Temel dayanak Suriye’nin toprak bütünlüğü
Son günlerde Suriye sınırımızda yoğun bir askeri hazırlık yapılmakta. Kuzey Suriye’deki IŞİD ve PYD’nin oluşturduğu tehditlere karşı, hangi önlemlerin alınması gerektiği, hükümet çevrelerinde ve kamuoyunda tartışılmakta.
Uluslararası hukuka dayanılarak alınan Birleşmiş Milletler kararlarında “Bir devletin ya da ülkenin ulusal birliği ve toprak bütünlüğünün kısmen ya da tamamen bozulmasının ya da onun siyasal bağımsızlığına yönelik herhangi bir girişimin antlaşmanın amaçları ve ilkeleri ile bağdaşmaz olduğuna” özenle ve önemle vurgu yapılmaktadır.
Uluslararası bağlamda Suriye ve Irak konusunda Türkiye’nin elindeki en inandırıcı gerekçe, yukarıdaki Birleşmiş Milletler kararına uyulması istemi ve kararlılığı olmalıdır. Ancak Erdoğan, Davutoğlu ve AKP ne yazık ki Suriye konusunda Birleşmiş Milletlerin kararlarına uymayarak, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına karşı bir politika izlemektedir. Türkiye tarafından hiçbir haklı gerekçesi olmaksızın Esad yönetiminin düşürülmesi amacıyla, Esad’a karşı olan ve aralarında terör örgütlerinin de bulunduğu gruplara lojistik, silahsal, parasal destek verilmektedir. Bu amaçla da ABD ile Esad’a karşı olanların eğitimi ve silahlandırılması amacıyla “Eğit-Donat” projesi uygulamaya konulmuştur.
AKP BU YANLIŞTAN İVEDİ OLARAK VAZGEÇMELİDİR
Her siyasi parti ve yöneticileri hata yapabilir. Önemli olan bu yanlıştan, ülkeye daha büyük zarar verilmesine yol açmadan, bir an önce dönülmesidir. Yanlışın görülmesi ve giderilmesi, siyasi bir zorunluluk ve hatta erdemdir.
Zamanın dışişleri bakanı Davutoğlu ve başbakanı Erdoğan, hiçbir haklı ve inandırıcı neden olmaksızın ve hatta son derece iyi ilişkiler içerisinde oldukları Esad yönetimine karşı akılalmaz bir politika izlemeye başlamıştır. ABD ve ABD’de büyük etkinliği olan İsrail’in Esad yönetiminin düşürülmesini istedikleri öteden beri bilinmektedir. Bu amaçla AKP yönetimi de devreye sokulmuş buna gerekçe olarak da, Esad’ın halkına karşı baskı ve zulüm uyguladığı, demokrasiye geçmediği gösterilmiştir.
Öncelikle Suriye’nin “toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına yönelik herhangi bir girişimde” bulunulması, Birleşmiş Milletler kararlarını çiğnemek anlamına gelmektedir. Erdoğan ve Davutoğlu bu yanlış politikayı 2011’den bu yana ısrarla sürdürmektedir. “Arap Baharı” adıyla ABD tarafından başlatılan ve sözde demokrasi yanlısı ayaklanmaların, Libya, Mısır ve Suriye’de hangi kanlı ve acı sonuçları beraberinde getirdiğini görmekteyiz. Bu ülkelerle son derece dostane ve iyi siyasi, ticari ve ekonomik ilişkileri olan Türkiye, adeta düşman ülke gibi görülmeye başlanmış ve siyasi bağlarını koparmıştır.
“Arap Baharı” ABD ve AB ülkelerinde, yönetimler, medya ve kamuoyunda genellikle “demokrasiye” geçiş olarak değerlendirilmiş ve destek görmüştür. Ancak ortaçağ anlayışı ve baskılarıyla yönetilen Suudi Arabistan ve Arap Emirlikleriyle ilişkiler çok yönlü olarak büyük bir uyum içinde kesintisiz sürmekte. Çünkü bu ülkelerin petrole dayalı yüzlerce milyarı ve serveti ABD’ye ve batı Avrupa Birliği ülkelerine akmaktadır. Özellikle ABD’nin hegemonyacı politikasının demokrasi ile zerre kadar ilgisi yoktur; ana amaç bu ülkeler üzerindeki ABD güdümlü, baskıcı, yaptırımcı politikaların işlerlik kazanmasıdır.
SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ SAVUNULMALI!
IŞİD, PYD ve diğer terör örgütlerinin Türkiye için önemli bir risk ve tehdit oluşturdukları açıkça görülmektedir. İki milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye kaçmak zorunda kalması, Türkmenlerin yüzyıllardır yaşadıkları Irak ve Suriye’deki topraklarından zorunlu göçle kovulmaları ve Irak-Suriye sınırımızda güvenliğin kalmamış olması, tabii ki Türkiye’nin kabul edebileceği bir durum değildir.
Ancak bu haklılığına karşın, Türkiye’nin bu durumu önlemek için Suriye’ye askeri harekatta bulunmasının, uluslararası hukuk bakımından hiç bir dayanağı yoktur. Böyle bir durumda Türkiye, çok yönlü eleştiri ve baskılarla karşı karşıya kalacaktır.
Bu nedenle Türkiye öncelikle Rusya ve İran’la, Suriye’nin toprak bütünlüğünün kesinlikle korunacağı konusunda anlaşmalı ve Suriye yönetimine de bu güvence verilmelidir. Tabii ki Türkiye artık Esad yönetimine karşı olan gruplara her türlü desteğini hemen kesmeli, terör örgütü mensuplarının Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmeleri kararlılıkla engellenmelidir. ABD ile başlatılan “Eğit-Donat” projesinden derhal vazgeçilmelidir. Buna paralel olarak da ABD ve AB ülkelerinin Birleşmiş Milletler kararlarına uyarak, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına, siyasi anlamda destek olmaları istenmelidir. Aksi halde Türkiye’nin Kuzey Suriye’de oluşan tehdit ve risk konusunda tavırsız kalamayacağı, bu ülkelere açıkça anlatılmalıdır.
Atatürk’ün “Vatanın müdafaası mecburiyeti olmadıkça savaş bir cinayettir” sözü son derece anlamlı bir tespittir ve asla unutulmamalıdır!