Tartus ve Lazkiye üslerinin geleceği
Askerî teknolojideki gelişmeler sayesinde, emperyalistlerin denizaşırı üs gereksinimlerinin azaldığı malumdur. Örneğin, 1991’deki I. Körfez Savaşı’nda kullanılan B-52 bombardıman uçakları, denizaşırı üslerden değil, ABD’nin Lousiana eyaletinde bulunan hava üslerinden kalkmışlar, tanker uçakları ile havada ikmal yaptıktan sonra Irak’a bombardıman yapıp geri dönmüşlerdi.
Benzer şekilde, nükleer denizaltılar, iki ay süre ile denizin altında kalırlar ve bu süre zarfında herhangi bir üsse gereksinim duymazlar. Peki, teknolojik kolaylıklara rağmen, emperyalistlerin neden bine yakın denizaşırı üssü var? Yanıt basit: “O üsler açılmamış olsa idi, yerlerine Doğu’nun emperyalizm ile mücadeleyi hedefleyen denizaşırı üsleri gelecekti.”
Anlayacağınız, “denizaşırı üslenme” Batı için lüks iken, Doğu için “yaşamsal” bir gereksinimdir. Bu gerçeklerin görmezden gelinmesi nedeniyle; Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte, ABD’nin denizaşırı askerî varlığının azalacağı yönünde varsayımlar, medya yorumcuları arasında oldukça yaygınlaştı.
Batı tarafından ezberlettirilen bu saçma varsayım nedeniyle, Türkiye’ye emperyalizm namına, bölgesel hamilik görevlerini yakıştıran yorumcuların sayısı, hiç de az değil. Oysa, “ABD denizaşırı askerî varlığının azaltılması (yani, izolasyonculuk veya minimalcilik) mı, yoksa artırılması (askerî yayılmacılık) mı gerekir?” tartışması, ABD’de onlarca yıldır devam eden bir konudur.
Yani, Trump’ın bazı ABD denizaşırı üslerini kapatıp askerî harcamalarını kısma ve tasarruf ettiği bütçeyi de ABD’nin bozuk maliyesinde kullanma düşüncesi, ABD için yeni bir fikir değildir. Peki ABD, hangi denizaşırı üslerini kapatacak; nerelerdeki denizaşırı bölgelerden ve ne büyüklükte askerî varlığını çekecek?
Bana soracak olursanız, emperyalizmin denizaşırı istihbarat üsleri ile kara üslerinden bazılarını kapatması mümkün olsa da; denizaşırı deniz ve hava üslerini kapatacağını düşünmek, saflık olur. Emperyalizmin gelecekte, özellikle denizaşırı deniz ve hava üslerinin sayısını artırma çabası içine gireceğini, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi topraklarındaki üslenme girişimlerinden de anlamak mümkün…
BATI’NIN DENİZAŞIRI ÜSLENME YÖNTEMLERİ
Emperyalizmin güdemediği Doğu devletleri, kendilerine denizaşırı üs bulmakta zorlanırken; emperyalizmin tüm dünyayı örümcek ağı gibi saran üsler zincirine –kolaylıkla- sahip olmasının altında bazı “zorlayıcı” etkenlerin bulunduğunu da göz ardı edemeyiz. Bu zorlayıcı etkenlerin en mantıklı olanı, “stratejik çıkar ortaklıkları”dır. Örneğin, İngiltere’deki ABD üsleri, II. Dünya Savaşı’nda başlayan ve günümüzde de devam eden “ikili ABD-İngiltere ittifakı”nın zorunlu bir sonucudur.
Başka bir etken, bölgesel savaş ve gerilimlerin kasten canlı tutulmalarıdır. Örneğin, 1950-1953 Kore Savaşı sonrasında ateşkes yapılmış olsa bile, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti arasında herhangi bir barış anlaşmasının imzalanmamış olması; yani, savaşın fiilen bitmemiş olması, Güney Kore’deki ABD üslerinin varlık nedenidir.
