15 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Taşlar anlam taşır

Caner Karavit

Caner Karavit

Gazete Yazarı

A+ A-

Bayram tatilinde Trakya kapaklı kaya yığıntısının yani dolmenlerinin peşine düşüyoruz. Önce Lalapaşa’nın içindeki tel çitle çevrilmiş olanına gidiyoruz, içeride çoban ve koyunlar karşılıyor bizi. Çobanla sohbet sırasında, onun bu dolmenin arkeolojik kazısında yer aldığını öğreniyoruz. İçi yağmur suyuyla dolmuş bu dolmen Trakya’dakilerin en ünlüsü olan “Lalapaşa Kapaklısı”. “Kapaklı kaya” adını iki dikili taşın üzerine bir kapak gibi konulan taş nedeniyle yöre insanından almış. Araştırmalarda “Kapaklı kayaların” işlevinin mezar olduğunu öğreniyoruz. Trakya’nın Kapaklı kayaları MÖ 6.-7. yüzyıla tarihleniyor ve Türkiye’deki tek Avrupa tipi dolmenler. Kapaklı kayaların yapımı ilginç, çünkü tonlarca ağırlığındaki bu taşların dikilip birbirinin üstüne nasıl bindirildiği hala merak konusu.

Taşlar anlam taşır - Resim : 1
Lalapaşa Kapaklı Kayası (dolmen) ve ruh deliği, Edirne, 6.-7. yüzyıl

KAPAKLI KAYALAR VE RUH DELİKLERİ

Çobanla bu taşların buraya nasıl taşınıp yükseltildiği konusunu tartışmaya başlıyoruz. Kapaklı kayayı inceliyoruz; art arda dizilen iki odanın birincisi "dromos" olarak adlandırılan giriş odası ve bu iki odada da birbirlerini gösteren iki delik mevcut. Bu deliklere “ruh delikleri” deniyor. Böyle diyorlar, çünkü bu dörtgen ya da oval biçimli delikler bir cansız bedenin itilerek içinden geçebileceği genişlikte yapılmış. Önce cesetler ayaklarından başlayarak bu deliklerden içeri mezar bölümüne itiliyor, ardından da ruh aynı delikten çıkıp gidiyor. Bazı inanışlarda bu delik cennet yönüne bakar ki, ruh yönünü şaşırıp cehenneme gitmesin. Görünen o ki bu delikler, sadece “dromos”la mezar odasının görsel bağlantısını sağlamıyor. Aynı zamanda, her iki oda bölümü arasındaki zamanın zamana (dünyevi olanla, ruhani olanı), görünenin görünmeyene, iç sahnenin dış sahneye bağlanmasına da hizmet ediyor. Ancak, bu bağlantılarla ilgisi olmayan yeni delikler de var: “Defineci delikleri”. Ne yazık ki kapaklı kayalar da define avcılarının yıkıcı tahribatlarından payını almış. Ancak, definecilerin bu deliklerden fakir girip, zengin çıkmadıkları bir gerçek. Çünkü kapaklı kayalarda yani dolmenlerde hazine bulunmuyor. Deliklerle ilgili bir başka görüşün olduğunu da belirteyim; ana tanrıça kültüne bağlı olarak kadın rahmini simgeliyormuş. Çoban koyunlarına kapaklı kayanın çevresinde otlatıp tur atarken, biz de bu anıtın çevresini dolaşıp güzel bir çevre temizliği yapıyoruz. Bu çabalarımız sırasında çoban bizi uzaktan sakin sakin sopasına yaslanarak izliyor. Temizlik işi bitince çobanla vedalaşıp Sarıdanişment tarafındaki diğer kapaklı kayaları keşfe koyuluyoruz.Yol boyunca ne zaman bir kapaklı kayayla karşılaşsak, çevresinde mutlaka çoban ve sürülerini görüyoruz. Belli ki kapaklı kayalar çobanlardan sorulur. Sarıdanışment yakınlarında rastladığımız çobana soruyoruz bir başka kapaklı kayanın yerini. Ayrıntılı tariften sonra: “…ben çok güzel anlattım, ama bakalım siz bulabilecek misiniz?” diyor. Çoban anlattığından emin, ama bizden şüpheli. Devam ediyor: “Bulduğunuzda ruh deliğinin çamurla kapatıldığını göreceksiniz, deliği açmayın”. “Neden?” diye sormak istiyorum, ancak yönetmenliğini Wong Kar-Wai’un yaptığı“In the mood for love” filminin bir sahnesini hatırlayıp vazgeçiyorum. Çinli adam komşu kadına olan aşkını bir türlü ifade edemez, sonunda bir ağaç kovuğu bulup içini döker. Sırrı açığa çıkmasın diye de kovuğun deliğini çamurla kapatır. Eski bir Çin geleneğiymiş. Elbette ki, bu kapaklı kayalarla çobanların arasında nasıl bir sır alışverişi olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz…

