Türk Devriminin kaplanları kadın sporcularımız
Haydi aslanlar deyince ne anlarsınız?
Eğer sporsa mutlaka futbol, mutlaka erkekler...
Peki neden periler, sultanlar…
Kaplanlar ne kadar yakışıyor oysa …
Ne zamandır önerip duruyorum.
Belki ömrüm yetmez ama Mekke’ye giden karınca hesabı belki günün birinde amacına ulaşır. “Filenin kaplanları”yerleşir. Gözlerindeki o delici ifadeye, filenin üzerinden uzanan o güçlü pençelere nasıl da uygun düşüyor.
Onlar gerçekten Türk Devriminin kaplanları.
Onlar bizim kızlarımız.
1830’ların sonuna doğru, Tanzimat’tan sonra giriyor Batı sporları ülkemize. Futbol, basket, tenis, su sporları… Osmanlı Devleti’nde yaşayan yabancıların, seçkinlerin işi…
Türk Devrimi kırıyor bu zinciri. 1908’e giden mücadele sürecinde ve sonrasında bir dizi Türk spor kulübü kuruluyor.
1896’da başlayan Olimpiyatlara ilk kez 1908’de tek kişi atletizmde katılıyor.
Millî Mücadelede bütün sporcularımız cephede.
Cumhuriyet’in millî devleti için köyden kente bir kültürel devrim görevi.
Gövdemiz sağlam olmalı.
Göğün yarısı uygun adım koşmazsa toplum ilerlemez.
Dârulmuallimaât, 1922’de Maârif Vekâletine bağlandı, 1924’te Çapa Kız Muallim Mektebi adını aldı. Ben hemen yanıbaşındaki Çapa İlkokulu’nda okurken Çapa Eğitim Enstitüsü’ydü adı. İlk devrim derslerimi o öğretmenlerden ve o okulun öğrencilerinden aldım. Babam Çapa Verem Dispanseri’nin başhekimi Dr. Nihat Zaloğlu, Kız Voleybol Takımının doktoruydu. Hiçbir maçı kaçırmadım. Çanakkale şehidi Kıdemli Yüzbaşı Vasfi Efendi’nin küçük oğlu babam aynı zamanda Şehremini Güreş Kulübü’nün başkanıydı. “Güreş müsabakalarına” gidemediğimizde radyoya yapışır dinlerdik.
Kazanmanın millî heyecan ateşi içimize işte böyle düştü, hiç de dinmedi.
O onur bu milletin başını hep dik tuttu.
Beden terbiyesi işte bu. Sağlam kafa bu!
Emperyalizme karşı devrim yapmış bir milletin “biz yaparız” kültürü.
Bugün Kadın Milli Takımımızın başarısının temeli işte ta o zamanlar Türk Devriminin bu kültürüyle atıldı. Bir rastlantı değildir.
KADININ ADINI KOYDULAR
Antik Olimpiyat Oyunlarında bilindiği gibi kadınların adı yok. Onu bırakın seyirci olarak bile katılamıyorlar. Bugünkü anlamda Olimpiyat Oyunları ilk 1896 yılında Atina’da 241 erkek sporcunun katılımıyla düzenleniyor. Kadın sporculara yasak. Olimpiyat dışında istedikleri sporu yapabilirler. İlk kez 1900 yılında yapılan Paris olimpiyatlarında 22 kadın sporcu yarışmacı olmuştur. Fransız kürek sporcusu Alice Joséphine Marie Milliat, 1921’de Uluslararası Kadın Sporları Federasyonu (Fédération Sportive Féminine Internationale) kuruluşuna önderlik ediyor. Koşut mücadele Batı’da da veriliyor. Tek önemli fark bizim devrimimiz hâlâ devam ediyor. Ancak 2021’de, yani yüzyıl sonra kadınlar Olimpiyat Oyunlarına bütün dallarda katıldı.
CUMHURİYETİN RÜZGARIYLA YARIŞANLAR
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin acelesi var. Yıl 1924. Saltanat kaldırılmış. Cumhuriyet ilan edilmiş. Egemenlik millete verilmiş. Elde yok avuçta yok. Olsun! 22 kişilik bir spor ekibiyle 1924 Yaz Olimpiyat Oyunlarına katılıyoruz.
Eğitim sistemi kökten değişiyor. 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüğe girmiş. Müthiş bir seferberlik.
