19 Kasım 2024 Salı
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tebdil-i mekânda ferahlık gerçekten var mıdır?

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Mersin Atatürk Ortaokulu, 3-C, Numara 207. O bizdik işte. Ve Dünya Anamız, yine bugünküne benzer bir halde idi. Çünkü sene 1969 olduğu için, bir taraftan Vietnam’da Amerikan saldırıları oluyor, bir yandan tüm Avrupa ve ABD’de öğrenciler savaşa karşı ayaklanıyordu. İnsan bu aynılığı düşününce, tarihin bir tekerrür, yani tekrardan ibaret olduğuna gerçekten inanıyor şimdilerde. Yani “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” gibi, geçen bu 55 uzun seneye rağmen!

Tam o günlerde, okullar arasında “münazara” zamanı olmalı ki, biz de, “Çok okuyan mı çok bilir, çok gezen mi” yarışmasındaki, “çok gezen daha çok bilir” grubunun başkanı olarak, harıl harıl yarışmaya hazırlanıyoruz. Ve de yarışma günü geldiğinde, bülbüller gibi “çok gezen çok daha iyi bilir elbette” tezimizi kahramanca savunup, yarışmadaki ödül olan birer kitap kazanacaktık, grup üyelerimizle. İşin ilginç tarafı, gezmek konusunu savunmuş ve üstün gelmiş olmamıza rağmen, “çok okuyan daha iyi bilir” tezine uygun olarak, birer kitap sahibi olmuştuk! Elbette bizi otobüse doldurup gezmeye gönderecek hali mi vardı, bizim gariban okulumuzun ki!

Bu girişi neden yaptık? Aradan geçen çok uzun yıllar içinde, hayat ve kader; ve biraz da gayret ile çok çalışma, gerçekten de o 1969 baharındaki, “çok gezen daha çok bilir” tezimize uygun bir fırsat sağlamıştı bize. Ama bu slogana takılıp da “çok okuyan da iyi bilir” tezini inkâr etmedik. Elimize ne geçtiyse okuduk, yedik, yuttuk, bitirdik. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, o yokluk günlerinin içinde hem Türk devletinin hem de ailemizin muhteşem destekleri sayesinde, üç üniversite bitirip, yüksek lisans bile almanın ne denli onur verici olduğunu anlıyor insan.

Tebdil-i mekânda ferahlık gerçekten var mıdır? - Resim : 1

TURİST GÖZÜNÜN GÖREMEDİKLERİ

“Çok gezen bilir” geleneğine uygun şekilde, ABD’den başlayan dünya ziyaretleri ve gözlemleri, altı kıtaya götürmüş oldu bizi. Ama bunların sadece turistik geziler olmadığını, hemen ifade edelim. İnsan bir kere içinde bulunduğu ortamı analiz etmeye alışmaya görsün, nereye giderseniz gidin o sizi hiç bırakmıyor.

Çoğu zaman rahatsız edici bir hal alsa bile, dünyanın bin türlü yerinde, sadece basit turistlik yapamıyorsunuz artık. Yollarda karşılaştığınız evsiz birileri, hemen size o ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını analiz etmenizi emrediyor. Kafelerdeki insanların giyim kuşamları ve konuşma tarzları, size hemen o memleketin kültürünü tahlil etmenizi zorunlu kılıyor.

Tüm bu ziyaretlerin ortak izlenimi ise, bize senelerdir yaptığımız dünya tahlillerinin ve önerdiğimiz kurtuluş reçetelerinin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. Çünkü dünya ne denli kocaman olsa da bir o kadar da minicik bir yer bu fani alemde. Tüm ülkelerdeki insanların varlık sebebi, yaşama amaçları, günlük hayatları, hayattan beklentileri ve sonuçta elde edebildikleri o kadar birbirinin benzeri ki, insan hayret ediyor.

Endonezya’dan Bolivya’ya, Filipinler’den Meksika’ya milyarlarca insanın hayattaki beklentileri hep aynı: yiyecek bir şeyler, yatacak bir yerler, ailesi için güvenlik. Bu, içine itildiğimiz “tüketim toplumu” hengamesine rağmen böyle. Yani, abartılı arzu ve istekleri bir kenara itecek olursak, dünyanın hemen her yerinde yaşayan insanların, bu üç gereksinim temelinde yaşamlarını sürdürdüğünü görebiliriz.

ARJANTİN VE TÜRKİYE BENZEŞİRKEN

Bu temel gereksinimler açısından dünyayı analiz edersek, bugün var olan 8 milyar insan için, dünyanın bizlere sunduğu nimetlerin fazlasıyla yeterli olduğunu ve bundan daha fazla bir nüfusu bile kolaylıkla taşıyabileceğini kolaylıkla görebiliriz. Bu düşünceye, gittiğimiz hemen her ülkedeki doğal kaynaklar ve o çevrelerde yaşam mücadelesi veren insanları görüp analiz edince varıyoruz. Ve bu, hemen her ülke için geçerli olan bir genelleme aslında.