KHADAK TAŞLARI

Taşlar anlam taşır - Resim : 2
Khadak bağlı taş kümesi, Moğolistan

Ulan Batur’un en soğuk günlerinden, neredeyse -35 santigrat. Kentin merkezinden kenar mahallelere doğru çadırlardan oluşmuş gecekondu bölgesine yürüyorum. Moğollar, bizim “yurt” dediğimiz çadırlara “ger” diyorlar. İki taraflı yüksek tahta perdelerin çevrelediği yoldan yürüyerek, “gerkonduların” ortasındaki mavi çaputların bağlandığı taş yığınına varıyorum. Moğollar bu taş yığınına bağlanmış çaputlara “Khadak” diyorlar. Hava çok soğuk ve ellerim eldivenin içinde hissizleşmeye başlıyor. Kayaların üzerine bağlanmış mavi bez çaputlarından birini almaya çalışıyorum, ama başaramıyorum. Acaba ellerim mi dondu, yoksa mavi Khadaklar mı kayalara yapışmış? Moğolistan ve Tibet'te kayalara, taşlara bağlanan bu Khadaklar; sarı, siyah, beyaz veya çoğunlukla mavi renkli ipek kumaştan veya kağıtlardan oluşuyor. Khadaklar; düğün, cenaze, doğum, misafir gelişi- gidişi, bayram kutlaması, bir evin yapımı gibi dilekler için adak olarak bağlanıyor. Mavi Khadak, Moğollar ve Buryatlar arasında sonsuz mavi gökyüzü anlamına geliyor. Bizde de benzer bir gelenek olan “çapıt” (çaput) bağlama adetinin Türkler’in Şamanizm’den kalan Gök Tengri’ye (Gök Tanrıya) yapılan adak geleneği olduğunu biliyoruz. Bu; Anadolu'dan, Azerbaycan'a, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nden Afganistan'ın Özbek-Türkmen bölgelerine kadar bir çok bölgede devam eden bir inanç uygulamasıdır. Bu inançta, Moğollar’ınkine benzer dilek ve isteklerin yerine gelmesi amacıyla bez ve çaputlar kutsal bilinen “dilek ağacı”na ya da kayalara bağlanır. Bu bağlamda, Moğolca “Khadak” ile Türkçe “adak” kelimeleri arasında etimolojik bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.

Taşlar anlam taşır - Resim : 3
Tianchi Gölü’nde çaput bağlı adak ağacı, Uygur Özerk Bölgesi-Çin Halk Cumhuriyeti

Düşüncelerden sıyrılınca havanın da karardığını fark ediyorum. Gözüm Khadaklı taş yığınının hemen arkasındaki “ger”e takılıyor. Çadırın gök mavisi kapısının hemen önünde, küçük bir tabureye oturmuş yaşlı adam var. Sanki, önünde oturduğu “ger”den dışarı kovulmuş gibi boş gözlerle bakıyor. Adamın yanında duran davuldan şaman olduğunu tahmin ediyorum. Ancak, şamanın içinde bulunduğu durumdan da belli ki, artık bir Khadak kadar bile rağbet görmüyor. Belki de kehanet yeteneğini kaybettiği için kapı önüne konulmuş. Ama hiç hareket etmiyor, acaba şaman da Khadaklar gibi donmuş mu? Yardımcı olması için yoldan geçen dar kotlu ince giyinmiş kadına soruyorum: “böyle üşümüyor mu?”, “Moğol üşümez, donar” diyor.

