Yandex
26 Mart 2025 Çarşamba
İstanbul 20°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türk insanının 7 öğüt ile sınavı

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Malezya’ya gitmek üzere aktarma yaptığımız Doha Havaalanı’nın soğuk koltuklarında geçirdiğimiz dokuz saatte, bu haftanın yazısı olarak neler ele alabileceğimizi düşünürken, birilerinin elinde gördüğümüz bir Mevlevi dervişi logosu ile, yazımızın konusuna karar vermiş olduk. Daha doğrusu, yazı kendine karar vermiş oldu böylece. Bazan kararı bizlerin dışında bir şeyler verir ya, bu da öyle bir an oldu herhalde.

Şimdi sorabilirsiniz, durup dururken Mevlâna hakkında bir yazının ne gereği olabilir ki? Burada ele alacağımız konular, artık Türk milletinin o eski günlerinde sahip olduğu, ama otuz sene gibi kısacık bir zamanda kaybettirildiği değer yargıları ve Türklük harslarından bir demet olacak. Bir bakıma eğer Mevlâna kendi zamanının Anadolu insanına da aynı şeyleri hatırlatmak zorunda kalmış ise, bu demektir ki, “Batı cephesinde yeni bir şey yok!” Yine de biz onun aracılığı ile, bu kaybolan değerlerimizi ve Türk milletinin karakter unsurlarını hatırlayalım da belki ise yarar geleceğimiz için.

Türk insanının 7 öğüt ile sınavı - Resim : 1

MEVLANA’NIN HAMURU ANADOLU’DA YOĞRULDU

Belhli Celaleddin, Anadolu toprağının en has Türkmen diyarı Larende (bugünkü Karaman) topraklarından aldığı feyz ile yanı başındaki Konya’da Mevlâna Celaleddin Rumi olur. Konya’nın medreselerindeki en yetkin İslam teorisyeni olarak dört bir yanda ün kazanır. Ama bizim bugün hayran olduğumuz ve Facebook sayfalarında sürekli alıntılarını gördüğümüz hümanist ve evrenselci şiirleri ve felsefesi, o günlerden değildir. Tebriz’in dağlarından kopan gelen bir Türkmen güneşi Şems’tir onun mistik dönüşümünü sağlayan. Artık o, söylediği hemen her şiir ve söz bir atasözü haline gelecek olan bir insan ve insanlık virtüözüdür.

Konya’daki türbesinin yanındaki bakkal dükkânlarından, İstanbul’un çok lüks AVM’lerine kadar her yerde satılan bu yukardaki “Mevlana’nın 7 Öğüdü” de, işte bu mistik dönüşümün sonrasında ortaya çıkan düşünceleridir Celaleddin’in. Ya da bizim bildiğimiz haliyle Mevlâna, Batılıların bildiği adıyla Rumi.

Yirmi birinci yüzyılın giderek karanlıklaşan zamanlarına gerçekten de ışık tutacak nitelikteki bu evrenselci öğütlere, gelin hep beraber göz atalım ve ülkemize, kendimize ve toplumumuza uygulamaya çalışalım bunları. Bakalım muhalefettekilerin ağızlarına dahi almadığı, iktidardaki siyasetçilerimizin de her konuşmalarında mutlaka alıntı yaptıkları ve her 17 Aralıktaki Sheb-i Aruz’da, ağlayan gözlerle sözünü ettikleri Mevlâna Celaleddin Rumi’nin bu 7 öğüdünü, ne kadar tuttuklarını anlamaya uğraşalım.

1. CÖMERTLİK VE YARDIMDA AKARSU GİBİ OL!

İktidar sahiplerimizin ve çeşmenin başındaki muhaliflerin gerçekten de en yakından ve en sadık şekilde takip ettiği Mevlâna öğütlerinden birisi budur. Cömertlik ve sürekli vermek ve paylaşmak, yöneticilerimizin en iyi bildikleri şey gibi görünmektedir. Ama Mevlana’nın söylediği şekliyle değil elbette. Ya Mevlana’yı yanlış anlamışlar ya da çok şeyde olduğu gibi kendilerine uydurmuşlar ki, onların cömertliği ve yardımdaki akarsululukları, kendinden olana ve yandaşa doğrudur. Ülkenin tüm maddi ve manevi kaynakları 25 senedir büyük bir cömertlikle kendilerine doğru büyük bir hızla akıp, doldurmadığı tekne ve depo bırakmamıştır. Yandaş olursanız elinizin ulaşamayacağı bir kaynak bulunmaz ülkemizde. Cömertçe kapılar açılır size, gazeteler, arsalar, yurtiçi inşaatlar, yurtdışı kaynaklar emrinize sunulur hemen. Ve varlık sizden yana çağlayan bir akarsu gibi akar da akar. Muhalif de olsanız, eğer çeşmenin başını bir tutma fırsatınız olmuşsa, bu aynıdır.

