27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Teröristan: Sebep mi sonuç mu?

Bessam Abu Abdullah

Bessam Abu Abdullah

Gazete Yazarı

A+ A-

Başta Türkiye olmak üzere Suriye’ye komşu ülkeler ile dünyanın en çok takip edilen gazete ve yazarlarının Suriye konulu makale ve haberleri ile resmi ajanslarında Suriye topraklarını işgal etmiş olan mahalli ve yabancı terör örgütleri iki sınıfa ayrılmaktadır. BM ölçü alındığında, resmiyeti ve meşruiyeti kabul edilmiş hükümet idaresinde olan yetkililer de Suriye söz konusu olduğunda aynı minvalde bir mantık sergilemektedir; Bana karşı olan düşman terörist, benimle birlikte savaşan, bana hizmet eden ise müttefik-dost “terörist”. 1998’de Türkiye ve Suriye arasında imzalanan Güvenlik Mutabakatı senin ve benim teröristim (PKK, Sol Örgütler-Müslüman Kardeşler Örgütü ve Radikal Dinci Örgütler) yerine, senin ve benim milli güvenliğimizi korumayı esas almıştır. Toprak bütünlüğümüzü, bölgenin istikrarını hedef alan ve yabancı devletlerin projelerinde memur olan lejyonerlere karşı iki resmi ve meşru devlet olarak birlikte mücadele etmenin çimentosu ve bildirgesi olmuştur.

TERÖR ÖRGÜTLERİ FELÇ OLDU

Bu temelde iki ülke arasında başlayan siyasi ve güvenlik çalışmaları sonucunda yukarıda zikredilen örgütler felç oldular, iflahları kesildi. Bu bildirge sayesinde her iki ülke 1999-2011 arasında göreceli bir huzur ve istikrar dönemi yaşadı. Sınır bölgelerimiz terör ve tehdit unsur olmaktan çıkarak, ticaret, seyahat, eğitim, ortak arkeolojik çalışmalar ve yatırım bölgesine dönüştü. Bu gelişmeler dostları sevindirdi, düşmanları tedirgin etti. Irak ve İran, Ankara ve Şam ile benzer mutabakatlar imzaladı. Türkiye, Şam ile Ağustos 2009’da Türkiye-Suriye Askeri Sınır Tatbikatının ortaya koyduğu caydırıcılık sayesinde Kuzey Irak Kürt Bölgesi, hasım olmak yerine Bağdat, Ankara ve Şam ile ilişkileri geliştirmeyi seçti. Batılın hükmü kalmadı. Teröristan zail oldu. Ancak utanmadan medeniyet, güvenlik ve demokrasi ile tanımlanan tarihin en kanlı ve en karanlık örgütü NATO ve efendisi tekelci kapitalizm ve Siyonizm cephesinin Büyük Orta Doğu veya Büyük İsrail Projesinde seve seve gönüllü veya zoraki görev alanlar sayesinde Irak ve Suriye’ye Teröristan temeli atıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye, hangi bahaneyle ve sebeple olursa olsun güney sınırları boyunca bir 'teröristan' kurulmasına kesinlikle izin vermeyecektir." dedi. Sayın Erdoğan’ın söyleminin bir benzerini Ürdün hükümetinden de duyduk. Amman da Suriye’nin güneyinde halen varlık sürdüren terör örgütlerinin Ürdün’ün milli güvenliğine tehdit ettiğini iddia ederek birçok bölgeyi füzelerle vurdu. Vurulan bölgelerde aralarında kadın ve çocukların olduğu sivil ve maddi kayıplar hasıl oldu.
Ancak her iki hükümetin cevaplaması gereken en önemli soru şudur: Teröristan neden midir yoksa bir sonuç mudur? Yaşadığımız sorunun özü sonuçlarda mı yoksa nedenlerde mi aranmalı? Don Kişot misali, nedenlerine inmeden ve onu doğuran sebepleri telafi etmeden sonuçlarla savaşmayı mı sürdüreceğiz?

