Taşra fotoğrafçıları...
Tümünü “taşra” ya da “kasaba” fotoğrafçıları paydasında buluşturduğumuz bu tanımlama, bu alanda benzer misyonu ve işlevi yüklenmiş tüm fotoğrafçıları ifade etmediği için eksik ya da yanlış olabilir. Bundan ötürü olumsuz eleştiri yapacaklar hiç de haksız sayılmazlar. Çünkü bu genel tanımlama; bir yandan, bu alanda çalışmalar yapan her bir fotoğrafçıyı -ve de fotoğrafçı mekanını - kapsamadığı gibi, tümünün de aynı tanımlama içinde değerlendirilmesini pek mümkün kılmaz. Sözünü ettiğimiz alanın tümünü kapsayan yeni bir tanımlamada hem fikir olana dek, şimdilik bu tanımlamaların peşinden gitmeyi uygun buluyoruz.
“Taşra” ve “Kasaba” sözcükleri bir “yer” ya da “konum” belirtmelerinin yanı sıra, her ne kadar olumsuz kimi çağrışımları içeriyorlarsa da, genelde, değişim ve de dönüşümün çarklarında gelişi-güzel ezilmeyip, kendi değerlerinden kopmayışın o anlatılmaz ve tarif edilmez bir naifliğini de içeriyor. Bu tanımlamada ısrarcı olunmasındaki tek neden de, bu “naiflik” sözcüğünün sözü edilen alandaki fotoğrafçılarla uyum sağlayıp anlamlı bir şekilde örtüşmesinden kaynaklanıyor.
Kasaba; bilindiği gibi ne köy, ne de kenttir. Tam ikisinin arası. Arafta olmanın tam içindedir. Bir ayağını gelenekselliğe basarken, öbürünü çağdaşlığa atar gibi olmaktır. Bir bakıma, köylülükten kurtulup kentliğe doğru koşma hazırlıklarının yapıldığı bir ara duraktır.
Taşralılık da, tam karşılığı olmasa da “naifliği içermesi” açısından “kasabalılıkla” benzer bir anlamı taşır. Her ikisi de, kente -yoksa değişime, dönüşüme mi desek - ulaşan yolun tam yarısı ya da son durağıdır... Onun içindir ki, bu yörelerdeki fotoğrafçılarla büyük kentlerdeki fotoğrafçılar benzer zanaatı (sanatı demiyorum) icra etseler de, birbirlerinden çok farklıdırlar... Bu fark; yalnızca yöre, yer, mekan, alet edevat ya da müşteri portföylerindeki sınıfsal ya da ekonomik konum farkı değil, onun da ötesinde, bu sanatı icra edenlerden talep edilen, istek ve beklentilerinden kaynaklanır. Bu beklentiler ne köydeki kadar masum, ne de kentteki kadar pervasızdır. Tam ikisinin arasındadır. Bir şeyleri hem saklar, hem de -garip ama gerçek-gösterir, ya da gösterir gibi olur..
Bu ikilemin yaşandığı, yaşatıldığı ya da ya da yaşanmak istendiği tek yer ise kasaba- taşra fotoğrafçılarının o bilinen gösterişsiz, salaş, küçük ve de mütevazi stüdyolarıdır. Müşterinin ne istediği bellidir. Daha doğrusu bu salaş stüdyoların eşiğinden adımını atar atmaz, niçin gelindiğinin ip uçlarını tüm gizlemeyi çalıştığı hal ve tavırlarıyla ortaya koyar. Bakımlı saçlar, özenle seçilmiş giysiler, öne çıkarılmak istenilen aksesuarlar vs... Bundan sonrası artık fotoğrafçıya kalmıştır.
Halden anlamak, yani kapısından içeri adım atan müşterisinin isteyip de bir türlü söyleyemediğini anlayarak onun beklentilerini boşa çıkarmamak da kasaba/taşra fotoğrafçısının işidir. Yılların deneyimiyle her bir müşterisinin isteklerini, ve bu çektirdikleri fotoğraflarla kimlere neler söylenmek istediğini çok iyi bilirler. Sandalyeyi ters oturup, bir yerlere hülyalı bakış, sonrasında rötuşla abartılmış sigara dumanı, genç bir delikanlının bir çeşit görüntüyle yazılmış mektubu olurken, subay giysileri içinde arkadaşıyla poz veren genç bir kızın yarı şaka, çoğu ciddi isteği de 6x9 ebadında gitmesi istenilen bir yere pulsuz bir şekilde ulaşıverir. .
Bazen bir kitap mektepli olmayı, bir enstrüman müzikle ilişkiyi otaya koyarken bir albüm aileye bağlılığı, gergef üzerine işlenen bir oya ise bir el becerisini ortaya koyar. Yani bu küçük, salaş stüdyolarda, ufak bir ücret karşılığında yalnızca bir an ölümsüzleşmez, onun da ötesinde adresi önceden bilinen yerlere, onlarca satırın anlatamadığı bir derdin, bir teklifin, ya da bir arzunun, zarfsız ve de pulsuz birer mektubu olurlar...
Her bir fotoğrafın bir serüveni, bir öyküsü vardır... Arkalarında her ne kadar “ amca teyze, hala, sakın bizi unutma...” gibi yazılar olsa da, zamanla unutulup giderler... Büyük kentin bit pazarları, kaldırım tezgahları bu tün unutulan, sahipsiz, kimsesiz kimliksiz fotoğraf ve albümleriyle doludur....
Kısacası.... Foto Saray Foto Lüks, Foto Moda daha nicelerinin teknolojiye yenik düşmeleriyle fotoğrafsız değil ama, arkası ithaflı, sözsüz, yazısız, anısız dahası albümsüz kaldık...
Bazen nostaljinin sularında kürek çekmek hüzün verse de bi hoş oluyor...