TEOG zulmü neden yaşandı!..
“Bir ülkeyi ele geçirmek ve kültürünü değiştirmek istiyorsanız, eğitim sistemiyle oynayın” demişler ya, tam da günümüz Türkiyesi anlatılıyor olmalı bu saptamada...
Son 15 yıldaki sarsıcı eğitim-öğretim uygulamalarının hangi sonuçlarını sıralayalım acaba?..
Bitmeyen vahim karmaşalar, altüst edilmiş müfredat çöküşleri, altyapı eksiklikleri, okul ve öğretmen yetersizliği, oldum olası donanımsızlık, ürkütücü belirsizlik ve vizyonsuzluk da değil ortadaki meseleler...
Türkiye; eğitim konusunda, anayasa gibi hiç değişmemesi gereken, sağlam temellere oturtulacak bir devlet politikası yaratamadığı için büyük sıkıntılar yaşıyor aslında...
Ne yazık ki; eğitimde de, ilerleten gelişimlerle değil, gerileten değişimlerle sarsılıyor bu ülke...
Özetle; yazboz tahtasına dönüşen, başı-sonu, hedefleri ve amacı bir türlü şekillendirilemeyen, deneyimli eğitimcilerin bile içinden çıkamadığı bir enkazlar yığınından başka bir şey değil Türk eğitim sistemi...
O halde, günü kurtarma politikasızlıklarına teslim edilerek, içinden çıkılamaz ve ileri götüremez hale getirilen bir sistemin sonucunu görmek istiyorsanız, yalnızca diplomalı değil, aynı zamanda okullarından adeta cahil halde mezun edilen yüzbinlerce üniversiteli işsizin haline bakmak yeterli olmalı?..
Yani ülkemiz; Çin ve Japonya’nın yaptığı gibi, eğitim sistemini gelecek kaygısıyla değil, siyaset kaygısıyla şekillendirmeye çalıştığı için bir türlü iflah olamıyor, belini doğrultamıyor ve ne yaparsa yapsın ileri de gidemiyor...
Söyler misiniz o halde; her siyasi kuruluşun kendi kafasına göre defalarca değiştirdiği bir sistem eğitim mi getirir kalkınmak isteyen bir ülkeye, yoksa ilelebet eğitimsizlik mi?..
YENİ TEHDİT YOLDA MI?..
Dikkat çekmeye çalıştığımız konular tarikatların eğitim sistemine ezelden bu yana süren kapkara müdahalesi, dershane ya da sınav oyunlarıyla aslında öğrenci değil, mürit devşirme operasyonları ya da son dönemde müfredattan Atatürk, cumhuriyet ve laikliğin çıkartılması da değil yalnızca...
Çocukları yıllardır ortaokulun neredeyse ilk sınıfından itibaren bir yarış atı gibi yoran, miniklerin psikolojisini bozan, ailelerde zerre kadar huzur bırakmayan, başlı başına bir keşmekeş içinde, amansız bir yarışa dönüştürülen “TEOG” adlı rezalete ve zulme ne demeli acaba?..
Söyler misiniz; ülkenin tüm liselerinin tabelalarına bir gecede “Anadolu” yazarak, eğitim sistemi Avrupa’nın, ABD’nin ya da Japonya’nın seviyesine mi getirilmiş oldu?..
Peki, tabelasından başka değişim görmeyen bu okullara girmek için başlatılan takiye “yarış”ı, TEOG rezaletinin aslında bir kandırmaca ve umutsuzluk olduğunu gizleyebildi mi?..
En önemlisi ise, tam da yönetmelik değişimleri ve promosyonlara rağmen imam hatiplerin halen boş olmasının medyaya yansıdığı bir dönemde, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “TEOG kaldırılmalı” şeklindeki açıklaması, aslında hangi amaca hizmet ediyor acaba?..