HAMAD BİN JASSİM

Suriye'ye ve halkına yönelik faşist saldırganlığın ilk yıllarından itibaren güney sınırındaki (Ürdün-Filistin-İsrail) operasyonları, terör örgütlerine lojistik desteği, silah-para sevkiyatını, uyuşturucu kaçakçılığını yöneten merkez “MOK Odası” Ürdün’ün başkenti Amman’daydı. Benzer merkezlerin Kuzey Irak, Suudi Hanedanlığı ve Türkiye’de faaliyet yürüttüğünü iddia eden kişi bu çalışmaların içinde yer almış ve bu merkezlerin en önemli finans ve silah tedarikçisi Katar’ın eski Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Hamad Bin Jassim’dir. Katar hanedanlığı üyesidir. Kuveyt Al-Qabas gazetesi ve televizyonuna verdiği mülakatta bu operasyon odalarının faaliyetleri ve gizli operasyonlarını ifşa etti. Suriye'nin Arap ülkeleriyle normal ilişkilerine dönme konusundaki kararlılığı, Türkiye dahil komşu devletlerle normal münasebetler kurma arzusunda olması, ortaya çıkan tabloda bu ülkelerin sorumluluğunu görmezden geleceği anlamına gelmez. Hamad bin Jassim'e göre Batılı istihbarat teşkilatları inisiyatifinde hazırlanacak operasyonların organize edilmesi, savaşacak teröristlerin nakli, teçhizatı, Suriye içinde görev dağılımı, sonuçta Suriye devletinin felç edilmesi veya tamamen yıkılması ve ABD-İsrail çıkarlarına uygun olarak bölgenin tanzim edilmesi için sadece Katar’ın harcadığı para 137 milyar dolar.

