Teknik direktör yemekte piranhalar gibiyiz!
2014-2015 Lig maçları sona eriyor. Bitişe az bir zaman kaldı. Şampiyonluk yolunda müthiş bir yarış var. Sanırım; böylesine bir yarış Türkiye’de ilk defa oluyor. Bir hafta biri öne geçerken diğer hafta diğeri öne geçiyor. Kim şampiyon olacak? Yıllar yılı futbolun içinde olduğum halde bu konuda bir mantık yürütemiyorum. Çünkü futbol, mantıksal bir oyun değil. Okuyucularım anımsarlar daha önce de söz etmiştim “İstanbul Dukalığının artık temelleri sarsılıyor, Anadolu çocukları da İstanbul kardinallerinden farksız, artık büyük takım, küçük takım kalmadı şansları %50 %50” diye fikirlerimi köşemde paylaşmıştım. Bu konuya değinilmemesinin eksikliğini hissetmiştim çünkü. Futbol yorumcuları ise bu konuyu kulak arkasına attılar. Ama realitenin topuzu herkesin başına indi. “Ben dememiş miydim” cümlesini pek sevmem ama benim düşüncelerim yerini buldu. Nasıl bulmasın ki ligden düşmekte olan Balıkesir takımının karşısında koskoca tarihi Fenerbahçe, üç puanı zar zor kurtarıyor. Bu maç, sıradan bir lig maçı olsa problem değil. Şampiyonluk için yarışan bir takım Fenerbahçe. Belki de Fenerbahçe aldığı bu sonuçla şampiyonluğu kaybedecek. Beşiktaş ve Galatasaray için de aynı şey söz konusu. Hiçbir zaman kazanılan ve kaybedilen maçların nedenini, nasılını düşünmediğimiz için çoğu zaman kendimize ters düşer, değer yargılarımızda yanılırız. Bütün bunlara karşın yine de İstanbul’un üç büyüklerinden biri şampiyon olacak. Sanki bu Allahın emri. Yıllardır olan bir olay. Bizim insanımız, her şeyde olduğu gibi futbolda da şartlanmışlıktan bir türlü kurtulamıyor. Takımı şampiyon olan teknik direktör başarılıdır. Averajla bile ikinci duruma gelen teknik direktör başarılı değildir gibi bir hüküm çıkıyor ortaya ve hemen “Başka teknik direktör aranmalı” fikri çıkıyor ortaya.
İşte Fenerbahçe’nin teknik direktörü İsmail Kartal’ın durumu, çok yakındaki bir örnektir. Kazansa da kaybetse de taraftar pek sevmiyor onu. Ligin ikinci yarısından beri gitsin türküsünü söylüyorlar. Haydi gitsin diyelim. Şöyle bir etrafınıza bakın hangi teknik direktör gelecek ve hangisi bir diğerinden iyidir? Hepsinin futbol yapıları donanımları birbirine benzer. Pek farklı değildir. Takım maç kazanıyor, “Kazandı ama iyi oynamadı” deniyor. Takım maçı, iki farkla kazanıyor, “Kazandı ama çok gol kaçırdı” deniyor. Kartal’ın bakışları ve tavırlarından bir türlü hoşlanmadılar. Şimdi Fenerbahçe kritik durumda. Morale ihtiyaçları var şu anda ama öyle mi oluyor? Günlük gazetelerin birinde Fenerbahçeli olduğunu düşündüğümüz yazarlarımız yarım sayfa resimleri ile birlikte gündeme getiriyor ve kötü yorum yapıyor. Bu ne insanlıktır ne de futboldan anlamaktır.
Ülkemizde iyi teknik direktör yok, o halde hepsine dünya futbolunun en değerli teknik adamlarını getirelim! Getirmedik mi? Bırakın Avrupa’yı, Güney Amerika’dan bile takımlarını şampiyon yapan ve gündeme oturan teknik direktörleri getirdik. Ne oldu ki? Üzüntüyle söylemek gerekirse bu dünya çapındaki adamların Türkiye’deki görevleri ortalama 1.5 yıldan fazla olmadı. Ülkenin dövizlerini yurt dışına akıttıktan sonra adamları dışladılar. Dışladıkları bir yana adamların isimlerinin önüne birtakım uygun olmayan sıfatlar da eklediler. Sarhoş, barmen, inek, kaz çobanı, kumarbaz hatta homoseksüel diyenler olduğu gibi teknik direktörlerin üzerine yürüyenler bile oldu. Ülkelerine dönerken bir buket çiçekle bile uğurlamadık. Böyleyiz işte.
