24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Toplumu dönüştürmek

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Ensar Vakfı’nın Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen genel kurulunda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 yıldır iktidar olduklarını ama hala sosyal ve kültürel iktidarı kurmak konusunda sıkıntılar yaşadıklarını söyledi. Erdoğan’ın sözleri toplumu sadece yönetmeyi değil aynı zamanda dönüştürmeyi hedeflediklerini dışa vurması açısından anlamlıdır. Çünkü sosyal ve kültürel iktidar, toplumun bambaşka ahlaki, insani vb. değerler temelinde yeniden inşa edilmesine hizmet eder. Toplumu yeni değerleri içselleştirmiş insanlardan oluşturduğunuzda iktidarınızı sosyal alana yayarsınız.

Kültürel iktidar ya da ideolojik hegemonya, ideoloji üreten araçlar üzerindeki egemenlikle başlar. İnsanların düşünme ve algılama tarzlarını, bakış açılarını, siyasal bilinçlerini kendi siyasal çıkarlarına uygun olarak manipüle edebilen güçler hegemondurlar. Bunu yapabilmek için ise bilgi ve değer üreten kaynakları ele geçirmek ilk şarttır. Gazeteler, televizyonlar, eğitim dini kurumlar, sanat, bilim vb. toplumların ideoloji üreten kaynaklarıdırlar. Toplumu kültürel olarak dönüştürmek isteyen güç, bu kurumlarda yeni kültürel bilgi ve değerleri yaratacak kanaat önderleri, aydınlar ve siyasal seçkinleri de yaratmak zorundadır. Böylelikle kitlelerin duygu, düşünme, algılama ve bilincini yönlendirilebilir. Adı geçen kurumlarda kendi siyasal etkinliğini kurmanın ilk şart olduğunu söylemiştim ama “ele geçirmek”, bu kurumlarda tekelleşmek ideolojik hegemonya için yeter şart değildir. AKP, arkada kalan on dört yılda kendi denetiminde bir devlet gücü, medya, sermayedarlar, eğitim sistemi, dini kurumlar ve kanaat önderleri yarattı. En yakın muhalifi olan partiyle arasında yüzde yirmi beşlik bir fark oluşturdu. Üniversiteleri denetim altına aldı. Yani kültürel/ideolojik hegemonya için gereken ilk şartı önemli ölçüde yerine getirdi. Ama hedeflerine ulaşamadı. Erdoğan’ın bahsettiği kültürel ve sosyal iktidarın neden kurulamadığı sorusunu cevaplayabilmek için, AKP’nin hangi tür bilgi ve değerlerin hegemon hale gelmesini istediğini bilmek gerekiyor? Ne olsaydı sosyal ve kültürel iktidarı kurulmuş olacaktı? Bu sorunun cevabı yine Erdoğan’ın konuşmasında veriliyor. İmam Hatiplere olan ilginin artmasına, bütün okullarda dini içerikli derslerin konmasına ve Osmanlıcaya atıf yapılıyor.

AKP’nin sosyal ve kültürel iktidar diye kodladığı ideolojik hegemonyanın kurulamamış olmasının başta gelen nedeni, hiçbir topluma kabul etmeye hazır olmadığı ya da kabul etmesinin sorunlarını çözmesine yaramayacak bir elbiseyi giydirememenizle ilişkilidir. Bir başka deyişle hiçbir ideoloji gerçekte toplumun o ideolojiyi benimsemekle çözebileceği bir sorun olmadığı halde sadece devletin zor gücüyle dayatıldığı için, benimsenmez. AKP’nin muhafazakârlığın sınırlarını zorlayan gelenekçi ideolojisi, Türk toplumunun görece homojen toplumsal kesimleri arasında benimsense de, kentliler, yüksek eğitimliler ve işçi sınıfının nitelikli kesimleri arasında, ihtiyaçlara cevap vermekte ve bu yüzden taban bulmakta zorlanıyor.