Örneğin, Brezilya’nın en güneyindeki Garapabo kasabasından Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e yaptığımız 29 saatlik otobüs yolculuğu, bunun en güzel örneği ve her tartışmada hatırlarız hala: Bu çok uzun karayolu seyahatinde, sağımızda ve solumuzda yeşilin her türlü tonunu ifade eden tarım arazileri hiç ara vermeden uzanmıştı. Muz, avakado, hurma, mango, papaya ve yüzlerce öteki ürünler, bu çok verimli arazide inci gibi dizilmişti. Brezilya ve Arjantin’in hemen her noktası böyle bir verimlilik timsali topraklardı.

Hani Türkiye’de derler ya, “adam eksen, adam biter” cinsinden bir diyar.

Tebdil-i mekânda ferahlık gerçekten var mıdır? - Resim : 2

SİSTEM DIŞINA ÇIKILMAZSA

Ama ekonomik ve sosyal düzenlerine baktığımızda hem Arjantin’in hem de Brezilya’nın bağımsızlıklarını kazandıkları günden bu yana, genel nüfusun yaşama mücadelesi vermek zorunda olduğunu, bir yoksulluk ve ekonomik sıkıntı içinde mücadele ettiklerini görürüz. Bu Bolivya’da da böyledir, Endonezya’da da Türkiye’de de aynıdır. Buradan, dünyada bir sistem problemi olduğunu hemen görmek mümkün elbette.

İnsanlığa zorla kabul ettirilen, küçücük bir azınlığın, nüfusun büyük çoğunluğunu, şöyle ya da böyle sömürdüğü bir liberal-kapitalist ekonomi sistemi, insanlığın kaderi gibi her topluma yapıştırılmıştır. Ve insanoğlu, bu sistem içinde birbirlerini tekrar edercesine çözüm bulmaya zorlanmaktadır.

Aslında, yukarılardan bakıldığında çok kolaylıkla tahlil edilecek basitlikteki bu problem, içinde yaşayıp çözmeye çalıştıkça karmaşıklaşmaktadır: Dünyada mali, iktisadi ve kültürel kaynakları elinde tutan küçücük bir Batılı kapitalist-emperyalist sistem, dünyanın geri kalanını son damlasına kadar sömürmekte. Ve bu sömürüyü sonsuza kadar sürdürmek için de her yerde yerli işbirlikçi bularak, gerekirse silah zoru ile politik sistemleri etkilemektedir. Bırakalım dünyanın başka ülkelerini, kendi memleketimiz Türkiye de aynı çıkmazın içinde, yüz yıla yakın bir süredir, adeta oyalanıp durmaktadır.

SÖMÜRENİN HALKI, SÖMÜRÜLENDEN DAHA MUTSUZ

Elbette bu talihsiz oyalanma sürecinde Türkiye yalnız değildir. Birleşmiş Milletler denilen fonksiyonsuz kuruluşa üye olan 193 ülkenin, hemen hemen tümü aynı gemidedir. Hatta bu duruma halklar açısından bakarsak, Batılı çetenin başı ABD ve diğer sömürücü AB ülkeleri de aynı hallerdedirler. Onlarda da halkın ezici çoğunluğu, emperyalist sömürüden aldıkları küçük rüşvetlere rağmen, insan olmanın gerektirdiği maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktırlar. Bundan dolayı da uyuşturucu kullanımı, evsizlik, ailenin parçalanması, LGBT eğilimleri, sokakta şiddetin giderek artması, psikolojik hastalıkların tüm toplumlara yayılması gibi varoluşsal sorunlarla boğuşmak durumundadırlar.

Tebdil-i mekânda ferahlık gerçekten var mıdır? - Resim : 3

Üzerinde yaşama şansına sahip olduğumuz Dünya Anamız, aslında sadece mevcut sayımız olan 8 milyarı değil, belki de 18 milyarı bile besleyip mutluluk içinde yaşatacak kaynakları bize sunmaktadır. Ama bizim problemimiz, “dağıtım” ile ilgilidir. Yeryüzünün varlığını, bu kadar eşitsiz şekilde dağıtan mevcut liberal-kapitalist sisteminden, daha başka bir sonuç beklemek de zaten mümkün değildir.

Kısacası, 1969 senesinde Mersin’in kenar mahallelerinden, “çok gezen mi bilir” önermesiyle başlayan hayat maceramızda, yol uğrağı yaptığımız kırk memleketten çıkardığımız temel ders; ne yapıp edip dünyadaki bu eşitsiz ve gereğinden çok daha fazla uzun sürmüş olan mevcut sistemden, bir an önce kurtulma zorunluluğudur.

ABD Avrupa Vietnam Arjantin LGBT