Erdoğan’ın, “Milli Eğitim’in kontrolünde liseler kendi sınavlarını yapacak” şeklindeki açıklaması TEOG’dan daha sorunlu bir sistemin habercisi midir?..
Nasıl yapacakmış liseler kendi sınavlarını, kriter ne olacakmış, neye dayarak yapılacakmış, çocuklar liseler arasında sınavdan sınava mı koşturacakmış?..
Ya da, şimdiden bile çok düşündüren benzeri sorular, imam hatiplere yarayacak yeni bir dayatmanın habercisi olamaz mı ki?..
Velhasıl gelecek yıldan itibaren, her konuda ve her zaman olduğu gibi Türkiye, eğitim konusunda da, “gelen gideni aratır” pozisyonuna düşürülürse kimse sakın ola şaşırmasın!..
Çocukları AKP’nin yeni eğitim zulümlerinden kim koruyacak acaba?..
URFA’NIN “HARAPTAR”I!..
“Urfa’da devlet yok mu, belediye yok mu, kültür müdürü yok mu, kültür ve tabiat varlıklarını koruyan bir kurul ya da kurum yok mu?.. Urfa’da sanata ve tarihe ilgili bir devlet görevlisi yok mu?.. Urfa niçin kendi tarihine karşı bu kadar hoyrat davranıyor, bir kültür kenti neden geçmişinin yıkılmasına ısrarla göz yumuyor?..”
Yukarıdaki sorular bir Güneydoğu gezisinde Urfa’ya da uğrayan İstanbullu bir sanat tarihçisinin isyan dolu mektubundan alındı?..
Adı bizde saklı olan sanat tarihçisi okur, nedense hep kapalı (!) tutulan Göbeklitepe’ye gitmek isterken, Urfa’nın Germuş köyünden de geçmiş arkadaşlarıyla...
Amaçları, başrolünde Şener Şen’in oynadığı ünlü “Züğürt Ağa” filminin çekildiği mekanları da görmekmiş...
Okurumuz ve bazı arkadaşları sanat ve tarihle ilgili oldukları için Germuş köyünün hemen arkasında, oldukça görkemli bir yapı dikkatlerini çekmiş. Olayın bundan sonrası mektupta şöyle anlatılıyor;
“Keşke görmeseydik o koca yapıyı. Burası bir kilise, dıştan bakıldığında çevresi oyulmuş ancak ayakta duran heybetli bir yapı... Peki, ya içi?. Asıl rezalet burada başlıyor işte. Çünkü kilisenin içi yağmalanmakla, yıkılmakla kalmamış, define avcıları tarafından adata köstebek yuvası haline de getirilmiş... Muhteşem yapıyla tezat içeren, paslı bir demir kapı ardına kadar açık... Ve belli ki, Türkiye’deki kiliseler içinde mimarisiyle ilk ona girebilecek o muhteşem yapıdan eser kalmayacak!..”
Okur işte bunları anlatırken çok vahim çelişkilere de dikkat çekiyor?.. Diyor ki; “Devletin, kent merkezinde 3 tane müze yaptığı Urfa’da, Göbeklitepe’yi dünyaya tanıtmak için çırpınanlar varken, o muhteşem ibadet merkezine yakın köydeki bir kilise yalnızca kaderine terk edilmemiş, aynı zamanda yağmalanması için zemin de hazırlanmış!!!”
Şimdi Urfa bürokrasisine ve en çok da “kültür müdürü” olacak zata sormak lazım; O güzelim şehrin tarihi varlıkları hırsızlarla definecilerin ellerinde yok olup giderse, Urfa’dan geriye çiğköfte ve türküden başka ne kalır acaba?..
Peki; “Züğürt Ağa” filminde, adı “Haraptar” olarak geçen köyde, harap halde, yağmaya terk edilen bir tarihi varlığın öyküsü Züğürt Ağa’dan daha trajik değil mi sizce?..
Urfa’da ilgilenen yoksa, Kültür Bakanı Aydınlık okuyor mu acaba?..