Emperyalist askerî üslere ev sahipliği yapmaya zorlayan diğer bir etken ise; yıpratıcı bir savaş sonrasında, güçlü bir emperyalistin diğer güçlü emperyalisti “işgal”i sonrası ortaya çıkan “uzun vadeli” dayatmalardır. İşgalci emperyalist, eninde sonunda işgal ettiği topraklardan çekilir, tabii ki, arkasında onlarca üssünü ve on binlerce askerini bırakarak…
II. Dünya Savaşı’nın sonunda, müttefiklerce işgal edilen Almanya ve Japonya ile, 2003’te Batı’nın işgaline uğrayan Irak’taki ABD üs ve askerî varlığının ana nedeni budur. Soğuk Savaş döneminden günümüze değin, Almanya ve Japonya topraklarındaki ABD üsleri için geçerli “zorlayıcı” etken, sonradan “ittifak” ilişkisine evrilmiştir. Almanya ve Japonya, ABD üslerinin olası bir Asya saldırısı karşısında, savunma desteği sağlayacağı varsayımı ile yapay güven hissi içindedirler.
Bunlardan başka, emperyalistlerin, çok zayıf devletlerin bazı bölgelerini, -savaş ilan etmeksizin- işgal ederek kendilerine zorla denizaşırı üs kurmaları da çok yaygındır. Örneğin, 1898’deki ABD-İspanya Savaşı, ABD’nin Filipinler, Guam, Porto Riko ve Küba gibi eski İspanyol sömürgeleri üzerinde üslenme hedefine hizmet etmiş ve bu savaşın sonunda, “işgal edilen zayıf devlet topraklarında” kalıcı ABD üsleri açılmıştır.
En ucuzcu üs edinme şekli ise “mirasa konma” yöntemidir. Yani, gücünü yitirmeye başlayan bir emperyalist, yükselen emperyaliste üslerini de devretmek, yani “miras bırakmak” zorunda kalır. II. Dünya Savaşı’nın başlarında, Alman deniz harekâtlarına karşı koymakta zorlanan İngiltere, deniz kontrolü mücadelesi için ilave savaş gemisine gereksinim duymuştu.
Bu nedenle, ABD ile acil görüşmelere başlayan İngiltere, ABD Donanması’nda kullanılan destroyerlerden 50’sinin İngiltere’ye hibe edilmesi karşılığında, ABD’ye Avalon Yarımadası ile Bermuda Adası’ndaki Great Bay’deki toplam 8 İngiliz hava ve deniz üssünün ortak kullanım hakkını teklif etmişti.
Görüşmelerden sonra imzalanan antlaşmada İngiltere, ABD’ye yukarıdaki üslere ilave olarak Bahamalar, Jamaika, St. Lucia, Trinidad, Antigua ve İngiliz Ginesi’ndeki tüm üslerinden de 99 yıllığına ortak kullanım hakkı vermek zorunda kaldı. Böylece, önceden bir İngiliz okyanusu iken Atlantik, “bedavadan” Amerikanlaştırılan İngiliz üsleri sayesinde, 1940’tan itibaren bir ABD okyanusuna dönüşmüş oldu.
Emperyalizmin diğer bir üs kurma yöntemi ise, üslenmek istediği bölgelerdeki halkı göçe zorlamaktır. Örneğin, Hindistan’ın bin mil güneyindeki bir ada olan ve 11 Eylül’den sonra Afganistan’ı bombalamakta kullanılan Diego Garcia’daki emperyalist üs, Soğuk Savaş döneminde, ada halkının Mauritius ve Şeyşeller’in batısında kalan adalara zorla göç ettirilmesi sonrasında kurulmuştu.