2. ŞEFKAT VE MERHAMETTE GÜNEŞ GİBİ OL!

Bu konuda kedi ve köpeklere layık görülen şefkat ve merhametin, Türkiye’mizin insanına layık görülmediğini hemen hepimiz biliyoruz artık.  Otobüslerde, dolmuşlarda, caddelerde, sokaklarda, trafiğin tam ortasında, şefkat ve merhametin esamesi okunmaz. En küçük bir yanlışta, veya bize yanlış gelende, hemen küfür başlar ve icabında şoförün sol tarafındaki boşlukta sırlanmış olan kocaman bir sopa ortaya saçılıverir. Sonrasını TV ekranlarındaki ciddi haber sonrası kavgalar sıralamasında görebiliriz, her dakika. İktidarı ile de iktidara muhalifiyle de hemen tüm millet bir hoşgörüsüzlük abidesi haline gelmiş durumda vesselam. Türkiye’yi açıkça böleceğini reklam eden DEM’cilere gösterilen hoşgörü kafa karışıklığı bilimsel olarak incelenmeye değer bir vahimliktedir bizce. Yani Mevlana’nın şefkat ve merhametli olmak konusundaki bu öğüdünü de toptan yanlış anlamış görünmekte iktidardakiler ve yukardaki diğerleri. Dünya basınındaki yansımaları ile, Türkiye şefkat ve merhametin en kıt olduğu ülkelerin başında gelir gibi bir manzara vermekte.

3. BAŞKALARININ KUSURUNU ÖRTMEDE GECE GİBİ OL!

Bir muazzam Mevlâna öğüdü daha, kökünden yanlış yorumlanmış meğerse memleketimizde. Bırakalım başkalarının kusurlarını söylememek veya örtmek, planlı şekilde üretilmiş, montajlanmış kasetlerle, CD’lerle, ne idüğü belirsiz sahte şahitlerle, insanın aklıyla alay edercesine bir 25 yılımız geçti gitti hayatımızdan. TSK’nın pırıl pırıl evlatlarına, gencecik öğrencilerimize kusur yaratıp bulaştırmak ve gündüzlerimizi gece haline getirmekle dolu bir 25 yıl oldu bu. O kadar toplumda yer etti ki bu eğilim, günlük hayatta bile başkalarının kullanılabilecek kusurunu arar oldu sade vatandaşlar bile. Mevlana’nın bu altın öğüdü de boşa gitti anlaşılan.

4. HİDDET VE ASABİYETTE ÖLÜ GİBİ OL!

Ağırbaşlılığın, serinliğin ve sakinliğin güzelliğinin ifade edildiği bir güzel öğüttür bu. Düşünün ki toplumda hemen herkes uymakta Mevlana’nın bu öğüdüne! Kimse başkalarına sinirlenmemekte, trafikte korna çalmamakta, bağırıp çağırmamakta, en küçük fırsatta karşısındakine yumruk sallamamakta. Bir nezaket ve bir kibarlık, herkeste ve her yerde! Bir hayal dünyası gibi değil mi Türkiye’miz için. Nasıl olalım ki? En başımızdaki iktidar siyasetçilerinin en az becerdiği şeydir, “hiddette ve asabiyette ölü gibi olmak.” Tepeden başlayarak toplumumuz büyük bir hoşgörüsüzlük ve hiddetin esiri haline getirildi. Her gece televizyon haberlerinde birbirine hakaret eden ve bağıran kocaman adamlarla dolu bir topluluk haline geldik! İktidarda olsun muhalefette olsun, en tepedeki siyasilerin sayesinde, hem de karşısındakinin değerini sıfırlarcasına, hiddet ve şiddet dolu bir üslup, politik hayatımızın markası haline geldi tüm dünyada.