Özetle biz tam anlamıyla teknik direktör özürlüyüz. Kafamıza göre; bizim ülkede teknik direktörlük yapacak adam bulamazsınız. Dünyada her şey, takip edilemeyecek tarzda sürekli değişiyor ama bizim kafalarımız bir türlü değişmiyor. Türkiye bir açıdan, teknik direktör mezarlığına dönüşmüştür. Piranhalar gibi parçalıyoruz onları. Böyle olduğumuz için de her şeyde bir türlü kalkınmış değil de kalkınmakta olan ülke olarak düşünülüyoruz. Afrika ülkelerinden farkımız ne ki?
TAKIMI BAŞKAN DEĞİL, TEKNİK DİREKTÖR YAPAR
Dünyada önemli değişiklikler oluyor. Daha birinin nedenini öğrenmeden, yeni bir yenilik patlıyor. Takip etmek ve ayak uydurmak çok zor. Özellikle de bizim ülkede. Bu değişikliklerden futbolu da soyutlayamayız. Onda da büyük değişiklik oldu. İçine siyaset, terör, ideoloji, din, moda, şike, teşvik primi gibi bir sürü değişik konular girdi. Bunlarla beraber birtakım görüşler de değişti. Bizim zamanımızda kulüp başkanları, tribüne oturur çayını kahvesini içer, keyifle maçları izlerdi. Bazı istisnai olanların dışında genellikle teknik işlere karışmazlardı. Şimdi öyle mi? Artık başkanlar neredeyse teknik direktör yerine geçiyor. Taktik bile veriyorlar. Bu istisnai durum ile ilgili bir anım var. Onu tekrar anlatmadan geçemeyeceğim.
İzmir’de Maarif Mükafatı maçını oynamak üzere gidiyor ve İzmir Palas’a yerleşiyoruz. Ben de takımın kaptanıyım. Bilmem o zamanki takım kaptanlığının nasıl olduğunu bilir misiniz? Sadece pazubandı takmakla takım kaptanlığı yapılamıyordu o dönemlerde. Maç esnasında takımın her türlü durumundan mesul olurdu takım kaptanı. Ayrıca biraz İngilizcem olduğu için teknik direktör ile kulüp arasındaki dil ile ilgili bağlantıyı ben kuruyordum.
Altay ile oynayacağımız maçın hemen öncesinde teknik direktör ile birlikte otururken, kapı açılıp, içeriye kulüp başkanımız Osman Kavrakoğlu geldi. Elinde bir kağıt vardı. Bana, bu kağıdı teknik direktöre vermemi söyledi. Ben de verdim. Verdim ama o anda teknik direktörün yüzü kıpkırmızı oldu. Çünkü kulüp başkanının verdiği kağıtta o günkü maçın kadrosuna koyması için bir oyuncunun ismi vardı. Teknik direktör, “Yapamam” diyerek başkanın isteğini reddetti.
Daha sonra bana, “Başkanın teklifini kabul etseydim. Çok sevdiğim İstanbul’da belki biraz daha kalabilirdim ama ben bir İskoç’um, işime müdahale ettirmem” demişti. Kıssadan hisse!
İLGİNÇ BİR OLAY
Bizim kronik Fenerbahçe taraftarı ve rozet koleksiyoncusu Acar Yıldız Antalya’daki Çakırlar köyündeki bacanağının evine misafir gider. Aynı köyde ailece görüştükleri Yaşar Hoca diye birisi vardır. Yaşar Hoca ile ailece sık sık görüşürler. Hoca, koyu Galatasaraylı. Sohbetlerde birbirlerini kızdırmaya başlıyorlar. Galatasaray Fenerbahçe tartışmasında genellikle Acar ile başa çıkmak çok zordur. Bir tartışmada Yaşar Hoca; “Sen bana Galatasaraylıyım diye kızıyorsun ama sana göstereceğim bu kağıt ile benim nasıl bir Galatasaraylı olduğumu gör” diyor ve cebinden 60’lı yılların Fenerbahçe’sini anlatan bir Fenerbahçe şiirini çıkartıp gösteriyor. Bunun üzerine Acar çok şaşırıyor ve kıpkırmızı oluyor.
Fanatik bir Galatasaraylı din hocasının, yıllarca Fenerbahçe şiirini saklaması ilginç geldi bana onun için de bu konuyu köşemde yazmaya karar verdim. Şiir şöyleydi:
- Kanaryalar uçtular, sahalarda coştular
- İnce, zarif paslarla altın goller attılar
- Şükrü, Levent, Ercan’dan, bir gol de Yaşar’dan
- Nedim, Selim gol atıyor, Hülya Bayram yapıyor
- Şampiyon Fenerbahçe gönüllerde yatıyor
- Tatlıdır çalımları, Molnar’dır hocaları
- Şampiyon Fenerbahçe topladı kupaları