Gezi parkı isyanıyla başlayan olaylar, Türk toplumunun tarihsel ve sosyolojik birikiminin, gelenekçi kültürel değerler doğrultusunda biçilmiş elbiseye uymayacak kadar gelişkin olduğunu ortaya koymuştu. Vücudunuza çok dar gelen bir gömlek hareket ettiğinizde nasıl yırtılırsa, AKP’nin Türk toplumuna giydirmeye kalktığı kendi kültürel kalıplarına uygun olarak dikilmiş gömlek de öyle yırtılmıştı. Son referandum haritasının da gösterdiği üzere, AKP’nin dayandığı kültürel ve toplumsal değer sistemi -Türk toplumunda bir karşılığı olmakla birlikte- dönüştürebildiği ya da etkileyebildiği insan kaynağının sınırlarına dayanmış gibi görünüyor. Tam da bu nedenle İmam Hatip’lerin, Türk toplumunun din adamı ihtiyacını karşılamak yerine, Cumhuriyet ideolojisiyle hesaplaşmak için gerekli insan kaynağının imalathanesi olarak kullanılması, rejimin dönüşümüne değil, iki ayrı kültür, iki ayrı ahlak sistemi, iki ayrı uygarlığa mensup insanların çatışmasına yol açar. Osmanlı modernleşme sürecinde eski kurumları korurken, bir yandan da yeni kurumların insan yetiştirmesi sonucunda, önce “alaylı-mektepli” rekabeti ve en sonunda 31 Mart olayında görüldüğü üzere gelenekçi-modern savaşı ortaya çıkmıştı. Cumhuriyet’in eğitimi birleştirmesi (tevhid-i tedrisat) bu nedenden kaynaklanmıştı. Millet olarak yaşayabilmek, tasada ve kıvançta bir olabilmeye ve gelecekte de birlikte yaşama kararlılığı içinde olmaya bağlıdır. Bu nedenle sosyal iktidarı kurmaya giderken, milletin üzerinde anlaştığı değerleri yavaş bir evrilme süreci içinde çatlatıp, ülkeyi siyasal olarak yönetilemez hale getirmek de mümkündür.

Kültürel iktidarı sağlayacak ideoloji üreticileri açısından bakıldığında ise durum daha ilginç görünüyor. Cumhuriyet’in laik-eşitlikçi kültürüne ile Derin Tarih dergisinin veya Kadir Mısıroğlu’nun entelektüel kapasiteleri ile cevap üretmek kolay değil. Ya da envai çeşit mantık hatası, bilgi yanlışı ve estetik düzeysizlikle yüklü diziler, filmler, romanlar vs. ile karşı hegemonya kurmak biraz zahmetli. Gelenekçi siyasetin içinden bundan daha iyisini yapabilecek bir kültür üretimi çıkar mı sorusuna ise “hayır” demek zorundayım. Çünkü kültürel iktidarı kurmak için gereken düşünsel ve estetik birikim, modern toplumsal dinamiklerin içinden çıkabilir ancak. Örneğin, toplum algınız çelişkilerin varlığını “arıza” olarak gören, diyalektiğe yüz çevirmiş, Aristocu bir mantığın uzantısıysa, üretebileceğiniz kültürel ürünler çağın bilimsel ve estetik birikiminin gerisinde kalacaktır. İdeolojiniz günün birinde mutlak anlamda çelişkisiz bir toplumun kurulabileceği inancıyla yüklüyse, insanların sizin anladığınız anlamda gerçek dindarlara dönüştüğü bir toplumda her türlü çatışmanın, kötülüğün vb. ortadan kalkacağına inanıyorsanız, fikirleriniz modern sosyal bilimlerin gerisinde kalmış demektir. Böyle bir toplum algısından ve ideolojik konumlanmadan çıkartılacak kültürel ürünlerde iyiler “mutlak iyi”, kötüler “mutlak kötü” olarak sunulur. Maddenin kendi içindeki çelişkili yapısını anlamaya çalışmak, çok sebeplilik ilkesine uygun düşünmek ve doğrunun ancak göreceli olarak –yanlışa göre- doğru olduğunu kavramak mümkün olmayacaktır. Bu durumda dışınızdaki dünyayı komplolar, fitneler, gizli oyunlar vb.’den ibaret gören açıklamalara başvurmak zorunda kalırsınız.

Bugün kültürel iktidarınız için gereken bilgi ve değeri üretmesini beklediğiniz bir bilim adamı, kanaat önderi ya da politikacı, İbni Haldun’un görüşlerini sadece düşünce tarihi açısından değil, günümüzü anlamak ve açıklamak açısından da önemli bulabiliyorsa çok işiniz var demektir.