24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Toplum bilimleri kurulunun öncelikleri

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Koronavirüs meselesini ele aldığım ilk yazımda, korkuyu yönetme ihtiyacına, sonraki bir yazımda yaşlılık olgusuna dikkat çekmiştim. Milyonlarca insanın evlerinde kalmasını gerektiren, davranış kalıplarımızda değişiklik yapmayı dayatan, alışkanlıklarımıza meydan okuyan nesnel bir felaket karşısında, toplumu yönetmek demek, sadece halk sağlığı ve tedavi süreçlerini yönetmek olmaktan çıkar. Toplumsal davranışları yönetmeyi gerektirir. Hükümet şu ana kadar krizin sağlık boyutunu yönetmekte halka güven veren bir performans ortaya koydu. Ama toplum bilimleri kurulunun kurulmasında gecikildi. Çünkü toplumsal davranışın yönetilmesi ihtiyacı sağlık boyutundaki tehlikenin ölümcüllüğü kadar büyük bir aciliyet taşımıyordu. Ancak zaman geçtikçe ve toplumsal basınç arttıkça, toplumsal politika düzleminde de bir şeyler yapma gereği kendisini dayatmaya başladı. Burada sosyologlar başta olmak üzere toplumsal bilimcilere görev düşüyor.

Bilindiği üzere sosyoloji, toplumsal davranışı inceler. Dışarıdan bakıldığında bireyselmiş gibi görünen davranış, tercih ve düşüncelerimiz, büyük ölçüde içinde yaşadığımız toplumun ve kültürün damgasını taşır. Sosyalleşme dediğimiz süreç, bireylerin toplumsal değerleri içselleştirmesi ve birer kültür varlığına dönüşmesini anlatır. İnsanın toplumsal bir varlık olduğunu söylediğimizde, onun ancak toplumun içinde ve içselleştirdiği toplumsal/kültürel değerler sayesinde insanlaşabilmiş olduğuna işaret ederiz.

Bütün bunları sosyolojiye giriş dersi olsun diye yazmıyorum. Yazma kararını vermeme neden olan olay, geçtiğimiz günlerde Çankırı’da polisin yaptığı bir baskın. Gizlice saç tıraşı yapıldığı ihbarı üzerine yapılan baskında berbere ve tıraş olan vatandaşa para cezası kesilmiş. Neresinden bakarsanız bakın skandaldır bu. Toplumsal davranışın yönetilememesidir. Evet, koronavirüs ile mücadelede izolasyon büyük önem taşıyor ama marketler açık, üretim devam ediyor. Kargocular ürün dağıtıyor, evlere paket yiyecek servisi yapılıyor. İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Sokağa çıkma yasağı yok, olması da şimdilik gerekmiyor. Toplum, sınırlanmış olsa da hareket halinde. O halde toplumsal yaşamın ve davranışların yok sayılmak yerine örgütlenmesi gerekiyor.

Ne demek toplumsal davranışı örgütlemek?

Berberler güvenlik nedeniyle kapatıldı. Evet, kimse saçları uzadı diye ölmez. Ama saç tıraşı olmak, saç boyatmak vb. toplumsal davranışlardır. İnsanların kendilerini iyi hissetmelerini sağlar. Evlere kapandığımız bir dönemde iyi hissetmek büyük önem taşır. Kamu otoritelerinin toplumun kendisini iyi hissetmesini sağlamak için tedbirler alması gerekir. Bunun yolu da, toplumsal davranışlarımızın yönetilmesi, yönlendirilmesidir. Nasıl mı? Öncelikle kadın/erkek yurttaşların saç tıraşı olma, saç boyatma gibi talepleri, bu şımarıklık veya bilinçsizlik değil, bir ihtiyaç olarak görülmelidir. Yasaklayarak yok saymak ve bastırarak gerilim biriktirmek yerine, planlayarak deşarj etmenin yolunu bulmak gerekir. O halde randevu sistemi ile çalışan, zabıta gözetiminde, her türlü güvenlik tedbirinin alındığı, hekimlerin uyarıları doğrultusunda düzenlenmiş ortamlarda, şehrin berber ve kuaförlerinin nöbetleşe görev yaptığı bir biçimde toplumsal talep karşılanmalıdır. Bu bir örgütlenme sorunudur. Tıpkı market, banka vb. işlerinin tedbirli olarak yürütüldüğü gibi bu tip toplumsal davranışlar da güvenli yollara kanalize edilebilir, edilmelidir.

