25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tiyatro, Doğu ve Batı'yı birleştirirse...

Filiz Gümüş

Filiz Gümüş

Eski Yazar

A+ A-

Ankara Devlet Tiyatrosu’nun “Gün Batımı” adıyla sahnelenen yeni oyununun, prömiyer gösterimi, 17 Ocak’ta gerçekleşti.

Oyunun yazarı ve aynı zamanda yönetmeni olan Ali İhsan Kaleci, zihinlerimizde yan yana düşünmekte zorlanacağımız, Mevlana ve Shakespeare gibi, Doğu ve Batı medeniyetlerinin kültürlerine damgalarını vuran iki simge karakteri, bu oyunla bir arada sunuyordu. Üstelik bunu, hem bildiğimiz-tanıdığımız Mevlana ve Shakespeare kalıplarını, hem de tiyatronun alışageldiğimiz tüm kurallarını zorlayarak, ortaya koyuyordu.

Yaklaşık 30 yıldır Paris’te yaşayan yönetmenin, daha önce de Paris başta olmak üzere, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, kimi ünlü tiyatro salonlarında, yine her iki büyük yazarın eserlerini harmanlayan oyunlar sergilediği, tiyatro dünyasında daha önce de kulaklara çalınmaktaydı.

2015’te ise Kapadokya’da düzenlenen tiyatro festivalinde, Kaleci’nin yanında gelen yabancı oyuncu ve müzisyenlerle birlikte, bir kısım Türk tiyatrocusunun da deneyimlediği “Shakespear’e Sufi Bakış” açısı; böylece Devlet Tiyatroları platformuna taşınmış oldu.


Tiyatro, Doğu ve Batı'yı birleştirirse... - Resim : 1

***

“Oyun nasıldı ?” sorusunun ise bugün hala, sadece izleyicide değil; tiyatro dünyasının kendi içinde de yorumlar arayan ve insanı zorlayan bir soru olduğunu söyleyebiliriz.

Oyundan sonra sıradan seyirci bir yana, işi tiyatro olan seyirciler arasında dahi, ilk anda kafaların gerçekten karıştığını gözlemlemişken; diyebiliriz ki bu oyun, seyirciden daha çok tiyatro camiasında, şimdiye kadar uygulanagelen kural ve kalıpların sınırlarının dışında bir oyun olması ile tartışılacak…

Yalnızca bir seyirci olarak, oyun sonunda biz de karmaşık duygular içindeydik. Sanki Shakespeare ve Mevlana’nın aralarında zamansız ve mekansız bir birlik varmış gibi anlatılmaya çalışılmıştı herşey. Oyundan sonra yönetmen Ali İhsan Kaleci ile tanışma fırsatı bulduk ve bize şöyle bir açıklama yaptı:


Tiyatro, Doğu ve Batı'yı birleştirirse... - Resim : 2

“Bu oyun, Anadolu’ya özgü ‘Sen seni tanı’ felsefesinden yola çıkmıştır. Hem tanık, hem oyuncu olan sanatçı, seyirciyi de bu yola davet etmektedir. Elbette bunu ince bir sanatsal yolla yapmaya çalıştık. O yüzden didaktik olan bütün kalıplardan uzaklaştık. Çünkü sanat, klişelerin ötesinde, hayatı yeniden sorgulayan bir yoldur. Böylece dünyaya ‘beden gözüyle değil, gönül gözüyle’ bakmamızı öğütleyen Tasavvuf’un aynasından, Shakespeare’in ve Mevlana’nın eserlerine ve kahramanlarına yeni bir yaklaşım getirmek istedik. Ve bunu yaparken, özellikle tasavvuf geleneğini biçimsel ve bir tiyatro malzemesi olarak ‘kullanmaktan’ da itina ile kaçındık.”

***

Bir yemeği yedikten sonra sindirmeniz ve vücudunuz için gerekli besinlerin, siz bilincinde bile değilken, artık bedeninize karışması gibi; oyundan sonraki birkaç gün boyunca da gözünüzün önüne gelen sahneler ve kulağınızdaki sözcükler, zihninizde kendilerine bir yer bulmaya başlıyor.