ŞAM İLE DOĞRUDAN İLİŞKİ KURMADAN OLMAZ

Dolayısıyla çok açık ve net konuşalım: Şam ile doğrudan ilişki kurulmadan, Suriye devletini ve Suriye halkını zayıflatan söylem ve eylemlerden uzak durmadan, kriz döneminde mümkün olmayan bir siyasi çözümü empoze etme cüretini göstererek terörle ve teröristan ile mücadelenin imkânı yoktur. Sayın Erdoğan da Türkiye askeri ve sivil istihbaratı da, basını ve Türk halkı da biliyor ki PKK’nın en son eylemlerinin niteliği ve kapsamına baktığımızda bunu yabancı devletlerden destek almadan yapabilmesi imkânsızdır. Zorlu iklim koşullarında Türk askeri üslerine erişimin üçüncü bir tarafın yardımının gerekli olduğunda tüm uzmanlar hemfikir. Batı istihbarat örgütlerinin taşeronu olan güvenlik şirketlerinin bu operasyonların içinde ye aldığı sır değil. Tüm bu faaliyetler ABD’nin izni ve desteği olmadan gerçekleşemez. Sayın Erdoğan'ın “terör” ve “teröristan” ile ilgili sözlerinin PKK'nın ana destekçileri olan Tel Aviv ve Washington'a karşı bir uyarı niteliğinde olduğunu ve Washington'un Irak'tan Akdeniz'e bir terör koridoru açmaya çalıştığını söylüyorlar. Sayın Erdoğan, "Emperyalistlerin Irak'ta ve Suriye'de 'terörizm' kurma planları masada olduğu sürece hiçbirimiz kendimizi güvende hissetmeyeceğiz ve Türk dış operasyonları da devam edecek. Bölgedeki haritaları değiştirmeye çalışanların planlarını boşa çıkardık. Bize (Türkiye'ye) verilen sözler yerine getirilmedi.” dedi. Türkiye'nin kendi güvenliğine tehdit oluşturan eylemlere yönelik alacağı tedbirlere kimse itiraz edemez. Türkiye'nin çeşitli bahanelerle bu bölücü terör örgütlerine karşı seyirci kalmasını da kimse beklememelidir.
Erdoğan'ın nedenlerden değil, sonuçlardan bahseden sözleri, bizi bir takım kaçınılmaz soruları sormaya sevk ediyor:
1- Türkiye 2011'den bu yana Suriye'deki uluslararası talan ve taksim faşist savaş projesine dahil olmasaydı, binlerce teröristin girişini kolaylaştırmasaydı, Irak'tan Akdeniz'e kadar terör koridoru tehdidinin doğma ihtimali var mıydı?
2- Türkiye'nin müdahil olmasının ardından, Amerikalıların yeni Orta Doğu projesinde kendisi ile mutabakata varılan hususları ihlal ettiğini ve bölgedeki Amerikan politikasının odak noktasının Kürtlere (Kuzey Irak, Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Türkiye, Türkiye) doğru kaydığını keşfetti.
3- Erdoğan'ın ifadesiyle Amerikan-Batı'nın ayrılıkçı terör örgütlerine verdiği desteği kabul edersek, buradaki soru şu: İdlib'de birkaç gün önce Şura Konseyi'ni toplayan, aynı fikirde olmayan herkesi tehdit eden Türkistanlı diğer dinci terör örgütleri ne olacak? El Kaide'nin Suriye kolu El Nusra veya HTŞ, Türk bayrağını yakıp, Suriye devletine karşı sahadaki tüm örgütlerine muhalefet çağrısı yapan terör örgütleri ne olacak? Peki demografik değişimi, Türkiye ders müfredatını, Türk lirasını, Türk eğitim sistemini, idareleri dayatan, Suriye-Türkiye hududunu her türlü kullanan terör örgütleri ne olacak?
Dolayısıyla terörle mücadeleye Suriye ve Türkiye gözleriyle bakmak gerekiyor. Terörü PKKYPG ile IŞİD ile sınırlamak, ‘benim teröristim senin teröristin’ argümanına haklı bir altyapı hazırlar. Türkistanlılar, Kafkasyalılar, Özbekler ve Suriyeliler de dahil olmak üzere İdlib'de, Türkiye sınırı boyunca İslam'ı suiistimal ve istismar eden örgütleri görmezden gelemeliyiz. Bu çeşitli kuruluşlarla mücadeleyi ne kadar geciktirirsek, riski de o kadar artar ve onu kiralama ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere çeşitli ülkelerin yararına yatırım yapma olasılığı da artar.
İdlib vilayetini işgal ve terörize eden örgütlerin İsrail, Fransa, İngiltere ve ABD ile ilişkileri aşikar oldu. İsrail istihbarat örgütünün örtülü operasyonlarında kullanılan sivil toplum kuruluşları İdlib’te okul açtılar. Uygur bölgesi ve diğer orta Asya ülkelerinden gelenler Siyonist Yahudilerin Filistin işgali sürecinde olduğu gibi aileleriyle İdlib’te koloniler ve askeri üsler inşa ettiler. Türkiye sınırındaki bu faaliyetlerin sadece Suriye ile sınırlı kalmayacağını düşünmek için kahin olmaya gerek yok. Fransız, ABD, İngiliz ve İsrail istihbaratının bunlara sağladığı dron teknolojisi ve ağır silahların tüm bölge istikrarını hedef aldığını görmek için basiret sahibi olmak yeterlidir.
2011 sonrası tablonun getirdiği acılar, katliamlar, mezhepçi soykırım girişimleri, tahribatı, talanı, yalanı, dolanı ile ürettiği zifiri karanlık tabloya şahit olduk, tehdit ve tehlikeleri birebir yaşadık ve halen yaşıyoruz. Suriye sahasındaki örgütlerin ideolojik saplantıları, fanatik itikatları, cinayetleri, sabotajları ve eylemleri üzerine odaklanırız. Ancak ihmal edilen en önemli husus, uyuşturucu ticareti, tarihi eser ve silah kaçakçılığı, petrol, doğalgaz ve tarım sahalarının yağmalanması, sanayi kuruluşların talan edilmesi, çocuk ve kadınlar için köle pazarlarının oluşturulması, eğitim kurumlarının tahrip edilmesi, bilim adamlarının öldürülmesi ve milyonlarca genç dimağın (beynin), farklı sahalarda uzman ustaların göçü bu iblisi işgal, talan, taksim ve iğfal projenin en acımasız eseri olduğudur. “Coğrafya kaderdir, Şam ve Anadolu kadim tarihten günümüze kadar bir uygarlık birlikteliği yaşamıştır, birlikte yeşerir ve birlikte kurur, komşuda pişer veya pişirilir bize de düşer” hakikatinden hareketle Şam coğrafyasında yaşanan olumlu-olumsuz her gelişme, Anadolu’ya sirayet edecektir. Aksi de doğrudur. Teröristan ve onu inşa edenlerin ilelebet rafa kaldırılması için meşru ve resmi devlet statüsünü elinde tutan Şam ile Adana Güvenlik Mutabakatının muhtevası genişletilerek ortak bir irade ve güç birliği imkânları için acilen masaya oturmaktır. Bu sağlanmadığı sürece nedenleri ortadan kaldıramaz, bataklıklar kurutulamaz, sonuçlarla uğraşmaya ve yetinmeye devam ederiz.

*Prof. Bassam Abu Abdullah Suriyeli akademisyen, Ankara’da görev yapmış eski diplomat ve araştırmacı yazardır.

Not: Arapçadan Tercüme ve katkı: Mehmet Yuva