22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tiyatro, sinema ve müzikle Nazım Hikmet

Seyit Yöre

Seyit Yöre

Gazete Yazarı

A+ A-

Türkiye’de sanat alanında bazı sanatçılar kişisel mağduriyetleri nedeniyle ve ideolojik sembolleştirilmelerle ortaya koydukları eserlerden daha çok öne çıkmaktadır. Bunlar arasında edebiyatta Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali ve müzikte Ruhi Su sayılabilir. Hatta bu durum özellikle Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali için ticari olarak da kullanılmaktadır. Halbuki sanatçıların eserleri nitelikleriyle birlikte sanatçıların kendisinden ve kişisel yaşamlarından daha öncelikli olmalıdır. Zaten her sanatçının tüm eserleri teknik ve estetik açıdan mutlak olumlu olarak değerlendirilemez. Bu tamamen alıcısının sosyokültürel alt yapısı ve buna bağlı algısıyla ilgilidir. Bu yüzden de -yeri gelmişken- sanatlar “evrensel” (?) değildir. Örneğin, 1997 sonrasında bir gazete küpüründe okuduğum ve Nâzım Hikmet’in kitaplarında yayınlanmamış şiiri olarak sunulan “Hatıra” başlıklı şiiri beni çok etkilemişti ve bestelemiştim. İşte şairin çok tanınır olması değil, bir şiirin okuyucuda bıraktığı etki orada önemliydi. Bu şiiri okurken şairin Nâzım Hikmet’in olması, kitaplarında yayınlanmamış olması dikkat çekiciydi ama eğer şiirin kendisi beni etkilemesiydi, diğer iki gerekçe de önemli olmayacaktı. Bu açıdan bu yazıda, Nâzım Hikmet’in ilk şiir döneminin yanı sıra, sadece ilgililerince bilinip önemsenen Türkiye’de ilk sinema filmleri, tiyatro oyunları ile film ve sahne müziğindeki yerinden bahsetmek istiyorum. Böylece bir sanatçının -siyasi ve ideolojik olarak değerlendirilmesi ve kutsallaştırılmasının ötesinde- tek yönlü olmayan yaratıcı becerilerini vurgulamış olacağım.

ŞÂİR NÂZIM HİKMET

Nâzım Hikmet, Heybeliada Bahriye Mektebi’nde öğrenciyken (1915-18), okuldaki tarih öğretmeni şâir Yahya Kemal Beyatlı’dan da özel olarak Türkçe ve şiir dersleri alıp şiir yazmayı kendinden önceki bir ustadan öğrenmiş bir şairdir. Türkiye’de serbest şiirin ilk uygulayıcısı olarak da kabul edilen “Mehmet Nâzım”, 14 yaşında yazdığı “Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?” şiirinin 3 Ekim 1918’de Yeni Mecmua’da yayınlanmasıyla ölçülü ve serbest şiirleriyle şâirlik yolculuğuna başlamıştır. Bu şiirlerden kimisi şarkı sözü olmuş, kimisi de kendisinden sonra tiyatro oyunu olarak sunulmuştur. Ama Nâzım şiirle sınırlı kalmamış...

SENARİST VE YÖNETMEN NÂZIM HİKMET

Babası Hikmet Bey Süreyya Paşa Sineması’nın müdürü olan, tiyatro ve sinemayla da ilgilenen Nâzım Hikmet, modern tiyatro ve sinema filmlerinin öncüsü Muhsin Ertuğrul’un da desteklemesiyle, 1920’lerden itibaren senaryo, oyun ve bunlara bağlı şarkı sözü olacak şiirler yazmaya başlamıştır. Nâzım, Karım Beni Aldatırsa (1933), Söz Bir Allah Bir (1933) ve Milyon Avcıları (1934) gibi, Muhsin Ertuğrul’un yönetip Muhlis Sabahattin Ezgi’nin de besteci olduğu müzikal filmlerin senaryolarını takma adlarla yazarak sektöre girmiştir. Nâzım sadece senaristlik yapmamış, Düğün Gecesi/Kanlı Nigar (1933) ve Güneşe Doğru (1937) gibi filmlerin yanı sıra, 1934 tarihli İstanbul Senfonisi ve Bursa Senfonisi adlı iki kısa metraj belgesel filmin de yönetmeni olmuştur. Bu filmlerin çoğu gösterime girse de İpek Film’in ekonomik imkansızlığından, 1932’de başlanan Mineli Kuş filmi tamamlanamamıştır. Nâzım’ın film için yazdığı “Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş” ve “Martılar Ah Eder” şiirlerini Mesud Cemil Bey bestelemiş, filmin aktörü de olan Münir Nurettin Selçuk da şarkıları söyleyip plağa kaydetmiştir. Benim de konserlerde çok severek seslendirdiğim bu iki şarkı, bitmeyen filmden kalan iki tarihsel belgedir. Nâzım’a ait olduğundan, o dönem tüm yazdıkları gibi, bu iki özgün şarkının 1990’lara kadar yasaklanması, hiçbir mahsuru olmayan sanat eserini de yok sayıp Nâzım’ın şahsını siyasi ve ideolojik değerlendirmenin bir sonucudur.

TİYATRO OYUN YAZARI NÂZIM HİKMET

1990’lardan itibaren şiirleri kolaj yapılarak sanatsallıktan çok ideolojik yönde oyun olarak tiyatrolarda sunulsa da Nâzım’ın ilki 1920’de yazdığı manzum oyun Ocak Başı olmak üzere, 1920-1962 arasında Kafatası, Bir Ölü Evi, Bu Bir Rüyadır, Unutulan Adam, Ferhad İle Şirin, Sabahat, Her Şeye Rağmen gibi 23 oyunu olduğu görülüyor. 1930’larda Darülbedayi’de sahnelenen oyunlarından sonra, bazılarını Rusça’ya uyarlamış, bazılarını Moskova’da yazmış ve orada sahnelenmiştir. Onun oyunları edebiyat açısından bir form olsa da film senaryolarındaki gibi bazılarının da kendi döneminde müzikle ilgisi olmuştur. Nâzım’ın müziksel oyunlarından biri, ilk olarak 1934’te Darülbedayi’de sahnelenen ve ünlü piyano öğretmeni Ferdi Ştatzer’in (Friedrich von Statzer) bestelediği Bu Bir Rüyadır adlı operet metnidir. Onun 1948’de yazdığı Ferhad İle Şirin de ilk defa oyun olarak değil, Arif Melikov’un bestesiyle 1961’de Leningrad Opera ve Balesi’nde “Ferhad İle Şirin (Bir Aşk Masalı)” adıyla bale olarak sahnelenmiştir. 1990’lardan itibaren Nâzım’ın özgün oyunlarının oynandığı görülse de yine de öne çıkan şiirlerinden kolajların sunumudur.

VE SONUÇ...

Siyaset ve ideolojiler insanların etrafını fazlasıyla sararken, Nâzım Hikmet’in eserleri onca yıl yasaklanırken, bu yazıda Nâzım Hikmet özelinde, şairlerin ve yazarların kendilerinin siyasi ve ideolojik olarak değil, özellikle sanatçılarca yazdıkları onca eserin sanatsal çerçevede değerlendirilip sunulmasını vurgulamak istedim. Umarım amacına ve yerine ulaşır.