22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türk askeri ataşesi ve Suriye

İsmail Hakkı Pekin

İsmail Hakkı Pekin

Eski Yazar

A+ A-

1956-1958 yılları arasında Suriye’de Askeri Ataşelik yapan Kurmay Albay Muzaffer Işın’dan bahsedeceğim bugün. Ancak ondan önce bölgedeki ve Suriye’deki tarihi arka planı tasvir etmek istiyorum.

1950’li yılların başından itibaren Ortadoğu’da dengeler değişmeye başlamış, Arap milliyetçisi Baas partileri iktidarı ele geçirmiştir. Mısır’da Nasır Şüveyş Kanalı’nı millileştirmiş, 1956’da İngiltere ve Fransa’nın Şüveyş Kanalı’nı işgal harekatı önlenmiş ve Mısır Sovyetler Birliği ile askeri ve ekonomik işbirliği içine girmiş, Suriye ile yakınlaşmıştır.

1949- 1954 yılları arasında çok sayıdaki darbe girişiminden sonra Suriye’de Baas Partisi yönetime gelmiş, Mısır’la ilişkiler gelişmiş ve Sovyetler Birliği ile 1957 yılında askeri ve ekonomik anlaşmalar imzalanmıştır. Sovyetlerden beş yüz milyon dolarlık yardım alınması söz konusudur.

Soğuk savaş bütün hızıyla sürmekte ABD Ortadoğu’yu kendi bölgesi olarak görmektedir. Eisenhower Doktrini uygulanmaya başlamıştır. Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere’nin üyesi olduğu Bağdat Paktı tesis edilmiştir. Nasır bu pakta karşıdır.

Sovyetler Birliği Ortadoğu’da ben de varım demiştir. Mısır ve Suriye ile askeri ve ekonomik anlaşmalar yapmıştır. Tabii Türkiye NATO’nun üyesidir artık. Türkiye Sovyetlerin bu girişimini kendine tehdit olarak görmüş ve 50 bin kişilik bir silahlı gücüyle Suriye sınırına yığınak yapmıştır. Türkiye, İran, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan ve İngilizlerin kontrolünde olan Irak ABD’nin yanındadır. Ortam çok gergindir.

Kruşçev’in uyarması üzerine devreye giren Ürdün ve Suudi kralları arabuluculuk yaparlar ve muhtemel bir çatışmayı önlerler. Tabii görünürde çatışmanın önlenmesinde bu iki ülkenin rolü olmakla birlikte, daha geride savaşın önlenmesinde asıl rolü oynayan Türkiye’nin Şam’daki askeri ataşesidir.

Türk Genelkurmay Başkanlığı askeri ataşeden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’ye taarruzu ile ilgili bir rapor talep eder. O sırada askeri ataşe olan Kurmay Albay Muzaffer Işın’ın Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği raporun özeti şudur.

TSK, Suriye’yi altı saat gibi kısa bir sürede ele geçirebilir ancak bir daha Suriye’den çıkamaz ve burada batağa saplanır. Bu raporu alan Genelkurmay Başkanlığı taarruzdan etmekten vazgeçer ve iktidarı ikna eder.

Bu rapordan bir süre sonra haberi olan ABD’nin Şam’daki askeri ataşesi birgün paldır küldür Kurmay Albay Muzaffer Işın’ın odasına girer, yüksek tonda ve küçümseyerek kendisinin haberi olmadan nasıl böyle bir raporu Türkiye’ye gönderdiğini sorar askeri ataşemize. Askeri ataşemiz de ABD askeri ataşesinin hangi hakla bunu sorabildiğini belirterek onu makamından kovar.

Görevi bittikten sonra Türkiye’ye dönen Kurmay Albay Muzaffer Işın’ın generalliğe terfi zamanı gelmiştir. Durumu çok iyidir, komutanları dahil herkes terfi edecek gözüyle bakmaktadır. Ancak devreye giren bir el Kurmay Albay Muzaffer Işın’ın terfisini önler.

Dünden bu güne değişen bir şey olmadığını görüyoruz. Dün emperyalizmin vatanseverleri tasfiye etmek için kullandıkları yöntemler ve taşeronlar da çok fazla değişiklik olmadığını söyleyebiliriz. Sadece isimler ve örgütler değişiyor. Yani emperyalistler her dönem satın alacakları ve kullanacakları kimseleri ve örgütleri buluyorlar, yetiştiriyorlar ve kuruyorlar.

Peki bizler millet olarak bu vatanseverlere sahip çıkıyor muyuz? Maalesef buna müspet bir cevap veremiyorum. Ama sahip çıkmak durumundayız hatta zorundayız. Çünkü kurtuluşumuz bu vatanseverlere ve liyakatli insanlara sahip çıkmaktan geçiyor.