Kısaca, burada Mevlana’nın Mesnevi’sinin içinde; Shakespear’in Hamlet, Macbeth ve Othello eserlerinin, birer öyküymüş gibi sunulmaya çalışıldığını söyleyebiliriz.

Dekorsuz olarak oynanan oyunda, ne baştan sona karşılıklı diyaloglarla tanıyabileceğimiz karakterler, ne birbirinin peşi sıra gelen olaylar örüntüsü ve içinde alışılmış “sonu ne olacak?” sorusunu soran bir kurgu bulunuyor.

Bir gece yolculuğunu tasvir eden anlatıcı, “gece yarısı”; “zifiri karanlık” ve “alacakaranlık” imgelemelerini, “kıskançlık; hırs ve körlük”le birleştiriyor. En trajik sonları Shakespear’in eserlerinde bulmuş olan bu duygular, onun ana karakterlerinin gölgesinde kalmış kadınlar üzerinden, Mevlana’nın Mesnevi’sinin içine taşınıyor.

Hamlet’in, katil olduğunu düşündüğü amcasıyla evlenen annesi, Macbeth’in cinayetine ortak olan “Leydi Macbeth” ve Othello’nun çılgın ihanet şüphesinin kurbanı karısı “Desdemona” …

Sükun Işıtan, Mehtap Öztepe ve Dilek Bozkurt gibi Ankara Devlet Tiyatrosu’nun başarılarıyla tanınan tiyatro sanatçılarının girdikleri bu roller; diyaloglardan öte, kendi kendine konuşulan sahneler içinde, ruhlarındaki çatışmaları ve hesaplaşmaları seyirciye gerçekten başarıyla yansıyor.

Othello’ya düşen rolü ise aynı zamanda oyunun yönetmen yardımcısı olan Suat Karausta canlandırırken; Neslihan Derya Demirel, Aylin Dinç ve Başak Polat Karsavuran oyunda içtenlikle oynayan diğer oyuncular.

Geçişler arasında ise daha önce “Cerag”; “Türk Dünyasında Atın Türküsü” ve “Türk Dünyasından Esinler” gibi albümleri bulunan İrfan Gürdal; oyun boyunca arka planda, üç kişilik müzik ekibiyle canlı olarak Saadi ve Hafız’dan şarkılar söylüyor.

Iklığ; rubap; davul gibi, Türk dünyasına ait müzik aletleri ile keman tınıları, zaman zaman koroya, zaman zaman karakter oyuncularının şiirlersel sözlerine eşlik ediyor.


Tiyatro, Doğu ve Batı'yı birleştirirse... - Resim : 3

Tüm bunlar, birbirinden “Doğu” ve “Batı” kadar farklı, iki kültürü tiyatroda birleştirmeye yetmiş midir?

Yoksa yazarın, Devlet Tiyatroları eliyle, bunu tartışmaya açması dahi, yeterince çarpıcı mıdır?

Gün Batımı’nın, Türk Tiyatrosu’ndaki yerini zaman tayin edecek olsa da en azından “Akademik Türk Tiyatrosu” tarihinde, şimdiden kendine bir sayfa açtığını söyleyebiliriz.

Ancak yönetmenin Ankara Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Tiyatro Bölümü’yle başlayan ve kendi deyimi ile “Batı tiyatrosunu yerinde öğrenip geliştirebilmek için” Paris’e uzanan kişisel tiyatro geçmişinde, iddiası yalnız bu kadarla sınırlı değil.

Shakespeare’i, kendi dilinden; Mevlana’nın Mesnevi’sinde yer alan hikayeleri ise Farsçadan 11’li hece ölçüsüyle, yani onun kullandığı aruz ölçüsü ile Türkçeye tercüme edecek kadar, bu işe odaklanmış.

Yönetmenin, gerek halen yaşadığı Paris’te gerekse Türkiye’de, tiyatroya “sufi” soluğunu ne ölçüde verebileceğini ve bunun, bugünkü politik ve jeopolitik konumda, Türk Tiyatrosu’nun karakterinde ne yönde bir döngüye dönüşeceğini, doğrusu ben de merak ediyorum.