Tek adam rejimi
Egosu yüksek siyasetçiler, ellerine güç geçtiği zaman, iktidarlarının devamı uğruna, adım adım demokrasiyi feda etmeye başlarlar.
Bunun ilk adımı da basın yayın organları özellikle de tarafsız yayıncılık yapmak isteyen kuruluşlar ve çalışanlar üzerinde baskı uygulamaktır.
Tek adam rejimlerinde muhalif sese tahammül edilemez.
Bu nasıl temin edilir?
Ekonomik ve yargısal baskıyla olur.
Ekonomik baskı da vergi denetimi ve reklam verdirmeme şeklinde olur.
Elbette devlet vergi denetimi yapacaktır, bu devletin hem hakkı ve hem de görevidir. Tabii bu vergi denetim hakkı kullanılırken demokratik ülkelerde olduğu gibi tarafsız olmak gerekir.
Ama vergi denetim kurumu “özerk” değil de siyasal iktidarın emrindeyse zaten tarafsızlığı söz konusu olamaz.
Yönetenler demokrasiyi içselleştirememişlerse, onu sadece belli amaca ulaşmak için bir vasıta olarak kabul ediyorlarsa yöntem tektir.
Psikolojik bir yıldırma harekatıyla, mükellefe, yani hoşlanılmayan medya kuruluşuna, onu taciz edip susturmak için haksız ve hukuksuz, akıl almaz, eşi, örneği görülmemiş miktarlarda vergi cezaları kesilir.
Bu cezaların hepsi mahkemeler tarafından iptal edilse bile netice elde edilmiş, basın kuruluşunun patronu uğradığı psikolojik şiddet nedeniyle baskı altına alınmış olur.
Bu yapılan bir vergi denetimi olmayıp tipik ekonomik ve psikolojik şiddet uygulamaktır.
REKLAM VE YARGI YOLU
Ekonomik baskının bir diğer şekli de kendince muhalif diye düşünülen, yazılı ve görsel basın kuruluşuna reklam veren şirketleri, reklam vermemeleri konusunda “nazik!” bir şekilde uyararak, reklamı kestirmektir.
Bir diğer baskı yöntemi de tek adamın siyasal gücünü kullanarak yargı yolunu kullanmasıdır.
Gazetecinin veya yayın kuruluşunun yazdığı her eleştiri yazısından ya da yaptığı her eleştirel programdan sonra, savcılığa suç duyurusunda bulunulur; tazminat davaları açılır.
Elbette meşru yol ve vasıtalarla mahkemeler önünde davacı ve davalı olmak bir haktır.
Ancak herkes bu hakkını kullanırken dürüstlük kuralına uymak zorundadır, bu dürüstlük kuralına uymayanı hukuk korumaz, korumaması da gerekir.
Bu, çağdaş hukukun genel geçer bir kuralıdır.
Tek adam, hoşlanmadığı gazetecinin her yazısından sonra kendisini ilgilendirmese bile adalet sistemini kullanarak ve özellikle de sıfatı nedeniyle de masum kişileri sonu gelmeyen davalarla uğraşmak zorunda bırakarak psikolojik şiddet uygular.
Basın özgürlüğü böylece ortadan kalkmaya başlar.
Aslında bu durumun, yani psikolojik şiddetin mağduru, sadece gazeteci değildir. Bu gazeteciyi davalara muhatap olma kâbusuna düşürerek susturmaya çalışan kişi, aynı zamanda halkın haber alma, doğru bilgilenme hakkını da elinden alarak, halkı da mağdur etmektedir.
Görevini yapan gazeteciyi, sonu gelmeyen davalarla muhatap kılmak, bu kişiye karşı bir psikolojik şiddet uygulamaktır.
KENDİLERİNİ REFORMİST SANIRLAR
Bu gazetecileri ya da medya patronlarını sonu gelmeyecek davalara muhatap olma kabusu içine sokanlar, umumiyetle “siyasal reformist” sanrıları olanlardır.
Bütün tek adamcılık oynayan siyasetçi tipleri, kendilerini siyasal reformist zannederler. Bunların ortak özelliği, kendilerini büyük siyasi reformlar yapan ve böylece içinde yaşadığı topluma tek başına şekil ve yön verebile- cek kişi olarak görmeleridir.
Eleştiriye, hatta çok basit bir eleştiriye dahi tahammülleri yoktur. Bunlar zaten sayıları iyice azalmış birkaç namuslu, kalemini satmayan gazeteciye de tahammül edemezler; bunlar aleyhine sürekli yasal yollara başvur-ma eğilimindedirler.
Bunların ağzından hiçbir zaman “Basın özgürlüğünden doğan sakıncaların giderilme aracı, yine basın özgürlüğüdür” cümlesini duyamazsınız.
Bunlar aslında toplum için de sorun oluştururlar.
Bunlar, bir kısım gazetecileri de mensubu oldukları siyasi partilere veya egemen oldukları ekonomik gruplara bağımlı hale getirerek, kendilerinin sadık emir kulları haline getirirler.
Tek adam bu baskıları uygularken, “Birlikten kuvvet doğar” ilkesini unutmuş görünen medya kuruluşları arasında dayanışma olmayacağını da bildiği için, çok da fütursuz davranır.