5. TEVAZU VE ALÇAKGÖNÜLLÜLÜKTE TOPRAK GİBİ OL!

Aşık Veysel’imizin “Benim sadık yârim kara topraktır.” dediği gibi, topraktan daha aşağıda yer var mıdır ki zaten. Yani Sultan Süleyman da olsanız, Cengiz Han da olsanız gideceğiniz yer değil midir ki kara toprak? O nedenle de Mevlana’nın bu güzel öğüdünde de belirttiği bir tevazu ve alçakgönüllülük sembolüdür bu toprak. O kimseyi reddetmez. Kendine en büyük hainliği yapanı da zamanı geldiğinde bağrına alır ve sonsuzluğa dek yoldaşlık eder ona. Ama çoğumuzun, hele de iktidar sahiplerinin ve onları bununla sürekli suçlayan muhalefet liderlerinin gözleri sürekli havada olduğu için, toprağa bakıp da alçakgönüllülük için örnek almaya zamanları yok olmalı.

6. HOŞGÖRÜLÜLÜKTE DENİZ GİBİ OL!

Türk insanının 7 öğüt ile sınavı - Resim : 2

Üç tarafı da dünyanın en güzel denizleriyle çevrili Türkiye’mizde bu sözün anlaşılmayacak hiçbir tarafı olmadığını düşünürsünüz değil mi? Yanlışsınız, çünkü hoşgörü düne ait bir kavramdır artık Türkiye’de! Denizlerimiz, kendine akmak isteyen hiçbir ırmağı, ya da bir damla bile olsa, hiçbir suyu reddetmez. Her şey ve herkes serbestçe denize karışıp gitmek özgürlüğüne sahiptir. Akdeniz de Karadeniz de “hayır ben seni kabul etmem, senin dinin bu, mezhebin şu” türünden saçmalıklarla ilgilenmez. Binlerce senedir bu nedenle bin bir türlü millet, bu toprakları vatan eylemiştir ve biz de bin senedir denizlerimizin kucağında memleketimizin keyfini çıkarmaktayız. Ama artık çevremizle, toprağımızla ve denizimizle ilgimiz kesildiği için, denizlerimizin bize sunduğu bu hoşgörü dersini de alamaz olduk. Memleketin tepesinden aşağıya bir bakalım; en yukardaki şahıslardan, mahalle karakolundaki polise kadar bir hoşgörüsüzlük bataklığında çırpınıp durmaktayız. Yani Mevlana’nın bu öğüdü de boşa gitmiş olmalı.

7. YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL!

Bundan daha açık söylenebilir mi bir söz ki? Yani için dışın bir olsun, yalan yanlış veya sahtekarlık olmasın. Neyi düşünüyorsan onu açığa ver, şöyle. Kafan başka bir şey düşünüp ağzın başka bir şey söylemesin. Belki de Türkiye’mizin politik hayatının en büyük sorunu bu bizce. Yine iktidardan başlayıp test edelim bunu. En tepeden en aşağılara kadar, sürekli fikir değiştiren, ya da gömlek değiştiren, takiyye yapmayı politikanın en vazgeçilmezi haline getiren bir politik anlayışın egemenliğinde yaşamaktayız. O nedenle de 85 milyonluk Türk halkı basireti bağlanmış hale gelmektedir bu karmakarışıklıktan dolayı. İnsanımız kimin gerçekten ne dediğini, neyi savunduğunu anlayacak halde değildir artık bu toz ve dumanın içinde. Kısacası, dini sonuna kadar istismar eden, kurdukları her cümlede Mevlana’yı kullanan bu çevrelerin, evlerinin duvarlarına astıkları “Mevlâna’nın 7 Öğüdü”nü anlamaya bile çalıştıklarını sanmamaktayız.

Nüfusun Mevlâna’nın adını ağızlarına bile almayan “soldaki” bölümüne gelince, bu 7 öğüdün hemen hepsinde, “sağdaki” yoldaşlarından hiçbir farkı yoktur. Çünkü Türk toplumunda derin bir zehirlenmeye yol açan ve geçmişi Mevlâna’nın kendi zamanına kadar dayanan bir kültürel çürümeden söz etmekteyiz aslında. Zaten Mevlâna da, kendi çevresinde oldukça sık rastladığı ve sürekli şikayet ettiği bu tür insanların anlayışsızlıkları konusunda, şunları söylememiş midir, 750 sene önce?

“Söz, mana ehline az da olsa çoktur, uzadıkça uzar, yeter mi yeter; fakat görünüşe aldananlara çok söz bile azdır, yetersizdir.”

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız