23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Temsil

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Amerikalı sinema oyuncusu Tom Hanks, günümüzde artık “insanların heteroseksüel bir erkeğin eşcinsel bir erkeği oynamasındaki yapaylığı kabul edeceğini sanmıyorum” diye konuşmuş. Hanks bir heteroseksüel olduğu halde 1990’larda oynadığı Philadelphia filminde eşcinsel bir karakteri canlandırmış olmasının o günün şartları ile ilgili olduğunu, günümüzün anlayışı içinde bu tür bir rolün kendisine verilmemesinin haklı bir durum olabileceğini söylemiş.

Amerikan kamuoyunda bazı oyuncuların heteroseksüel oldukları gerekçesiyle eşcinsel rollerini kabul etmedikleri, kabul edenlerin ise etik olarak doğru bir şey yapıp yapmadıklarının tartışıldığı görülüyor. Hanks’in açıklamasındaki “yapaylık” sözcüğü dikkat çekici. Çünkü o bunu bir sorun olarak sunsa da, özünde sahne sanatlarının merkezi kavramı temsil, yani yapaylıktır. Bir oyuncunun niteliği, canlandırdığı karakterin aslı olmasıyla yani kendisini oynamasıyla değil, temsil etmesiyle yani rolünü temsil ettiği karakterin aslına olabildiğince yaklaştırabilmesiyle ilişkilidir. İşin özünde bu olduğu için bizde eskiden tiyatro oyunları için temsil sözcüğü kullanılırdı.

Temsil Arapça mesl kökünden geliyor ve benzer olana, benzeştirme eylemine işaret ediyor. Batılılar representation diyorlar. Bir şeyin aslını taklit ederek yeniden sunma anlamına geliyor. Temsil aslı olan bir şeyin taklidine yani bir çeşit yapaylığa gönderme yapar. Ama sahtecilik olsun diye değil, başka türlüsü mümkün olmadığından. Temsile dayanan nesneler ve ilişkiler hayatımızın en önemli parçalarıdır. Bir fotoğraf karesi de temsildir, evrak fotokopisi de, tablo da… Toplumsal ilişkiler düzeyinde bakıldığında avukatın müvekkili karşısında yaptığı iş ya da politikacının seçmeni karşısında üstlendiği rol temsildir. Temsil olmazsa hayatı örgütlemek imkânsız hale gelir.

Batılı toplumlarda giderek hegemonik hale gelen cinsiyetsizleşme kültürü, bütün toplumu yeni cinsel ön kabuller temelinde yeniden örgütleme iddiasında. Kadınlık ve erkeklik uzuvları ile doğmanın doğal bir cinsiyete sahip olduğumuz anlamına gelmediğini savunan eşcinsellik teorisyenleri, insan türünün bu biyolojik özelliğini ortadan kaldıramadıkları için bedenleri birer “bela” ilan ettiler. Ancak insan bedenini baş belası ilan edince, toplumsal örgütlenmenin doğal cinsiyetler temelinde işleyen bütün alanları da belaya dönüşüyor. Sanatın temsile dayalı ruhunu bile sorunsallaştırmak ve eşcinsel oyuncular dururken heteroseksüel bir sanatçının böyle bir rolü oynamasının etik olup olmadığını tartışmak bunun sonucu. Olay, eşcinsellere karşı duyarlı olacağız derken sanatın temsile dayandığı gerçeğinin inkârına varıyor. Sanat belalaşıyor, hayatın örgütlenmesi sabotaja uğruyor.

Osmanlı zamanında kadının kamusal yaşamın gerisine itilmiş olmasından dolayı tiyatro sahnesinde kadın rollerini zenne denilen erkek oyuncular temsil ederdi. Bu temsilin içerdiği yapaylığın ötesinde, nesnel dışlama ile ilgiliydi. Mesele bazı alanların kadınlara kapatılmış olmasıyla yani toplumsal haklar ile ilgiliydi. Kadınlar girmelerine izin verilmeyen alanlarda başkaları tarafından ve başkalarının görme biçimleri ile temsil edilmekteydiler. Bu tür sorunlar günümüzde de tartışılıyor. Medya araştırmalarının genişlediği İkinci Dünya Savaşı sonrasında kitle iletişim araçlarında hangi toplumsal kesimin nasıl temsil edildiği sorunu, sosyolojik tartışmaların önemli gündemlerinden biri olageldi. Eşcinsellerin temsili meselesi de bu bağlamda anlamlı bir konu. Ancak bütün toplumsal şartlardan soyutlanarak “nasıl temsil edilecek” ile “kim temsil edecek” sorularının aynılaştırılması, özünde sanatın bayağılaştırılmasına kadar giden bir indirgemeciliğe kapı aralama tehlikesi taşıyor. Bu bakış açısıyla bedensel engelli birini engelsiz bir sanatçının canlandırması bile sorunsallaştırılabilir. Çünkü engelliler vardır ve hiç kimse onlar adına iktidar diliyle konuşamaz!

Aslında meselenin nasıl bir çıkmaza sokulduğunu gösteren en iyi örneklerden biri, ilginç bir biçimde, bir heteroseksüel olarak Tom Hanks’in eşcinsel karakteri canlandırdığı film üzerinden tartışılabilir. Philadelphia adlı film, 1980’lerde AIDS ile eşcinselliğin özdeşleştirilmesi önyargısının kırılmasına dolayısıyla eşcinsellerin kamuoyu gözünde aklanmasına hizmet eden bir film olmuştu. Bir başka deyişle bu filmde eşcinsellerin temsili nesnel gerçeğe yaklaştırılmış, hatta Hanks’a Oscar ödülü getirmişti. Buna rağmen Hanks’in kendisine günümüz şartlarında böyle bir rolün verilmemesinin haklı görülebileceğini düşünecek hale getirilmesi, Batı’da cinsiyetsizleştirme hegemonyasının ne denli etkili olduğunu göstermenin yanı sıra cinsel kimlik siyaseti dilinin kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan totaliter karakterini de dışa vuruyor.