ÇOBAN OYUNCAĞI

Taşlar anlam taşır - Resim : 4
Çoban Oyuncağı, Karaburun-İzmir

Karaburun Yarımadası’nı kıyı boyunca dolaşıyoruz. Klima iyi çalışmıyor ve arabanın içini sıcak basıyor. Arabada açık pencereyle seyahat yapmak, hep dışarıyla bir teması ve dışarının dokunuşunu hissettirmiştir bana. Tam o sırada yanından geçmekte olduğumuz taş yığını da öyle hissettiriyor. “Bir taşa dokunmak çevresindeki mekana dokunmaktır. Taşların oraya nasıl geldiklerinin bilgisi, yerleşme işleminden ve çevresinden bağımsız değildir.” der doğa sanatçısı Andy Goldsworthy. Arabadan inip taşlara dokunarak: “Boyuma yakın düzgün dizilmiş bu taşlar ne ola ki?” diye düşünüyorum. Eşim Kiraz’la yorumlamaya çalışıyoruz: “Köye olan mesafeyi belirtiyor olsa gerek…”, “Yok yok, olsa olsa eskiden yol olmadığı için yön belirten bir işaret olmalı”. Uzaktan bir köylü geçiyor ve sesleniyorum: “Bu nedir?”, “Çoban Oyuncağı” diyor ve uzaklaşıyor. Araştırmak için bu ipucu yeterli geliyor.

Ege Denizi’nin iki yakasındaki bazı çayırlarda üst üste yığılmış taş yığınlarına “Çoban Oyuncağı” deniyor. Çobanlar, hayvanlarını otlattıkları bölgeyi işaretlemek için kendi boyları kadar taş kule yapıyorlar. Böylece, her çoban kimin otlağında olduğunu biliyor. Bazen de, bu taş yığınının en üstünde birkaç beyaz taş diziliyor. Bu beyaz taşlar, bir çoban ölünce veya hayvan gütmeye çıkamaz hale gelince, diğer çobanlar tarafından bu çobanı anmak için taş yığınının en üstüne diziliyormuş. Böylece, bir hayattan geriye saçları ağarmış insana benzeyen bir taş yığını bırakılmış oluyor. Yani, uçmağa giden çobanın ömrü bu beyaz taşlarla mühürlenerek “görevinin tamamlanmış olduğu” ifade ediliyor. John Berger: “Kayalar arazinin başlıca figürleridir, kimlik kazandırır ve odaklanmaya yardım eder. Bölgenin kimliği ve ruhudur. Terime hakkını vermek istersek, kaya yüzleridir onlar.” der. Berger bu sözleriyle sanki “Çoban Oyuncağı”nı işaret ediyor. Üst üste dizilen bu kayalar belirli bir biçimi dayatmaz, ama ışık ve gölgelere göre yüzünü değiştirir. Sadece ışık değiştirmez çoban oyuncağının yüz çizgilerini; her türlü duyguyu verebilsin ve bir diğerine benzemesin diye rüzgar değiştirir, yağmur değiştirir. En sonunda, ağaran taşlar değiştirir “Çoban Oyuncağı”nın yüzünü. Beyaz taşlarla mühürlenebilecek kadar yalın bir ömrün anlam sınırlarında dolaşılabilsin diye.

Atölyemdeyim, taşları düşünüyorum ve onlarla ilgili öykülere daldıkça resimlerim için bir yeni serinin konusu beliriyor kafamda. Sıra öykülerdeki taşların tuvalde nasıl betimleneceğine geliyor. Kapaklı’nın, Khadak’ın, Çoban Oyuncağı’nın portrelerini yapmak hiç de kolay görünmüyor. John Berger’in “kaya yüzleri” terimi işimi daha da zorlaştırıyor…