İşte kurulması hedeflenen toplum bilimleri kurulunun temel meselesi, toplumsal davranışları kanalize etmenin yol ve yöntemlerinin bulunması olmalıdır. Bu bağlamda ilk etapta akla gelebilecek bazı başlangıç önerilerinde bulunabiliriz.

Şu ana kadar medyanın yarattığı imkân son derece verimsiz şekilde kullanıldı. Başta gençlik olmak üzere toplumun hemen her kesiminde rol modelleri vardır. Sanatçılar bunların başında gelir. Hekimoğlu dizisinin başrollerinde oynayan aktörlerin, koronavirüs konusundaki hijyen vs. uyarılarını içeren kamu spotunu izlemişsinizdir. Daha fazlası da yapılabilirdi. Hatırlayın, bu toplum 80’lerde KDV fişi alması gerektiğini Ali-Ayşegül Atik’in “önce alışveriş sonra fiş” diye akıllarda yer eden mizahi skeçleriyle öğrenmişti. Sanatçıların didaktik olmayan, yanlış davranışları afişe eden skeçlerde rol alması önemli bir eğitim imkânıdır, şu ana kadar yararlanılmadı.

Evlerinden “evde kal” çağrısı yapan sanatçılar, evlerinden katılacakları büyük bir dayanışma konseri için de örgütlenebilirlerdi. Düşünülmedi.

Bilim insanları ve kanaat önderleri ile etkileşimli, katılımcıların yazılı soru sorabilecekleri uzaktan sohbetler düzenlenebilirdi. Böyle durumlarda, insanların hayatlarına dokunmak, yalnız olmadıklarını düşündürtmek büyük bir moral ve motivasyon kaynağıdır.

Uzaktan eğitim için gereken bilgisayar ve televizyonu olmayan gençler var. Oysa pek çok evde atıl durumda kullanım fazlası bilgisayarlar ve TV’ler var. Bunların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması için bir hibe sistemi oluşturulabilirdi. Basına yansıyan tek tek tesadüfî dayanışma haberleri yerine, bu davranışı sistematik hale getirmek hala yapılmayı bekliyor.

Evlerde kalmak, eşler arasında olduğu kadar, kuşaklar arasındaki gerilimleri de artırır. Pedagogların bu noktada cep telefonlarına sesli mesajlarla, kamu spotlarıyla vb. yollarla hem ebeveynlere hem de çocuklarına yönelik uyarılarda bulunmasına ihtiyaç var. Buralarda yine didaktik olmaktan kaçınmak ve toplumsal rol modellerinden yararlanmak büyük önem taşıyor.

Sporu evlere taşımak, yoga vb. moda olmuş zayıflama teknikleri dışında basit kültür-fizik hareketlerini TV ve internet aracılığıyla göstermek ve özendirmek gerekiyor.

Halk kütüphanelerinin evlere ödünç kitap verme uygulaması başlatmalıdır.

Gençlik, delikanlılık çağıdır. Onların büyük enerjisini, çok sınırlı kalmış vefa uygulaması genişletilerek ve bir ulusal kampanyaya dönüştürülerek evlerde kalan yaşlıların ve ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşmak amacıyla kanalize etmek gerekiyor. Mahalle komiteleri şeklinde örgütlenen gençler hem enerjilerini deşarj edebilir hem de topluma büyük bir moral kaynağı haline gelirler. Şu ana kadarki uygulamalar çok yetersiz durumda. Bu benzeri konularda diğer ülkelerin tecrübelerinden yararlanmak da şüphesiz gereklidir.

Özetle, toplum bilimleri kurulu, toplumsal dayanışmayı güçlendirmek, bilinci arttırmak ve toplumsal davranışlarımızı kabul edilebilir güvenli mecralara kanalize etmek için gereken yolları ve yöntemleri oluşturmak amacıyla faaliyet yürütmelidir. Umarız, kurula seçilen üyelerin tespitinde bu ölçüt ve ihtiyaçlar dikkate alınır.