Benzer durum, Japonya’nın II. Dünya Savaşı sonrasında, savaş tazminatı olarak ABD’ye bıraktığı Okinawa topraklarının Amerikan üslerine dönüştürülmesi süreçlerinde de yaşandı. Güney Kore devletinin, 2006’da ABD üssünün genişletilmesi için Pyontaek’teki Korelileri yurtlarından etmesi de, emperyalist üslenme için zorla göç ettirme formülünün yakın tarihte bile mümkün olduğunun çarpıcı bir örneğidir.
Emperyalist denizaşırı üslenme için en yaygın uygulanan yöntem ise, mali yardım, askerî teçhizat ve silah karşılığında toprak kiralamaktır. Türkiye ve Yunanistan’dakiler dâhil, onlarca ülkedeki yüzlerce ABD üssü, malî ve askerî yardımlar karşılığında kiralandıkları ABD’ye hizmet eder.
EMPERYALİZM, DENİZAŞIRI ÜSLERİNDEN VAZGEÇER Mİ?
Emperyalizmin denizaşırı üslerini kapatma örnekleri mevcuttur? Her şeyden önce, Doğu’nun gücünün azalması, -ki, kötü bir senaryo- emperyalizmin kendi sularına yakın bölgelerde üslenme gereksinimini de azaltır ve kendiliğinden denizaşırı üslerini azaltmaya teşvik eder. Örneğin, Soğuk Savaş sonrasında, Rus nükleer denizaltı sayısındaki azalmaya bağlı olarak ABD, 2006’da İzlanda’daki denizaltı üssünü kapatmıştı.
Doğu’nun gücünün azalmasından başka, Doğu’ya karşı kendisiyle işbirliği yapan Doğulu devletlerde yükselen milliyetçilik dalgaları da ABD’nin denizaşırı üsleri için kapatmaya zorlayıcı bir etkendir.
Örneğin, 2002’de kaza kurşunu ile ölen Koreli bir öğrencinin yol açtığı milliyetçi tepki, Güney Kore’den önemli miktarda ABD askerinin çekilmesine; 1996’da Japon bir kız öğrencinin tecavüze uğraması üzerine çıkan olaylar ise, Japonya’daki Futenma Hava Üssü’nün kapanmasına yol açmıştı.
ABD, özellikle Amerikan karşıtlığının hâkim olduğu bölgelerde, diken üstündedir. Örnek vermek gerekirse, ABD; 1979’daki İslam Devrimi ile birlikte, İran’daki üslerini bir çırpıda yitirivermişti. Benzer şekilde, Türkiye’de, Hükûmet ve TBMM’nin, Batı’nın dümen suyunda gitmesine rağmen, Türk kamuoyunun emperyalizm ile mücadeleci tavrı, İncirlik ve Kürecik’in Türkiye’de kalıcı olamayacağına işaret etmektedir.
Gelelim Suriye’ye… Suriye’deki Tartus Deniz Üssü ile Bassel El-Esed (Hmeymim) Hava Üssü’nde kalıcı askerî varlık gösteren Rusya, hem kendisinin hem de Suriye’nin emperyalizm ile mücadelesini vermektedir.
Tartus civarında deniz üssü kurma niyetindeki İran’ın Suriye’deki askerî varlığının maksadı da, Rusya ile aynıdır. Neticede, Esad devrilirse, Lazkiye ve Tartus üsleri, emperyalizm ile mücadelenin kalesi olmaktan çıkacaktır. Medya ekranlarında anlatılan “Trump Ortadoğu’dan asker çekecek, yerine Türkiye’yi bölgenin hamisi olarak bırakacak” masallarını yutmayacağınızı umuyorum.
Aklım der ki; “Esad’ın olmadığı bir Suriye, emperyalizme hizmet eder; Doğu Akdeniz’in kıyılarında, Lazkiye ve Tartus’ta Rus üsleri kapanır ve yerlerine nur topu gibi yeni ABD üsleri açılır.”
Özetle, gelecekte Lazkiye ve Tartus’ta da ABD askerî varlığına katlanmak istemeyen aklım; “Esad’dan yana”…