23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tehlikeli sularda dolaşmak

Hakan Topkurulu

Hakan Topkurulu

Gazete Yazarı

A+ A-

Yıllardan bu yana uyarıyorum. İhracata dayalı sanayileşme doğru bir model değildir. İhracat, tabi ki gerekir. Ancak tüm kaynaklarınızı oraya adamak, vermek yanlış. İhracat piyasalarına yönelerek iç refahınızı düşürme riski alırsınız. Sanayinizi ihracata yönlendirerek dışa bağımlı bir sanayi yapılanması oluşturursunuz.

YILLARDIR AYNI PROPAGANDA

“İhracata dayalı sanayileşme” modası 1980 yılı 24 Ocak kararları ve 12 Eylül Amerikancı darbesini takiben Turgut Özal ekibi tarafından getirildi. Meşhur “70 sente muhtacız” propogandası, oluşturulan “aman döviz gelsin de nasıl gelirse gelsin” iklimi Türkiye’de bu slogana özgü bir model geliştirdi. Bir kısım ekonomistler, Türkiye’nin ucuz mal ihracatı yaptığı, halbuki teknoloji yoğun ihracat hedefine yönlenirsek bu açmazı yıkabileceğimiz düşüncesindeler. Halbuki yaşı yetenler hatırlayacaklardır. Bugün küçümsediğimiz tekstil sektörü ihracatı, 1980’lerin son yılları ve 1990’lar boyunca Anadolu aslanlarının hesap ve banka kasalarını kapanmayacak şekilde doldurdu. Bir tekstilci “çok bilirim müşteri nakit 500 bin, 1 milyon doları akşam vakti masanın üzerine koyar, aman benim malı çabuk teslim et diye yalvarırdı. Banka kapalı, o kadar parayı nereye koyacağız. Biz de banka müdürüne rica eder, bankadaki kiralık kasaya doldururduk. Bazen kiralık kasanın kapağı kapanmazdı” diye 1990’lardaki durumu anlatmıştı.

ARTIK DEVİR DEĞİŞİYOR

Sovyetler yıkılmış, Atlantik sistemi ülkeleri dünyanın jandarması rolünde, önü açık doludizgin tüketiyor. Gelişmekte olan ülkelerden aldıklarının bir kısmını, kendi terk ettikleri sektörler aracılığı ile gelişmekte olan ülkelere aktarırlardı. Emek yoğun ve pis sektörler bu sanayi dalları arasında idi.

Ama artık devir değişiyor. Şanghay İşbirliği Örgütü'nün ardından (Yerel Asya örgütü kimliğini değiştirecek mi? Göreceğiz) BRICS’in tüm dünyaya dönük genişlemesi, tek kutuplu dünyadan ezilen ulusların da başlarını kaldırdıkları bir dünyaya doğru dönüyoruz. Kara Afrika ayakta. Her gün bir Afrika devleti; milleti ve ordusuyla ayağa kalkıyor.

Bu gelişmelere karşın Atlantik sistemi ülkeleri hasta. Resesyon adı verilen durgunluk yani fakirleşme hastalığına yakalanıyorlar. İşte bu hastalık bize de iflaslar ve işsizlik olarak yansıyacak.

ÜLKE CENDEREYE GİRİYOR

31 Ağustos günü Aydınlık gazetesinde Recep Erçin’in “Ekonomi soğutulurken konkordato patlayacak” haberi ise yukarıdaki dış gelişmeye ilaveten içeride Ak Parti iktidarı tarafından izlenen ekonomi politikalarının sonucunun da konkordato ilanlarını çoğaltacağını anlatmaktadır. Konkordato sonuçta şirket iflası ve fabrikaların kapanması ve işsizlik demektir. Türkiye iki cepheden cendere içine girmektedir. Her iki gelişmede maalesef gözler önünde yaşanmaktadır. Türkiye çaresizce elleri arkadan bağlanmış vaziyettedir. Yaşanan ekonomik sıkıntılar hepimizin malumudur. Ama çözümleri varken Türkiye göz göre göre uçurumdan aşağı atılmak istenmektedir. Türkiye bu açmazdan Vatan Partisi ile kurtulacaktır. Milli Birlik hükümeti yolu açılmaktadır. Üretim Devrimi Programının günü yaklaşmaktadır.