1926’da Çapa Kız Öğretmen Okulu’nda ilk kadın beden eğitimi öğretmenlerini yetiştirmek için spor kursu açıldı, İsveç’ten öğretmen getirildi. Dokuz ay kurs verildi. Başarılı olanlar yurtdışına gönderildi. Ankara’da Gazi Orta Muallim Mektebi açıldı, 1929’da Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü oldu. “Terbiye” adıyla eklenenler nedir? Resim-İş, Beden Eğitimi, Müzik, Eğitim (Pedagoji), Fransızca, İngilizce, Almanca bölümleri kuruldu.
1926 yılında Türk kadınları atletizm pistlerinde koşmaya başladı.
Emine Abdullah, Vasfiye Hanım ve Neriman Tahsin, Galatasaray Kulübü'nün sporcuları, Cumhuriyet’in rüzgarıyla yarışıyorlar.
1927’de Nezihe, Fitnat ve Melek Özdi kardeşler Fenerbahçe Spor Kulübü'nde küreklere asılıyorlar. 1930’larda bir dizi birincilikleri var.
Kadınlar tenis raketlerini 1923’te Ankara’da tutmaya başladılar. 1929’da kurdukları Tenis Kulübü hâlâ ayakta. Yönetiminde başarılı kadınlarımızın payı hâlâ çok büyük.
Adana Seyhan Kulübü’nün başkanlık koltuğunda 1930’larda bir kadın var. Huriye Hanım başarıyla yönetiyor. Bugün de Seyhan’da başarılı bir kadın voleybol takımı var.
Mesadet Saver, ilk “Terbiye-i bedeniye muallimesi” yani ilk kadın beden terbiyesi öğretmenimiz. 1931’de Taksim Stadyumu’nda 19 Mayıs gösterilerini o yönetti. 1928’de ilk kez düzenlenen gösterilerde de ilk komut o öğretmenimizin gür sesiyle hoparlör bile kullanmadan verilmişti.
EMPERYALİZMİN KORKULU RÜYASI
Samiye Cahid Morkaya, 1930’larda otomobil yarışlarına katılan ilk kadın sürücümüz. İstanbul’da yapılan yarışlarda derece de yapmış. Morkaya, 1927 yılında erkeklerle birlikte katıldığı Yunanistan'daki Akropol Rallisinde tüm rakiplerini geçerek birinci oldu.
İlk lisanslı kadın binici Melahat Aksel’i birçoğumuz belki “Uçan Büyükanne” diye anımsar. Aynı zamanda atlet de olan ve yüzme yarışlarında Türkiye’yi temsil eden Leyla Asım Turgut… Cumhuriyet’in kazanımları ve öncüleri.
Türk kadınları böyle.
Kapıyı biraz aralasanız gürül gürül akıp geliyor.
Bugün futbol dışı 62 dal incelendiğinde voleybolda kadın sporcu sayısı erkek sporcu sayısını çoktan geçti. Türkiye'de resmi verilere göre lisanslı spor yapan erkek sayısı 139 bin 594 iken, kadın sporcu sayısı 300 bin 71'dir. Kadın voleybolcuların erkek voleybolculara oranı neredeyse iki katından fazla.
Türk milletine boyun eğdirmeye çalışan emperyalist devletlerin korkulu rüyası.
Özellikle kadını cinsellikle, uyuşturucuyla, modasıyla, müziğiyle burnuna halkayı takıp çekiştirilecek bir nesneye indirgemek için bütün araçlarını seferber ediyor.
İşte Cumhuriyet’in Yeni Yüzyılında Kadın Millî Voleybol Takımımız o kapıyı kapattı.
Önümüzde yeni ufuklara yelken açacağımız yollara işaret etti.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında yokluk içinde yaptıklarımızla kıyaslanamaz başarılara koşacağız.
Her alanda “biz yaparız” diyeceğiz.
UÇAN PARMAK SABİHA
Sabiha Gürayman (Suphiye Fırat), Cumhuriyetin ilk yıllarında voleybola adını yazdıran sporcumuz. Gürayman ayrıca başka bir “kadın başına yapamaz” denilen bir alana da adını yazdırmış. O 1927’de Mühendis Mekteb-i Âlî’ye (Teknik Üniversite) giren ilk kız öğrenci. Üniversitede voleybolla ilgileniyor. 1927 yılında Fenerbahçe Külübü içinde kurulan Türkiye’nin ilk kadın voleybol takımının kaptanı oluyor. Oynayabilecekleri başka bir kadınlar takımı yok. Takım uzun ömürlü olmuyor. 1929’da dağılıyor. Kim yıldırabilir! Fenerbahçe erkek takımında oynuyor. İzleyiciler yadırgıyor mu? Spor bu! Sabiha Hanım çok başarılı.
