Tarım Şurası’nın ardından
Şura konusunu ele alan önceki bir yazımızda, Türkiye tarımının temel sorunları ve bunların çözüm önerilerinin mevcut kalkınma planı, tarım kanunu, ilgili yönetmelikler vb. yer aldığını belirtmiştik. Ayrıca üniversitelerde, doğrudan bakanlıkta bu konuları çok iyi bilen, halen çalışan ve emekli olmuş çok sayıda uzman ve bürokratın varlığına işaret ederek, sorunları saptamak ve çözüm önerileri geliştirmek için büyük emek ve zaman gerektiren bir şura toplamanın anlamsız olduğu görüşünü dile getirmiştik. 17 Mayıs’ta şurayla ilgili bir yönetmelik yayınlamış ve temmuz ayında tanıtım yapılarak çalışmalar başlatılmıştır. Yapılan çalışmalar 18-21 Kasım tarihleri arasında geniş katılımlı bir toplantı ile değerlendirilmiş ve 60 maddelik bir sonuç bildirgesi sunulmuştur. Belirttiğimiz gibi, 60 maddede sıralanan öneriler konuyla ilgili olanların yabancısı değildir.
ÖNEMLİ OLAN UYGULAMA
Tarım politikaları uygulamalarının tarım ve çiftçiye hizmet etmekten oldukça uzak olduğunu anlamak için fazla geçmişe gitmeye gerek bulunmamaktadır. Burada bazı güncel uygulama örneklerini sunmaya çalışalım.
Tarım ve Orman Bakanı, bir televizyon kanalında şurayı değerlendirirken, 2019 yılı içinde piyasa düzenlemesi amacıyla diğer ürünler yanında üzüm, incir ve fındık alımı da yapıldığını açıklamıştır. Türkiye’de bu üç ürün konusunda faaliyet gösteren ve tarihi geçmişi oldukça eski olan satış kooperatif birlikleri varken, alımların neden Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından yapıldığını anlamak zordur. Önemli örgütlenme biçimi olan kooperatiflerde, tüketim kooperatifleri dışında perakendecilik rasyonel bir uygulama değildir. Tarım Kredi Kooperatifleri (TKK) 2010 yılında ürün işleme ve pazarlama amacıyla bir anonim şirket kurmuştur. 2016 yılında bu şirkete bağlı ayçiçeği, zeytinyağı ve bakliyat işleyen işletmeler faaliyete başlamıştır. Halen 12 perakende marketi varken, şura değerlendirme toplantısında 500 satış mağazası daha açılacağı dile getirilmiştir. Destekleme alımlarında olduğu gibi, Türkiye’de her bölgede ürün bazında ihtisaslaşmış köklü tarım satış kooperatifleri yok sayılmıştır. Şura sonuç bildirgesindeki 60 maddede bir kez bile kooperatif kavramına yer verilmemesi kooperatifçiliğe bakışı yansıtmaktadır.
Ayrıca, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankası’nın temel çalışma alanı çiftçiye ayni ve nakdi kredi vermek olmasına karşın, bu işlevi yerine getiremediği açıktır. Nitekim çiftçiler tarım bankacılığı sloganı ile özel bankalara yüksek faizlerle borçlanmak durumunda kalmışlardır. Örneğin 2007-2011 yılları arasında yüzde 287 artışla özel bankaların verdiği kredi toplamı yaklaşık 20 milyara ulaşmış olup, Ziraat Bankası ve TKK tarafından verilen kredi toplamına eşit hale gelmiştir.
Türkiye’de tarım arazilerinin korunmasıyla ilgili Anayasa dâhil birçok yasal düzenleme bulunmaktadır. Bu gerçeğe karşın, meralar başta olmak üzere tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının hız kesmediği bir gerçektir. Bu konudaki son olumsuz uygulama ise tarım arazilerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ilanla satışa ve kiraya sunulmasıdır. Bu taşınmazlardan 5.1 milyon hektarı arazi, tarla ve bağ-bahçe olarak nitelendirilen alanlardır. Kesin bir bilgi olmamakla birlikte bu alana Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kontrolünde bulunan araziler de dâhildir. Son düzenleme ile satış ve kiralama işlemi için başvuru süresi 2019 Aralık sonuna kadar uzatılmıştır. Bu arazilerin satışının, arazilerin tarıma kazandırılması dışında amaçlarla kullanılması konusunda ciddi kuşkular söz konusudur.
24 Ekim 2019 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 2019 Yılında Yapılacak Tarımsal Desteklemelere İlişkin Kararın uygulama tebliğine göre organik tarım ve iyi tarım destekleri azaltılırken, üç yıl üst üste iyi tarım desteği alanlara 2019 yılı için destek ödenmeyecek. Organik tarımda ise 2017 ve 2018’de destek alanlar 2019’da destek alamayacaktır.
21 Kasım 2019 tarihinde kabul edilen yeni vergi yasasının 44. maddesi ile Toprak Mahsulleri Ofisinin yapacağı ithalatlar kamu ihale kanunu kapsamı dışına alınmıştır. Bu değişikliğin tarım ürünleri ithalatını özendireceği, bir anlamda tarımsal ürün ithalatının temel bir politika aracı olmaya devam edeceği anlaşılmaktadır.
Son yıllarda yerli tohum üretimi ve kullanımı konusunda dikkate değer çalışmalar bulunmaktadır. Konu ile ilgili olarak 2018 yılında görece olumlu olarak yayınlanan yönetmelik bir yıl sonra değiştirilmiş, daha önce yerel çeşitlerin kayıt altına alınmasında meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, yerel idareler ve üniversitelere de tanınan başvuru hakkı kaldırılarak, bu işlev sadece Tarım ve Orman Bakanlığı’nın araştırma enstitülerine bırakılmıştır. 21 Kasım tarihinde ise, hibrit ve ithal tohumların zararlarının araştırılması ve ata tohumuna dönülmesi için çalışma yapılması hakkında verilen araştırma önergesi Meclis’te reddedilmiştir.
TEMEL ANLAYIŞIN DEĞİŞMESİ GEREKİR
Yapılan açıklamalara göre, iki ay içerisinde 60 maddede sıralanan önermelerin uygulamaya aktarılma planı kamuoyuna sunulacaktır. Ancak yukarıda sıralanan örneklerden de anlaşılacağı gibi, radikal bir politika değişikliği beklemek aşırı iyimserlik olacaktır. Sorun, temel ekonomik anlayıştan kaynaklanmaktadır. Türkiye’de birtakım sorunlarına karşın üreticiden yana tarım politikalarını yürütme olanağı veren, güçlü kamu ve üretici örgütleri bulunmaktaydı. Bu yapının aksayan yönlerini gidererek, üreticinin daha etkin katılım ve desteği ile birlikte, daha da güçlendirilmesi yönünde politikalar izlenmesi gerekirken, 1980 sonrası liberalleşme ve özelleştirme politikaları ile mevcut yapı yok edilmeye çalışılmıştır. 2000 yılındaki yeniden yapılanma zorlaması ile bu politikalar daha da yaygınlaşmıştır. Yapılması gereken bu gidişi tersine çevirecek politikalar izlenmesidir. Maalesef mevcut yönetimde bu yönde bir anlayış işareti olmadığı gibi, üreticiden yana olduğunu iddia eden muhalefetten de üretici ve emekten yana politika işaretleri görülmemektedir.