiz. O zaman Türk Dostu olan Alman Konsolosu Von Papen de aynı otelde kalıyor. Her sabah kapısının önünde bir çift rugan ayakkabısını görürdük. İlgimizi çekerdi. Takımda da Arap Kadri isminde çok kuvvetli, çok iyi topa vuran bir yedek futbolcumuz vardı. Ama biraz garibandı. Ayağındaki ayakkabının altı delikti. Şaka yapmak için Kadri'ye "sen de ayakkabılarını gece odanın kapısına koy bakalım ne olacak?." Dedik. O da Dediğimizi yaptı. Bir de ne görelim ertesi gün bizim Arap Kadri'nin ayakkabısı tamir edilmiş pırıl pırıl kapısının önüne konmaz mı? Sonuçta para isteyeceklerini hiç umut etmiyorduk ama bir hayli yüklü bir fatura geldi Fenerbahçe'ye. Ne yapsın Fenerbahçe de bunu sineye çekti.
Sol bekimiz Lebip Elmas. Kasımpaşa'dan gelmişti Fenerbahçe'ye. Eğitimli değildi. Kuvvetli, azimli sert bir futbolcuydu. Hiç unutmam bir keresinde, maçın başında kolu çıkmış o kol ile maçın sonuna kadar dayanmış ve oynamıştı. Çok şaka kaldırırdı. Yine 1940-41 yıllarında Ankara'ya gidiyoruz. Trendeyiz. Yemek saati. Arkadaşlar, "haydi restorana" diye birbirlerini uyarıyor. O sırada takımın santrafı Anglidis ile Lebip Elmasbirlikte masaya otururlar. Garson ne yiyeceğini sorar. Anglidis; "Fievre"m var" der. Lebip de "bana da ondan" demez mi. Anglidis'in rahatsızlığı için söylediği kelimeyi bir yemek çeşidi zanneder.
Bizim kuşakta her fuar zamanı Ankara, İzmir ve İstanbul Karmaları arasında futbol müsabakaları yapılırdı. Fuarı da Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel açardı. Yedi yıl gittim geldim bu maçlara. Bir tanesindeki kafilede Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük santroforu Kemal Gülçelik de var. Gülçelik renkli bir kişilik. Sanki bir komedyen gibi idi. Vapur ile gidiyoruz. Vapurun alt salonunda kare kurulmuş poker oynanıyor. Aniden Hasan Ali Yücel gelip, karedeki Kemal'in yanına oturuyor. Ona babasının ne iş yaptığını soruyor. Kemal cevap veremiyor. Bakanın israrı devam ediyor. Israrlara dayanamayan Kemal, Bakanın kulağına eğilip, yükses sesle "karaborsacı, karaborsacı" diye bağırınca herkes gülmekten yere yatıyor. Hasan Ali Yücel de "hayırlı işler size" deyip, gidiyor.
Yıl 1945. Şeref Stadında Galatasaray ile oynayacağız. Takımın santraforu Rambo gibi bir adam olan Melih Kotanca. Belki dünyada eşi yok. Hem futbolcu hem de dekatloncu. Dekatlonda Balkan şampiyonluğu var. Sabahları atletizm yapıyor, öğleden sonra maça yetiştiriliyor. Yorgunluk falan dinlemeden golleri atıyor. Denizyolları'nda da ambar memuru. Galatasaray ile yapacağımız bir maç sonrası Melih, Yunanistan'a gidecekti. Oyun 0-0 devam ederken, Şeref Stadının önünden geçmekte olan bir gemi arka arkaya düdük çaldı. Bunu duyan Melih, takımı bıraktı ve oyun dışı oldu. Meğerse o vapurla Yunanistan'a gidecekmiş. Vapuru Yeşilköy'de yakalamak için çaba göstermiş ama yakalayamamıştı.. Sözüm ona dövizleri de vapurda imiş. Galatasaray ile 0-0 berabere kalmamıza rağmen şampiyon oluyoruz. Akşam, Başkan Zeki Rıza Sporel'in Moda'daki evinde yemek veriliyor. Herkese birer boş cüzdan hediye ediliyor. Bu arada ağlayıp sızlayan Melih'e bir miktar para veriliyor. Bendeki O cüzdan o zaman da boştu şimdi de boş.
Yıl 1946. Askerlik görevimi yapmaya gidiyorum. Fenerbahçe'de yerime mahalle arkadaşım Memduh Eren geçiyor. Genç takımdan yetişen bir futbolcu. Anarşist bir yapıya sahip. Futbolu da pek sevmez. Istanbul'a gelen Çekoslovak Kladno takımına karşı solaçık oynuyor. Solbek de de Ahmet Erol vardır. Bir pozisyonda Ahmet topu alır, Memduh'a pas vermek ister. Ama Memduh sanki sahada yerde bir şeyler arıyor. Ahmet köpürür "ne yapıyorsun?" der. Cevap çok ilginçtir. "Papatyaları ezmemeye çalışıyorum" der. Tıp Fakültesi talebe birliğinde görev yapmıştır. 27 Mayıs devrimin hazırlayanlardan olup, idamla yargılanmıştır. Fenerbahçe Takımından böyle futbolcular da gelip geçmiştir.
1947 Yıllarında Fenerbahçe'nin santrahafı Donanma Kamil. Donanma sıfatı, askerliğini donanmada yaptığı için yakıştırılmış. Kuvvetli bir adele yapısına sahip ama yüreği zayıf bir insan. Bir maçta rakibi ile çarpışır, yere yatar. Bunu gören Cihat Arman kaleden fırlayarak, Donanma Kamil'in yanına gelip, "Donanma hiç yatar mı?" der. Kamil çok saf olduğu için hemen yerinden fırlayıp, elleri kolları ile hareketler yapmaya başlar. Kamil, çok şaka yaptığımız bir arkadaşımızdı.
Yıl 1948-49. İnönü stadında Beşiktaş ile karşılaşıyoruz. Beşiktaş'ın sol açığı Şükrü Gülesin. Şimdiki Galatasaray'lı futbolcu Drogba kadar kuvvetli. Rakibim ve arkadaşım. Maçın başında bir top alıp, kalemize doğru iniyor. Kurt gibi zeki olan Cihat Arman el kol hareketleri ile ofsayt işaret ediyor. Şükrü bir an duraklayınca gol yemekten kurtuluyoruz. Ne kadar ilginç değil mi?
Yıl 1958-59. Bursa'da Acar İdmanyurdu takımının antrenörüyüm. Fenerbahçe Bursa'ya geliyor. Çelik Palas'ta kalıyor. Fenerbahçe Başkanı aynı zamanda Demokrat Parti üyesi ve Parlamento ikinci Başkanı yapan Agah Erozan. Çok şişman. Yüz kilodan fazla. Çelik Palas'a yemeğe davet ediliyorum. Tabii devlet büyüğüne gerektiği şekilde masa hazırlanıyor. Dikkatimi çekiyor. Erozan, herkesten fazla yiyor. Kalkarken de bana; "neden acayip acayip bakıyorsun, daha doymadım ki" dedi. Ardından da ilave etti. "İnsanın doyduğunu anlaması için göbeğinin üzerine yatıp fırıldak gibi dönmesi gerekir" İşte bu da koskoca! demokrat parti üyesi ve Fenerbahçe Başkan'ının doymak hakkındaki yorumu idi.
Bu vesile ile Herkesin yeni yılını kutlar, esenlikler dilerim.