29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türk baharı ne zaman?-(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Mart ayı başlarında Atina’da Akdeniz ülkelerinden yazar arkadaşlarla konuşuyorduk. Tunuslu bir arkadaş “İslamcı tehlikesine rağmen diktatörlerden kurtulduğumuz için mutluyuz!” gibilerden saçmalamıştı. Bunun üzerine Makedon arkadaşım, akademi üyesi, şair Vlada Uroseviç “Türkiye’ye bahar ne zaman gelecek?” diye sordu.

Bu zihin açıcı soruya şöyle cevap verdim: “Bahar dediğiniz o kara bahar Türkiye’ye çoktan geldi. 2002’de. Şimdilerde “Sarı Sıcak Yazı”nı yaşamaktayız. Ardından “Pastırma Yazı” gelecek. Ama Arap ülkelerine gelen bahar değil kara kış!”

“Sizinki nasıl oldu?” diye sordular. Şöyle anlattım:

***

Biliyor musunuz, bilmem, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adlı bir parti 2002 yılında iktidara geldi. O zamandan bu yana seçim kazana kazana ülkeyi yönetiyor. İktidarını ülkeyi yönetmek için değil, rejimini değiştirmek için kullanıyor.

AKP’nin başbakanı, “Demokrasi bugüne kadar bazen amaç, bazen araç olarak görülmüştür. Hem amaç hem de araç olarak yorumlayanlar da olmuştur.. Bize göre ise demokrasi ancak bir araçtır. Hangi sisteme gitmek istiyorsanız, bu düzenin seçiminde bir araçtır. Yani demokrasi ile düzenler gelir, düzenler gider. Tabii bunun demokrasiyle gerçekleşmesi, halkın iradesinin tecelli etmesi güzel bir şey” sözleriyle ünlü.

Demokrasiyi tramvaya benzetmesiyle de ünlü. İstediğin istasyonda inersin!

Buna demokrasi değil abrakadabra denir.

Bir ülkenin, bir devletin “sistemi” yani rejimi futbol takımlarının antrenör değiştirmesiyle sistem değiştirmesine benzemez. Bir devletin sistemini anayasası, anayasal ve yasal statükosu belirler. Seçimle, demokrasi ile sistemler gidip-gelmez, hükümetler gidip-gelir. Aslına bakarsanız, iktidara bu kafayla gelen partiler ve liderler (Hitler, Mussolini, Salazar, Franco) bir daha gitmemek üzere gelirler. Bunun için suç işlerler, suç işledikçe, seçimle gitmeleri olanaksızlaşır.

AKP, Cumhuriyet’in laik düzenine karşı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından saptanmış bir partidir. Aynı Anayasa Mahkemesi, AKP’nin selefi olan partileri de aynı ve benzer nedenlerle kapatmış ve bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından kabul edilmişti.

***

Aslına bakarsanız, Türkiye’nin kara baharının tohumları daha Lozan Konferansı’nda ekilmişti. İmzacı emperyalist devletler, Ankara’daki Millet Meclisi’nin kuracağı rejimin Avrupaî bir devlet olmasını istemiyordu. Çünkü böyle bir rejim kendisini koruyabilirdi. İmzacı emperyalistlerin ve ABD’nin korktukları oldu ve Ankara’daki meclis 1923 yılında laik amaçlı bir cumhuriyet kurdu. Bir yıl sonra (1924), çağdaşlaşmasının önündeki engelleri kaldırmak amacıyla devrim yasalarını çıkardı. Bu yasalar sadece Türkiye için değil bütün dünya için bütün zamanların en önemli, en etkili yasalarıdır. AKP, işte bu nedenle, laik okula ve akılcı eğitim-öğretime acilen son vermek istiyor.

Kestirmeden söylemek gerekirse, seleflerinin (Milli Selamet, Nizam, Fazilet ve Refah partileri) olduğu gibi AKP’nin de amacı, bu yasaları ortadan kaldırarak Cumhuriyet’i temellerinden yıkmak.

Bunun böyle olduğunu ve olacağını 1970’lerden itibaren söylemekteydik. 2000’den itibaren haykırarak, yalvararak söyledik. Ama karşı devrim, Türkiye’nin 1950 yılında başlayan renkli devrimi kendi kadrolarını yetiştirmiş ve eksik-gedik kapatmak üzere kiralık bir kadro da ayarlamıştı.

Bu kadronun içinde Ahrar, Hürriyet ve İtilaf fırkalarının, Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin ve öteki etnik derneklerin, Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin, Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet fırkalarının, Demokrat Parti’nin, Milli Selamet, Nizam, Fazilet ve Refah partilerinin kalıntıları, çocukları ve torunları ver alıyordu. Hepsinin Cumhuriyet’e karşı kuyruk acıları ve hınçları vardı.

Babalarının, dedelerinin intikamını almak için AKP iktidarının “Yabancılar Lejyonu”na ücretli (kiralık) asker olarak yazıldılar. Bunlara, 12 Mart’ta bozguna uğramış acilci solcularını, goşistlerini de eklemek gerekir. Bir yığın çapsızın “Yabancılar Lejyonu”na yazılmalarının nedeni nasıl açıklanır? İleri demokrasi için mi, askeri vesayeti ortadan kaldırmak için mi?

Benim 1975’ten bu yana kesmediğim sakalıma anlatsınlar!

***

Doğal olarak, “Yabancılar Lejyonu”ndan söz ettim ama katılan kiralık askerlerin adını saymadım. Tafralarına bakmayın, ABD’nin, Avrupa Birliği’nin Sivil Toplum Örgütleri’nin dışında Meriç’in batısında kimse tanımaz onları. Bunlar “Ana rahmine ‘haklı’ düşenler”dir ve şoförün yanında oturmayı severler. Ve tamamı beslemedir!

Silivri’deki ve Hasdal’daki TSK Kurbanları’na gelince: Hizmet ve komuta ettikleri kurumun, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde, solcuları ve Kemalistleri ezerek Cumhuriyet’i nasıl savunmasız bıraktığını, sanırım, anlamışlardır artık. 12 Mart ve 12 Eylül olmasaydı, bulundukları yerde olmazlardı. AKP zaten olmazdı.

Başbakanın noktasıyla “nokta!”