Hemen adını koyuyorlar: “Uçan Parmaklar”!
O zaman elbette kimsenin aklına “sultan” demek gelmiyor.
Hele bir desinler bakalım!
1933 yılında mühendislik eğitimini tamamladı. Mühendis olarak Türkiye’nin birçok yerinde okul, hükümet konağı ve resmi bina yaptı Anıtkabir’in inşaatında kontrol şefi olma görevi ona pek yakıştı.
BAŞARIMIZIN ANAHTARLARI
Şu fotoğraftaki iki genç kadının gözlerine dikkatlice bakın. Nasıl bir özgüven ve dik duruş. 1936’da Berlin Olimpiyat Oyunları’na katılmışlar. Etraflarındaki erkek sporcuların arasında nasıl da parlıyorlar. Eskrim dalında ülkemizi ilk temsil eden Halet Hanım (Çambel) ve Suat Aşeni (Tarı). Türkiye adına yarışan ilk kadın sporcularımız. Prof. Dr. Halet Çambel hocamızı tanıma şansım oldu. Başarılı bir bilim kadını, Anadolu’ya, Türkiye Cumhuriyeti’ne, milletine gönül vermiş, yaşamının sonuna kadar da hizmet etmiş birçok özel bir kişilik ve arkeologtu. Suat Hanım, 1916 doğumlu. Babası Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün ve Türkiye İdman Cemiyeti’nin kurucularından. Babası kızını sporcu olması için çok desteklemiş. Olimpiyat’ta Çek ve Amerikalı rakiplerini yenmiş. Ancak ikinci turda İsviçreliye yenilmiş ve elenmiştir. İkisinin de Türkiye’deki rakipleri erkek eskrimcilerdi.
DEVRİMİN SİLAHI
Kemalist Devrim sporu bir “yarışma” ya da “bedensel” sağlık olarak görmüyor. Yeni kurulan devlet yapısının temel taşlarından diye değerlendiriyor. Değer yargılarının oluşumu, milletin millet olması, Milli Demokratik Devrimin yerleşmesi ve ilerlemesi açısından önem veriyor. Bütün tabana yayılmasını, kitleselleşmesinin önünü açmaya çalışıyor. Türkiye’nin her yanındaki Halkevlerinin duvarlarına bu tür yönlendirme yazıları asılır. Spor bir kamu görevi olarak görülür. Kadınların katılımı kuşkusuz bu açıdan çok tayin edici. Bugün de öyle. Yalnızca olimpik sporlara değil geleneksel sporlarımıza da çok önem verilir ve desteklenir. Güç, mertlik, kendine güven ve rakibine saygı güreşte ne kadar anlamlıdır. Binicilik, okçuluk, cirit ata sporumuz, Türk milletinin kültürel yapısıyla ne kadar uyumludur. Geleceğe ilişkin birleştirici ve özgüven veren kültürel harç. Atatürk, bu tür karşılaşmalar olduğu zaman Anadolu’nun uzak yerlerinde bile olsa mutlaka gider, destekler. Savaş ve bağımsızlık yalnızca tankla tüfekle kazanılmıyor. Devrimler yalnızca silah gücüyle korunmuyor ve sürdürülmüyor. O silahı kullanacak sağlam kafa gerekiyor.
OLİMPİYAT’IN SEVGİLİSİ GÜREŞÇİ MR.HELLO
1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nda bir ilkimiz daha var. İlk madalyamızı kazandık. Ahmet Kireççi (Mersinli) spora 17 yaşında boks ve atletizmle başlamış. Sonra güreş. Bronz madalyayı bu Olimpiyat’ta kazanmış. Fotoğrafta yine aynı özgüven ve sıcaklık yok mu? Ahmet Bey, uğur getirsin diye saçını kazıtmış. Bu haliyle de zaten çok cana yakın. Hiç İngilizce bilmiyor. Ama ne olacak ki, her gördüğüne mutlaka “hello!” demeyi de ihmal etmiyor. Öyle ki bütün kampta ve basında artık tanınıyor. O kampın sempatik “Mr. Hello’su”!